Bayburt'u her yönüyle kadrajına sığdıran adam...

‘Gümüş tuzu, ışıkla etkinleştiğinde kararır’ gerçeğinden yola çıkarak yapılan ilk deneyler, ‘ışıkla yazı yazma’ sanatında milat sayılmaz ise, onun için her şey 1947 yılında başladı…

Bayburt'u her yönüyle kadrajına sığdıran adam...

Bayburt Postası - ‘Gümüş tuzu, ışıkla etkinleştiğinde kararır’ gerçeğinden yola çıkarak yapılan ilk deneyler, ‘ışıkla yazı yazma’ sanatında milat sayılmaz ise, onun için her şey 1947 yılında başladı… Çünkü insanlığın görsel tarihi henüz oluştuğunda, çekim süresi uzun sürdüğü için ilk fotoğraf karelerinde ‘hareket eden’  hiçbir nesne görünmüyordu… Tıpkı siyah-beyaz yılları, ’boş bir sokak’ içinde gösteren Anadolu’daki bir kazanın ‘ilk’ fotoğrafı gibi! İşte O’nun, filmlere konu olacak hayat hikâyesi de; ‘Rolleiflex’  marka makinesinin deklanşörüne ilk defa basıp, ‘zamanı durduğu' o sokakta başladı…

Semavi Ardahan / Bayburt Postası 

Yarım yüzyıl öncesine ait bu ilk fotoğrafın ardından memleketinin doğasını, insanını, sokağını, evini, köprüsünü, tarihini, kültürünü, sevincini, kederini hakeza hayata dair tüm ayrıntıları içeren hemen her karede neredeyse artık onun ‘imzası’ olacaktı…
 
Savaş yılları, kurtuluş günleri, benzin kuyrukları ve göç kervanları gibi varlık ile yokluk arasındaki siyah beyaz karelerden; açılışlar, törenler, düğünler vesaire tüm mutlu kalabalıklara kadar ‘Foto Yavuz’ imzalı yaşamın tüm renkleri; şimdi kâh eski albümlerde saklı, kâh otantik çerçevelerde asılı…
 
Ve hâlâ sevdiği bu uğraş içinde ’50 yıllık’  bir geçmişi geride bırakmanın gururuyla birlikte bugün için geriye dönüp baktığında; tüm ‘yıpratıcılığına’ rağmen, acımasızca akıp giden zamanı ‘kimi fakir, kimi yalnız, kimi de en mutlu anında’ durdurmanın keyfini yaşıyor şimdi, Ahmet Yavuz…
 
*

1921 yılında Bayburt’un Kozluk -eski adıyla Kırtasor- köyünde ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen ekonomik ve sosyal çatışmalar içinde büyüdü. Muhtar bir babanın oğlu olmasına rağmen, ailenin öncü delikanlısı olarak 12 yaşında ticarete atıldı. 20 yaşına kadar kereste taşıma işiyle uğraşarak ev ekonomisine katkıda bulunmaya çalışan Ahmet Yavuz,  fotoğrafçılığa ise amatör olarak askerde başlıyor.

Erzurum Dumlu’da, bölük komutanı tarafından eline tutuşturulan ‘Zeiss’ marka makineden çıkardığı kareler, hayatını bir anda değiştirir.

Askerden döndükten sonra hayallerinin peşinden koşan Yavuz, kendini Zonguldak’ta bulur. 1950 yılında dönemin ünlü fotoğrafçıları arasında yer alan Nazım Baysal’ın yanında çalışmaya başlar. Daha önce birçok kişiyi yetiştiren ünlü fotoğraf sanatçısı Baysal, onun karakterinden çok etkilenir ve artık onu oğlu gibi görür. Dürüstlüğü ve çalışkanlığıyla etrafında dikkat çeken Yavuz, hem Baysal ailesinin tüm fertleri tarafından çok sevilir, hem de profesyonel fotoğrafçı olarak Foto Baysal’ın vazgeçilmez bir elemanı haline gelir.

Zonguldak’ın ilk fotoğraf stüdyolarından biri olan Foto Baysal’da kısa ama dolu dolu yedi yıl geçiren Yavuz’un, bundan sonraki hayatı, ‘film gibi’ devam edecektir.

*

Türk sinemasının unutulmaz simalarından Muzaffer Tema’dan; o dönem Ürdün’de tahta çıkmaya hazırlanan Kral Hüseyin’e, İngiliz diplomatlardan; Zonguldaklı üst düzey bürokratlara kadar ünlü isimlerin fotoğraflarını çekmek, onun için hiç önemli olmamıştır.

Foto muhabir olarak görev yaptığı Hürriyet Gazetesi’nde yer alan haberleri, kendisine ait resimlerin süslüyor olması da, yine onun için sıradan bir şeydir. Çünkü hayalleri ve hedefi hep farklıdır. Gurbet hayatı her istediğini vermiştir ama o, bir an önce memleketine dönmek isteyecektir.

Bir sabah ansızın ustasına Zonguldak’tan ayrılacağını söyler. Ustası yanından ayrılmaması için ona özel Almanya’dan ‘flaşlı makine’ getirse de, o tam aksine Türkiye’ye henüz gelmeye başlayan ve pek az kişide bulunan bu makineyi de alıp gitmeyi çoktan kafasına koymuştur...

Nitekim kendisine hediye edilen flaşlı makinenin parasını kısa sürede biriktirir. Çünkü borçlu kalmak istemez. Fotoğrafçılık sanatı üzerine öğreneceği başka bir şey kalmadığını da düşünen Yavuz, Zonguldak’tan ayrılır ve hayal ettiği gibi memleketine artık bir ‘mucit’ olarak geri döner…

*
(Ahmet Yavuz, Zonguldak’tan ayrılırken geride çok önemli bir şey bıraktığını yıllar sonra öğrenecek. Foto Baysal’ın karanlık odasında bir sandık içinde unutulan Zonguldak tarihine ilişkin yarım yüzyıllık arşiv, bir müddet sonra fark edilir. Tarihe ışık tutan negatif filmler, hemen baskıya verilir ve ‘Bir Zamanlar Zonguldak’ adlı sergiyle gün yüzüne çıkarılır. Nazım Baysal’ın fotoğrafçılık hayatında ününe ün katan bu sergide yer alan yüzlerce fotoğraf, daha sonra Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı (ZOKEV) tarafından düzenlenen yeni bir etkinlikle bir daha sergilenir ve Zonguldak, adeta yeniden keşfedilir. İşte Ahmet Yavuz’un, Foto Baysal’da çıraklık yaptığı yılları da içeren bu tarihi fotoğraflar arasında, -belki de-  çekimini kendisinin gerçekleştirdiği fotoğraflar da yer alıyordu!)

*

Hayalleri için Bayburt’tan ayrılan Yavuz, bu defa ideallerini gerçekleştirmek için 1957’de Bayburt’a dönmüştür. İlk hedefi hemen bir fotoğraf stüdyosu kurup, memleketine sürpriz yapmaktır. Fakat hiç beklemediği bir durumla karşılaşır. Zira yedi yıl öncesi gibi ‘köşebaşı’ fotoğrafçılığının hâlâ devam ettiğini düşünen Yavuz’a, sürprizi yapan bir başkası olmuştur ve Bayburt’ta bir fotoğraf stüdyosu zaten açılmıştır.

Yine de umudunu kaybetmez. Kendisinden önce açılan stüdyodaki fotoğrafçılığın körüklü makinelerle yapılan fotoğrafçılıktan farklı olmadığını gören Yavuz, stüdyosunu kurmuştur ama bu defa da hemen ‘sahneye' çıkmak istemez. Çünkü yöre halkı, henüz stüdyo fotoğrafçılığına hazır değildir!

Bir süre daha, ilçede bulunan köşebaşı fotoğrafçıları gibi tanınacaktır. Hatta onlarla rekabet içinde olacaktır. Bilgisi ve tecrübesiyle o dönem meslektaşlarından hep bir adım önde olan Yavuz’un, kısa bir süre sonra hem stüdyosu daha çok tercih edilir, hem de çektiği fotoğraflar daha çok beğenilir. Meslektaşları bu durumu, ‘güzel adamlar hep Foto Yavuz’a gittiği için bizimkiler çirkin çıkıyor’ şeklinde açıklarlar…

Sokağı stüdyo gibi kullandı!

Foto Yavuz adıyla açılan stüdyonun bulunduğu sokak, günümüzde Bayburt’un en kalabalık sokağıdır. Fakat Yavuz’un kendi ifadesine göre o dönem sokakta in-cin top oynarmış. Zira o boş sokak onun için tam bir stüdyo gibidir. Çünkü günümüz teknolojisiyle; bir şehrin en önemli tarihi eserini fotoğrafta arka fon yapmak ne kadar kolaysa, onun için de stüdyonun bulunduğu sokaktan görünen Bayburt Kalesi’ni arka fon yapmak o kadar kolay olmuştur!

Zamanla sokak şenlenir ve Bayburt Kalesi’ni arkasına alıp poz vermek isteyenlerin sayısı gittikçe artar…

Artık daha çok tanınmaya başlayan Foto Ahmet’in seveni de çoğalmıştır, sevmeyeni de… Sevenleri ona mucit derken, sevmeyenleri ise insanları putlaştırdığını iddia edecektir… Söylentilere aldırış etmez, hatta mutluluk duyar. Çünkü kendi halkından gördüğü olumlu ve de olumsuz tepkilerin hoşuna giden tek bir ortak noktası vardı: ‘Foto Ahmet, her geçen gün biraz daha dikkat çekiyordur'

Güne özel ilk fotoğraf...

Meslektaşlarının teknik yöndeki zaafından istifade edip, ilçenin gözde fotoğrafçısı olmayı başaran Yavuz’a, fotoğraf çektirmekle putlaşmak söylentileri arasında sıkışıp kalan yöre halkı da zamanla daha çok ilgi duyar. Fotoğraf çeken ve çektirenler hakkındaki söylentiler, ilk başlarda tahammül edilemez boyutlardayken, nihayet ona ve mesleğine saygı duyulur.

Artık işi büyütmüştür… Fotoğraf çekmek için stüdyodan dışarı çıkıp evlere de gider, çevre illere de… Nitekim 1960 yılında yine özel bir davetle dönemin Gümüşhane Valisi Kadri Eroğan'ın yakınının düğün fotoğraflarını da çeker. Fakat bu onu asla tatmin etmez… Çünkü kendi stüdyosunda güne özel fotoğraf çekmedikçe; fotoğrafçılığı, Bayburt’ta günlük hayatın bir parçası olarak kabul ettirdiğine inanmayacaktır.

Zonguldak’ta yedi yıl boyunca çalıştığı ve ünlü isimlerin kapısını aşındırdığı stüdyodan ayrılışının üzerinden neredeyse on yıl geçmiş ama daha tüm aileyi bir arada gösteren tek fotoğraf bile elde edememiştir… Ta ki 1967 yılında ünlü işadamı Osman Cevahiroğlu, eşiyle birlikte stüdyosundan içeri girene kadar…

Cevahiroğlu ailesinin düğün fotoğraflarını çeken Yavuz, böylece güne özel ilk fotoğrafını sonunda elde etmiştir… Bu; hem onun hayatında, hem de Bayburt’un fotoğrafçılık tarihinde önemli bir detaydır…

Bir süre sonra düğün öncesi stüdyoya girenlerin sayısı yavaş yavaş artacaktır ama bunun geleneksel bir şekilde uygulanması ise hayli zaman alacaktır. Günümüz insanının bu konuda şanslı olduğunu söyleyen Yavuz, o dönemi şöyle anlatıyor:

“Kadınların stüdyoya gelmesi o dönem çok ayıplanırdı. Gelin ve damat ayrı ayrı gelirdi, gelin arka kapıdan girer saçını yaptırır kimseye gözükmezdi. Damat ön kapıdan girer birlikte düğün fotoğrafı çektirir, her ikisi de ayrı kapılardan çıkardı. Ayıplanmaktan insanlar korkardı”

1960’lı yıllarda Bayburt’a gelen subayların “Bu memlekette hiç bir şey yok, bayan kuaförü bile yoktur” sözlerine sık sık muhatap olan Yavuz, kuaför salonunu da açmayı kafasına koyar.

Yine kuaför salonu hikâyesini ise, “Bir arkadaşım Trabzon’dan geldi, o da fotoğrafçıydı, kızı ise kuafördü. ‘Masrafları bana, bütün geliri kızına ait bir kuaför salonu açmayı teklif ettim. diyen Yavuz, sadece ilk bayan kuaför salonunu açtırmakla kalmadığını, gözü karalığını da, “Kuaför Salonu'nun açılışını belediye hoparlöründen bile ilan verdirdim” diyerek herkese gösterdiğini dile getiriyor.

Renkli baskı için İstanbul-Bayburt yolculukları

Türkiye’de renkli fotoğrafın aynı anda geniş kitlelere ulaştığı ilk yıl 1948 yılıdır… Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasından verilen renkli fotoğraf, 1960'lı yıllara gelindiğinde tüm kesimler tarafından büyük bir ilgi gördüğü gibi o yıllarda Yavuz’un da dikkatini çekmiştir…

Merakı uzun sürmez… Renkli fotoğrafların, fotoğraf stüdyolarında basılmaya başladığı 1962 yılında baskının yapıldığı yeri öğrenir ve soluğu hemen İstanbul’da alır. Negatif filmleri renkli baskıya verdikten sonra ilk kez Bayburt’a getirmeyi başarır ama müşterilerini geri çevirmemek için renkli fotoğrafları kendi stüdyosunda elde edeceği güne kadar da İstanbul - Bayburt arası yolculuklarını sık sık tekrarlamak zorunda kalır...

"Dürbünle bizi gözetliyor" diyen köy halkı linç etmeye kalkar!

Yavuz, stüdyo fotoğrafçılığının yanı sıra -hayatı pahasına bile olsa- doğa fotoğrafçılığına da merak sarmıştır. Doğa ve manzara çekimleri için dağ-taş demeden köy köy dolaşmaya başlar. Yeri ve zamanı yoktur… İstediği yeri, istediği zaman fotoğraflamaya kalkınca, dürbünle gözetleme yaptığını sanan köy halkı tarafından linç edilme tehlikesi bile yaşar!

‘Neler çektiğimi bir ben, bir de Allah bilir’ diyen Yavuz, yine de hiç pes etmez… 1960’lı yıllarda memleketini her yönüyle görüntülemeye çalışır… Ve o dönem onun çektiği resimler, uzun bir süre ‘Bayburt’un siyah-beyaz yüzü’ olarak anılacaktır…

Türkiye'nin en ünlü fotoğraf sanatçısına ait Bayburt fotoğraflarının canlı tanığı

Yavuz’un doğa fotoğrafçılığında, ünlü fotoğraf sanatçısı Sami Güner’le anısı da vardır.

"Türkiye'yi Dünya'ya Tanıtanlar" ödülünün sahibi Güner, kuş uçmaz mezralardan; kentlerdeki kahvelere kadar nerdeyse üç nesil boyu ülkemizin her yöresini tanıtan "İnsan ve Yaşam" adlı sergide; Bayburt fotoğraflarına da yer vermişti.

İşte, Türkiye'nin en ünlü fotoğraf sanatçısının açtığı sergide yer alan Bayburt’a ait fotoğrafların canlı tanığıdır, Ahmet Yavuz… Çünkü yakından tanıdığı ustalardan biri olan Güner'i, Bayburt'a o getirmiştir.

Yavuz'un kendi ifadesine göre ‘ilçenin en mutlu çağında, günün en uygun saatinde, kültürüyle birlikte doğanın izlerini yansıtacak’ görüntünün ortaya çıkması için özel bir hazırlık yapılmış... Figüran olarak; doğayla birlikte yörenin folklorunu yansıtabilmesi için Bayburt Halk Oyunları Folklor Ekibi'nde karar kılınmış... Mekân olarak ise ilçeyle özdeşleşmiş tarihi bir yapı olan Bayburt Kalesi seçilmiş... O dönem ki tekniğe göre en iyi görüntünün alınabilmesi için de sabahın ilk ışıkları beklenmiş.

Yapılan hazırlıklardan sonra elde edilen fotoğrafla; varlık ile yokluk arasına sıkışmış yöre insanının; zamanını imkânlar dahilinde olabildiğince mutlu, olabildiğince renkli ve olabildiğince doyumsuz geçirdiğini anlatan görüntüyü almayı başarmışlar!

İçinde adamların oynadığı radyo!

Yavuz, ilklerin adamı olmaya devam eder… Fotoğrafçılığın dışında memleketine başka hizmetleri de olmuştur. Televizyon, bu hizmetlerinden biridir…

20. yüzyılın en büyük buluşu olarak gösterilen ve gündelik hayatımıza girdiği günden beri hâlâ tartışılan televizyon, ilk olarak Bayburt’a kim tarafından getirildi ve bu ilk televizyon nerdedir bilinmez ama Bayburt’a ‘ilk canlı yayını’ getiren yine Foto Ahmet olmuştur.

O dönem çoğu kesim tarafından ‘şeytan işi’ olarak anılan ve yine o dönem ifadesiyle bu ‘kara kutu’nun ilk yayını, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) tarafından 1952 yılında yapıldı. Daha sonra TRT’nin 1968 yılında Ankara’da yaptığı TV yayınını, İzmir ve İstanbul takip etti. Paket programlarla giderek yaygınlaşan TV yayınları, nihayet 1976 yılında Bayburt’a da ulaştı. Üstelik paket değil, doğrudan canlı yayın!

Dönemin Bayburt Kaymakam Vekili Naci Piri’nin desteğini alan Yavuz, Trabzon, İstanbul ve İzmir’i dolaşır… Uzun süren yolculukların ardından televizyon istasyonunu Bayburt’ta kuracak teknisyeni, İzmir Ödemiş’te bulur… Ve TV istasyonu, kaymakamlık tarafından oluşturulan komitenin de hiç beklemediği kısa sürede kurulur… Böylece ilçe halkı, eskilerin deyimiyle ‘radyonun içinde oynayan adamları’ o gün bu gündür canlı canlı seyreder...

Memleketini dünyaya tanıttı!

Yavuz’un hayatı boyunca kafasına koyup yaptığı birçok şey hem onun, hem de Bayburt’un tarihinde bir ilk olmuştur…

Bayburt’ta ilk tebrik kartını yani kartpostalı da yine o bastırmıştır.  Yakın zamana kadar özel günlerde büyük rağbet gören kartpostalı, ilçe halkıyla tanıştırmış ve bu geleneğin de öncüsü olmuştur… Çekimini kendisinin gerçekleştirdiği ve Bayburt konulu 60’a yakın ayrı tema içeren kartpostallar, gelişen teknolojiyle birlikte tarih olurken, aynı zamanda o da, ‘memleketini dünyaya tanıtan adam’ olarak tarihe geçer...

Foto Yavuz tabelası Taksim'de!

Bayburt’tan yurdun dört bir yanına postalanan tebrik kartları, Bayburt’un tanıtımında etkin rol oynadığı gibi, aynı zamanda bu durum Foto Yavuz’un tanıtımını da sağlamıştır. Zira Yavuz, şu ana kadar 2 milyona yakın bastırdığı kartpostalların ve çektiği bütün fotoğrafların üzerine Foto Yavuz ibaresini yazdırmayı unutmamıştır. Artık onu ve stüdyosunu dünyadaki tüm Bayburtlular tanıyor olacaktır… Bu sayede kendisine dışarı açılması için teklifler de gelir…

Fotoğrafçılık hayatı boyunca entelektüel ve cesur adımlar atan Yavuz, ticari anlamdaki bu teklifleri de geri çevirmez… Dışarıya açılmaya karar verir…

İstanbul’un en kozmopolit semti Bakırköy’de ve hemşehrilerinin yoğun olarak yaşadığı Şirinevler’de Foto Yavuz’un şubelerini açar ama bu şubeler Bayburt’taki gibi uzun soluklu olmaz…

Türkiye’de görsel dünyanın kalbinin attığı Taksim’de, Foto Yavuz tabelasını asmayı başaran Yavuz’un, burada hiçbir şey umduğu gibi gitmez… Hayatı boyunca ilk defa işleri kötüye gitmiştir… Zonguldak’ta iken çağa göre devam ettirdiği mesleğini Bayburt’ta tanıtmaktan öteye geçip geliştirme imkânı bulamayan Yavuz, uzun yıllar sonra fotoğrafçılık sanatını geriden takip edemeyeceğini anlar ve gurbet defterini bir daha açmamak üzere kapatır.

Nitekim 2005 yılında torunları tarafından İstanbul Pendik’te iki ayrı yere açılan şubelere sadece stüdyosunun isim hakkını verir, açılışlarına da misafir olarak katılır…

*
Foto Yavuz’un İstanbul Pendik’teki şubesinde, Ahmet Yavuz ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide, torunları Ferdi Yavuz ve Fatih Yavuz da vardı… Ve Yavuz’un hayat hikâyesini kendi ağzından dinlerken, ‘nereden nereye gelmişiz’ der gibiydiler… Zaten söyleşideki son sözleri onlar içindi:

‘Varın gerisini de siz getirin…’

*

Not: Bu dosyayı oluştururken, gerek Ahmet Yavuz ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide, gerekse Bayburt’un fotoğrafçılık tarihi üzerine yaptığımız araştırmalarda, Bayburt’un bilinen/bilinmeyen en eski fotoğrafçılarının da isimlerine rastladık. Anlatılanlara göre; o dönem, hem toplum nezdinde, hem de teknik anlamda zor şartlar altında mesleğini yapmaya ve yaşatmaya çalışan; Foto Saffet (Saffet Müftüoğlu), Foto Arif (Arif Değirmenci), Foto Cemal (Cemal Saatçi) gibi ismini zikredemediğimiz tüm fotoğrafçıları da saygıyla anıyoruz...

*Semavi Ardahan tarafından Bayburt Postası için kaleme alınan bu yazı, 6 Kasım 2011 tarihinde yayınlanmıştır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
muhammed taşçı 9 yıl önce

sıkılmadan okunası bir yazı. canım kardeşim kral arkadaşım semavi' yi ve yazının kahramanı ahmet yavuzu kutluyorum.

Avatar
orhan 9 yıl önce

Tebrikederimguzelbirozgecmisolmus

Avatar
pusat 9 yıl önce

bayburt postasını ve murat okutmuş kardeşimi tebrik ederim bu ve buna benzer kahve tadında haberlerinizi takip ediyorum ve büyük keyif alıyorum sağolasın Bayburt postası

Avatar
ahmet çağıldak 9 yıl önce

Sayın Murat Okutmuş ve Semavi Ardahan sizi kutlarım. Çok kapsamlı ve bilgilendirici bir araştırma/ropörtaj. Umuyor ve diliyorum ki memleketimize emeği geçen büyüklerimizi bir seri olarak biz okurlarınıza tanıtmaya devam edersiniz.