Bu kafayı iyi bilirim, kadınların dört duvar arasından çıkıp yaşamın içine girmesini hiç içlerine sindirememişler, bunu yapan Atatürk’e düşman kesilmişler, ama bu arada o yaşamın içine giren kadınlara sulanmayı, onların cinselliğini ballandıra ballandıra anlatmayı da sürdürmüşlerdir.

İşte bunlardan birisi Osman Yüksel Serdengeçti. Bakınız neler yazmış neler “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler” adlı kitabında:

“Mektepler açıldı. Muallimlerinizin ekserisi kadınlardı. Hem de genç güzel kadınlar. Çocuklar şimdiden şu daha güzel, bu daha cilveli diye münakaşaya başlamışlardı. Biraz sonra Tabiiye dersine gireceklerdi. Tabiye muallimi de çok kıyak kadındı ha. İşte onun dersinden bir sahne.

Bugün sınıfta bambaşka bir hava esiyordu. Ön sırada oturan talebelerin bazıları arkadaki boş sıralara geçtiler. Bütün gözler kapıya dikilmişti. Tabiiye muallimi M. Hanım bekleniyordu. M. Hanım hem güzel hem de edebi, terbiyesi yerinde bir kadındı; fakat ne çare! Çocuklar duramıyorlardı işte. O sınıfa girer girmez, hatta daha girmeden herkese bir hal oluyordu. Kaynaşmalar, ahlar, oflar. Arka sıralara çekilmeler.

Bugün derste M. Hanım nebatlarda çoğalmadan bahsediyordu. Çiçeklerde erkek ve dişi uzuvlardan… Tahtaya renkli tebeşirle çiçeklerin resimlerini yapıyor, polen tozlarının erkek tohumların, dişi uzuvların üzerine nasıl konduğunu izah ediyordu. ‘İşte’ diyordu, ‘Polen dişi uzuv üzerine konar, tohumun dişi uzva temasıyla orada sulanma husule gelir, dişi uzuv şişer ve tohumu içine alır.’ Daha alır kelimesini söylemeden arka sıralardan ‘ah’ diye bir feryat yükseldi. Tabiiyecinin elinden tebeşir düştü. Sonra ‘Kimdir o münasebetsiz adam?’ diye bağırdı. Koca sınıfta ses yok. Eller yavaş yavaş pantolonların cebinden çıktı. Muallim Hanım şöyle bir dolaşıverseydi talebelerin çoğunu suçüstü yakalayacaktı.

*** 

Yeni tarih mualliminiz de öyle genç ve güzel bir kızdı. Fakülteyi henüz bitirmişti. İlk hocalığını sizde yapıyordu, aynı zamanda size coğrafya derslerine de giriyordu.

‘Geliyor!.. İşte geliyor’ sesleri yükseldi. Genç öğretmen sınıfa girer girmez sınıf elektriklenmişti. Gözler daha çok parlamış, nefesler sıklaşmış, ön sıralardan arak sıralara doğru bir kaynaşmadır başlamıştı. Öğretmen Hanım yeşil bir entari giyinmişti. Ne de yakışmıştı kâfireye. Sıraların önünde, yeni sürmüş ince bir dal gibi sallanıyordu. Muhabbet havası ön sıralardan arka sıralara doğru gittikçe artıyordu. Hele arka sıralar! Orası bir âlemdi!..

Hoca Hanım, karşıya bir harita asmıştı, oradan bir şeyler anlatıyordu. Dünyanın muhtelif yerlerindeki girinti-çıkıntılardan, körfez ve limanlardan bahsediyordu.

Fakat çocukların aklı bambaşka şeylerde idi. Dünyanın falan yerindeki girinti-çıkıntıdan onlar ne! Onların düşündüğü girinti-çıkıntı malûm… Hoca Hanım haritaya dönünce fırsattan istifade ‘Bu kadar ince de giyilir mi canım, tül gibi’ öteki ‘Yok canım gül gibi’ laflarla fısıldaşıp duruyorlardı.

Nihayet ders bitti ama dersin bitmesiyle edepsizlik bitti mi? Ne gezer, coğrafyacıya harita demişlerdi ya. Benim gemi şu körfeze girdi! Senin gemi şu limanda demirledi. Liman sıcak mıydı, değil miydi, daha bu misillû bir sürü edepsizce laflar…”

Edepsizce laflarsa niye yazıyorsun? Amacın ne?

Amacı belli, böyle yazıp o kadınları ahlakı bozan unsurlar olarak göstermek ve çözüm olarak da onları çalışma hayatının dışına atmak, bir erkeğin bilmem kaçıncı karısı olarak eve tıkmak. Bunu daha allı pullu olarak “Mabetsiz Şehir” adlı kitabında yazmıştır:

“Bir âlem özlüyorum ki: Orada kadınlar dıştan kızarmasın, boyanmasınlar. Yüzlerine bakınca kızlık ve gerçek kadınlığın kendine has, güzel edepli utancıyla içten kızarsınlar. Kadın sokakta yırtık yırtık dolaşmasın, erkeklerle dalaşmasın. Özlediğim âlemde kadın, sözde inkılapçıların sokakta kafeslemek için kafes arkasından kurtardıkların kadın, hayvanî ihtirasların dindirdiği bir zevk âleti haline, piyasanın en bol, en ucuz metaı haline getirilmesin. Dairelerde kadın, zânî (zinacı) bakışların, şehevi akışların istilasına uğramasın. Kadının evinin dairesinden çıkmasın. Yuvasının âşığı, evinin âşığı olsun.”

Yazmıştır ya, çizdiği kadın portresinin doğurduğu öğrencilerin kadın öğretmenlere bakışları şehevi ve zinakâr… Ve bunlar, Serdengeçti’nin idealize ettiği o ailelerin çocukları olmalarına karşın, zerre kadar terbiye edilmedikleri görülüyor, öğretmenin konumu ve öğretmene saygı konusunda hiç uyarılmamışlar, hepsi cinsel sapık… O öğrencilerin it, at, eşek gibi hayvanlarla ya da birbirleriyle cinsel ilişkiye girdikleri de bilinirdi ama görmezlikten gelinirdi o yıllarda, Serdengeçti bu gerçeği yazamamış, işine gelmemiş. Nasıl olsa, bir gusül abdesti temizliyor her şeyi.

Ve bugün… Okullarımızda bu haller olmuyor, çünkü sokakta da o kıyafette bayanlar var ve cinsellik konusunda aileler ve çocuklar daha donanımlı ve bilinçliler. Ve daha ahlaklılar.

Yukarıya aldığım seksüel sapıklık satırlarını kaleme alan Osman Yüksel Serdengeçti’ye gençlik yıllarımızda, bu satırlarından dolayı, bir yiğit arkadaşım sormuştu: “Sinemalarda görüyoruz, Batı ülkeleri ve sosyalist ülkelerde cinsel konular tabu olmaktan çıkmış ve belirli gelenek ve tutumlara bağlanmış. Ama bizim hacımız, hocamız, müftümüze ve size göre onların hepsi namus fukarası, iffetsiz, ırzı kırık… Siz o okullarda öğretmenlere yönelen cinsel durumların, sinemalarda da hatta bir nü tablo karşısında bile olduğunu da biliyorsunuz ve bunların çözümünün cinsel eğitim ve özgürlük değil, yasaklama, bastırma olduğunu sanıyorsunuz. Beyefendi, sizler hiç kendinize soruyor musunuz namus nedir, herhangi bir dinin mensubu mu daha namusludur; ateist, dinsiz ve Kemalist olanlar mı?”

Çok sinirlenmişti Serdengeçti: “Cinsel toleranslı arkadaş, senin bu camiada işin ne?” diye sormuştu o arkadaşa.

Evet doğru soruydu, o arkadaş ve birçok arkadaş gibi ben de yanlış yerdeydim, orası Osman Yüksel Serdengeçti gibi 19 Mayıs’a “Çıplaklık Bayramı” diyenlerin, şapkayı gâvurluk simgesi olarak niteleyip sonra da “Şapkalı herifler karının kızın çarşaflarını yırttı” diye yazanların yeriydi.

Bunları diyen ve yazanlar, 2002 yılında iktidar oldular. Hani diyor ya “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler”, “mahvedilmeyen nesil” başa geçti. Yeni mahvedilmeyecek nesiller için de kollar sıvandı, İmam-Hatip sayısı 5 bine, İlahiyat Fakültesi sayısı 100’e çıktı. Diyanet İşleri Başkanlığı 5 bakanlığın bütçesini yer oldu, cami sayısı 200 bine dayandı. Tarikat yurtları yurt sathına yayıldı, onlar yayıldıkça tecavüz ve tacizler ortalığa saçıldı. Muhafazakâr zamparalık üstüne kitaplar yazıldı. 

"Ahlak özdeştir din” sanırsanız, geleceğiniz yer buradır. 


 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.