Ya Anadolu’da esaret, ya Kop’ta ölüm!

Gazi Subay Halil Ataman'ın anılarında Kop Savunması

Ya Anadolu’da esaret, ya Kop’ta ölüm!
 “…Verilen emirler yerine getirilmiş, Ruslar bulundukları mevzilerden atılmışlardı. Yassı Tepe ve civarları tutuldu, daha hakim tepeler istirdad oldu. Ama bunun için ödenen bedel, her iki taraf için de ağır olmuştu. Bizim telefimiz hayli kabarıktı, ama bizler toprağımızı, evimizi ve yurdumuzu korumak için var olmak, yok olmaktan kurtulmak için ölüyorduk!..”


 
Şubat 1916… Geride neredeyse sadece kadın ve çocukların kaldığı bölgedeki şehirler Allah’a emanet edilirken, Kop’ta ve civarındaki muharebeler şiddetlenmişti. İnsan boyuna varan kar kalınlığının savunmayı daha da güçlük kılacak tabyalara imkan vermemesi, saldırı için her seçeneğe sahip düşman karşısındaki direnişi daha korkunç bir hale sokuyordu. Yer yer oyulmuş arazide kar ya da taş yığınlarıyla oluşturulan mevziler, kelimenin tam anlamıyla et ve kemikle yumruklaşmış tepelerden ibaretti…
 
“…Taarruz emri alan alayımız, en son Kop Dağı eteklerinde ve Karasu Irmağı’nın sağ sahilinde, Aşkale’nin gerisinde, Pırnakapan köyünün arkasındaki tepelerin işgalini tamamladı. Bizim tabur da düşmana oldukça hakim ve diğer birliklere göre daha elverişli noktaları işgal etmişti. Bizim bölük, Pırnakapan köyünün tam karşısında ve Karasu vadisi içinde yer alan düzlükte mevzilenmişti… Pırnakapan köyü bitaraftı. Düşman ise köyün gerisinde ve doğu tarafındaki sırtları tutmuştu…”
 
Doğu Cephesi ile ilgili kaleme aldığı ve Sarıkamış’tan başlayan Rus taarruzlarının detaylarına yer verdiği anılarında Kop Savunması’na da değinen Gazi Subay Halil Bey’in (Ataman) hatıratından anlaşılan bir başka detay Kop Dağı eteklerindeki durumun ise iç açıcı olmadığıydı.
 
Ataman'ın, ‘benim derim gibiydi’ diyerek koruduğu savaş notlarına göre, bölgedeki diğer cephelerde konuşlanan birliklerin gözü kulağı Kop'taydı... Herşeylerini ortaya koyan kahramanların kuşandığı Kop’ta kıyamet koptuğunu anlatırken, tüm ordunun mukadderatını buradaki çarpışmaların tayin edeceğini vurguluyordu.
 
 “…Bu son mevzilerdeki, düzlük ve tepelerde geçirdiğimiz hazmı çok güç ve ağır şartlarda akıp giden günler, gerçekten insan gücünün çok üstünde, başlı başına bir macera hayatı idi. Her akşam bir avuç askerden (40 kişi) ibaret bölük, 50’şer metre ara ile tek ve değişmez nöbetçi olarak, o 1750 metre genişliğindeki düz sahada bir zincir hattı şeklinde dizilirdi. Bunlara ilaveten iki koldan birbirlerini kontrol eden zabit devriyeleri, o tek değişmez nöbetçiyi eli tetikte bekler görmek üzere, hiç durmadan ve mütemadiyen düşman süvarisine açık bulunan alanı gezerdi. Bu şekilde sabaha kadar bekler ve ortalık aydınlanırken yerlerimize çekilirdik. O kısa geceler, bilseniz ne kadar uzun gelir ve sabah olmayacakmış hissini verirdi insana. Düşman bizden farklı mıydı? Hayır, onlar da tıpkı bizim gibiydiler. Ama bir farkla ki, bu fark ölçülmez derecede büyüktü. Bizimki tek başına ve sabaha kadar değişmez ve her an kontrolde bir nöbet ve bekleyişti. Onlarsa hem çifte nöbetçi hem de her saat başı değişen bir nöbet. Aradaki fark ve kendilerine kıyasla çok zayıf olduğumuzu iyi bilen düşmanın umulmadık bir zamanda gece baskınları düzenleme mahareti, bizi her an el tetikte ve uyanık olmaya zorluyordu. Gündüzleri sürüp giden müsademeler, hep mevzii kalıyordu; umumi cepheye hiçbir tesiri yoktu. Asıl kıyamet Kop Dağı’nın yükseklerinde kopuyordu ve mukadderatımızı da o yerdeki boğuşma tayin edecek gibi görünüyordu. Böyle olmasına rağmen, bazı kumanda makamlarının ihmal ve hataları yüzünden, telafisi gayrımümkün zor şartlar doğabilir ve ne acı ki doğmakta…”
 
Sarıkamış’tan başlayıp İstanbul’a kadar uzanan Anadolu’yu işgal planını adım adım uygulamaya koyan düşmana karşı, Türk Ordusu’nun cephe cephe verdiği mücadelenin umumi cepheye hiçbir tesiri olmadığını anlatan Gazi Subay Halil Ataman’ın şu satırları ise, Kop Savunması hedeflenen sürede geçilmiş olsaydı eğer tüm Anadolu’ya yayılması muhtemel bölgedeki o esaretin yıkıcı etkilerini ve neler olabileceklerini gözler önüne seriyor…
 
“Vazife başında devriye geziyorum. Karasu’nun öbür tarafından ve epeyce gerimizden birkaç el silah sesi geldi ve canı yanan birisinin çığlığı, “Vay anam!” feryadı duyuldu. Kulak kesildim; sesleri ayırt etmek mümkün değildi. Silah sesleri de kesilmişti. Şimdi ortalıkta hiçbir ses işitilmiyor; belki iki ya da üç dakika sakin geçti. Tan karanlığı da ortalığa çökmüştü. İşte bu anda nereden çıktıkları belli olmayan doludizgin Kazak süvarileri etrafımı sarmış ve beni çember içine almışlardı. Bir taraftan da “Teslim, teslim!” diye bağırıyorlardı. Çaresizlikle çevreme bakınırken, bir de ne göreyim, sağımda solumda nöbette bulunanların hepsini toplamışlar, benim bulunduğum noktaya getiriyorlar. Çok acı ve son derece ıstırap verici bu kötü durum belki iki üç dakika içinde olup bitmişti. Ne olduğunu bile anlayamamıştık. Ne hazin, ne acıklı ve ne kadar kan kusturucu bir tabloydu o? Esaret… Esaret… Esir düşmüştüm artık, Allahım, Ya Rabbim acı bizlere…”

İlgili haber...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ahmet Çağıldak 8 yıl önce

Bu hatıraları yayınlamak büyük hizmet. Bayburt Postası büyük görevlerinden birini daha yerine getiriyor. Vaolsun. Yalnız hatıraların sahibi hakkında ve bu hatıraları devam edecek mi konularında hiç bilgi yok!