Güneş tutsak, güneş ışınları şehre yasak, şehre yani insanlara…

Rüzgâr sert esiyor, hele yağmurda ıslandınsa hastalık kaçınılmaz! Dikkat etmeli.

Sonbahar güzeldir, vefalıdır lakin soğuktur…

Pencere açık, oda duman altı, kitap kokusu tütsüye, tütsü kokusu sigara kokusuna karışmış, dağınık kitaplık, başım ellerim arasında düşünüyorum.

Önümde birkaç kitap, okunmayı bekliyor. Sayfalarına bakıp durdum bir müddet sonra düşünmeye başladım.

Sezai Karakoç geldi hatırıma, derin bir nefes çekip sigaramdan, iç geçirdim “Ah Mona ah!” Az harf çok acı. Acıyla özdeştirdim üstadı. Yavuz Bülent Bakiler. Cebeci sokaklarında az dolaşmamıştı gençliğinde elleri cebinde. Çocukluğumdan birkaç arkadaş, hani top oynarken kavga çıkartıp birbirimize küstüğümüz çocukluk arkadaşlarım. Birkaç değerli dostumla son lokmamızı, cebimizdeki son parayı paylaşmamız. Herkes film şeridi gibi geçiyordu gözümden…

İsimler üzerine düşünmeye başladım sonra. Dünya’da ismi tek olan biri var mı? Diye. İsimleri düşünürken gittim çocukluğumun geçtiği sokaklara.

Selim, Mustafa, Hamza, Ayhan, Fatih, Burak fazlasıyla var. Yasemin, Elif, Tuba…

Şahsına münhasır bir isim!

“Sokağımızdan yola çıkarak düşündüm isimleri. İsimleri düşünürken sonra parke taşlarından dokuz adım sayarak yaptığımız kale geldi hatırıma, kendimizce çocuk aklımızla koyduğumuz kurallar ve sokaktaki komşu çocuklarıyla yaptığımız maç. Top kepenklere çarpınca dedem yahut karşı komşumuz Arslan amcanın korkusuyla kaçışırdık. Yenerdik bazen, bazen yenilirdik. Kaldırım kenarına oturup yaptığımız yorumlar, heyecanlı ve hararetli konuşmalarımız...

Dünyamız sokağımızdı, dışarısını bilmediğimiz gibi dışarısı bizi pek alakadar etmiyordu. Hayat sokaktaydı, hayatı sokağımızda yaşıyorduk, hayatı sokağımızdan ibaret sanıyorduk…

İsim…
İsim…

10 litrelik yağ bidonunu defalarca yıkadıktan sonra su bidonu yapan abam geldi hatırıma!

Çeşmeden su getirip evin eşiğinde oturup bizi izlemesi, birazda söz sayması…

Ne güzel bir isimdi; Aba.

Ben kalktım babam validesine “aba” diyor. Halamda, amcamda. Bizimde abamızdı. Tüm aile “aba” derdi. Sokağımızda top koşturan çocuklar ve aileleri de “aba” derdi.

Sülaleden ziyaretine gelen yakınlarımızın da abasıydı.

Hülasa babamı, amcalarımı, halalarımı, bizleri tanıyan herkesin abasıydı, cefakâr ninem! Emeği çoktu bizde.

Yerimden doğrulup sözlüğe uzanıp aldım elime. Sözlüğü ve sözlüklere…

Aba: Bir çeşit kaba ve kalın şayak. Kumaştan yapılmış yakasız ve uzun üstlük. Kumaştan yapılmış terlik. * (1)

Aba: Kaba, kalın yün kumaş.* (2)

Aba: Ekseriyet, yünden yapılmış libas. * (3)

Aba, yahu neydi bu aba?

Lügati anlamını bilmiyorum lakin benim için aba; ekmekti, suydu, yağmurda ıslanmaktan sığındığım saçak, güneşte gölgesine sığındığım çınardı. Evimizi çekip çeviren vefalı kadındı, aba!

Aba: Nineydi bizim için, ailemiz için, mahalle sakinleri ve sülalede ki yakınlarımız için. Aba tüm arkadaşlarımızın arkadaşı biricik ninemizdi.

Dünya’da tek ismi olan insan ninemdi.
Ninem yani Abam!

* (1) Türk Dil Kurumu Yayınları, Türkçe Sözlük 1969 
* (2) Tiydem Yayınları, Osmanlıca Türkçe Sözlük2009 
* (3) Talat Yayınları, İslami İlmi Edebi Felsefi Yeni Lügat1991 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Kazım VURGUN 10 yıl önce

Bahtınız açık Satįşlarınız bereketli olsun