Atatürk'ün vergi adaleti konusunda ne denli titiz ve duyarlı olduğuna ilişkin bir anekdot, Bütün Dünya Dergisi'nin Kasım 2000 tarihli sayısında Hanri Benasuz tarafından derlenerek anlatılmıştır. Benazus; kaynak olarak İsmet Bozdağ, Hasan Rıza Soyak, Behçet Kemal Çağlar ve Kasım Gülek'i göstermektedir.

Bu yazıyı özetleyerek aktarıyorum:

"(...) Atatürk ve Nuri Conker, birinin hazırladığı, ötekinin uyguladığı plan sonunda  Florya Köşkü'nün tüm nöbetçilerini atlattılar ve köşkten kaçtılar. Altlarında, Nuri Conker'in bir arkadaşının arabası vardı. Eylül sonu akşamı sonbaharın tadını çıkararak Çekmece'ye doğru gidiyorlardı. Birden Atatürk'ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. Sapanın sapına iyice yapışmış, toprakları yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, öbür yanında merkep vardı. Atatürk şoföre durmasını söyledi.
İndiler. Köylüye seslendi.
'Kolay gelsin Ağa!. '
Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:
'Kolay gelsin'
(...) 'Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin? '
‘Var olmasına vardı ya, hıdırellezde vergi memurları sattılar'
'Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin...'
Köylü güldü:
'Muhtar başında deel miydi memurun, a bey? '
Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:
'Kaymakama gitseydin'
Köylü iyice güldü.
'Sen de benle gönül mü eyliyon beyim? ' dedi. Kaymakamın haberi olmadan bizim buralarda kuş bile uçmaz.'
Atatürk, konuşmayı sürdürdü:
'E peki, İstanbul şuracıkta. Gideydin valiye anlataydın derdini... Onun işi bu değil mi? '
(...) 'Bırak şu sağırı allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük. Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz? '
Atatürk sordu:
'Adın ne senin Ağa? '
'Halil...Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler...'
'Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. (...) Hadi kaymakam şöyle, vali böyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var bilir misin? '
'Bilmez olur muyum beyim? '
'Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor. Florya Köşkü'ne iniyor. Köşk şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona... Herhalde çaresini bulurdu.'
'(...) Tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya...Tutalım ki kodular, koskoca İsmet Paşa'yı göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler, ona halimi nasıl yanacağım. O sağırın sağırı. Hiç işitmez beni...'
(...)  'E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın! Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!..'
Köylü iyice keyiflenmiş gülüyordu.
'Sen ne diyon bey? ' dedi. Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü gerek... Hem tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirdecek? '
(...) Konuşacak bir şey kalmamıştı. (...) Döndüler arabaya bindiler. Halil Ağa onları uğurladı. (...) Otomobil hareket etti. Atatürk'ün canı sıkılmıştı.
'Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!' dedi.
Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı.
(...) Köşke döndüklerinde Atatürk yâverine emretti:

'Şimdi' dedi 'İstanbul'da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!.. Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa'yı da bul, onlara da haber ver.'

Yâver odadan çıktı. Atatürk, Nuri Conker'e döndü:

'Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa'ya gideceksin. Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam falan dersin. Seni sevdi sana öküz alıverecek diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan getir buraya.'

O akşam Atatürk'ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve vali'den oluşan yirmi beş konuk vardı.

Atatürk, 'Bu akşam soframıza efendimiz gelecek' dedi.

(...) Başyâver kapıyı açıp da Haili Ağa, gündüz konuştuğu Bey'in sofranın başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa'nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan dona kaldı. Dizinin bağı çözülmüştü.

Atatürk onu görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da ayağa kalktılar.

Atatürk 'İşte beklediğimiz efendimiz' dedi.

Nuri Conker, Halil Ağa'yı Atatürk'ün sağ başına oturttu, kendisi de yanındaki sandalyeye geçti. Atatürk o gün olup biteni anlattıktan sonra 'Şimdi gerisini Haili Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım, Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrar edecek' dedi.
Halil Ağa'ya döndü:

'Bak beri Halil Ağa' dedi. 'Sen bu akşam benim başmisafirimsin. Senin açık sözlülüğünü çok beğendim. Konuşmamızdan sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama ben şimdi tarlada sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın. İşte soruyorum.'

Tarlada geçen diyalog, Halil Ağa'nın zaman zaman bazı sözlerini utanarak tekrar etmek istememesine karşın neredeyse kelimesi kelimesine tekrarlanır. Sıra Atatürk için dediklerine gelince, Halil Ağa'yı ter basar. Yazının bundan sonraki bölümünün özeti şöyle:

"(...) Halil Ağa'nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Taş kesilmiş duruyordu. Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:

'Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri' demesine getirdin ya, fazla üstelemeyeyim, dedi. 
(...) Halil Ağa, Atatürk'ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu sıkıca tuttu ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk'ün ellerine sarıldı, öpmeye başladı:
'Bayrağımız gibi sen de başımızdan eksik olma inşallah! Sana her kim düşman ise, onun yeri senin ayağının dibi olsun!... Gayri bana izin, koca Paşam!..'
'Yemek yemedin!'
'Yemek kolay... Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim.'

Atatürk, Nuri Conker'e işaret etti. Conker kalkıp Halil Ağa'nın yanına geldi, kalktı Halil Ağa, önce Atatürk'ü sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri çekildi.

Kapı kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklara döndü:

'Efendimizin halini gördünüz mü beyler?' dedi. 'Devlet size böyle davransa, siz ne yaparsınız? Mübârek Millet bu, adam Millet bu... Şimdi bu adam Milletin karşısında adam olmak bize düşüyor!..'


Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk'ten ayıramıyordu:

'Halil Ağa'nın öküzünü satıp üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık ya da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanıyor. İkisi de birbirinden farksız... Böyle bir kanun yaptıksa memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım: Hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki olay İstanbul'da geçiyor. Bunun Van'ı var, Bitlis'i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!..."
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.