Kızına adamış “İki Damla Gözyaşı” adlı kitabını sevgili Hayri Köklü… 

Hayri Köklü kim mi? Gümüşhanelidir, Trabzon’da büyümüştür, gazeteciliğe orada başlamıştır çekirdekten yetişerek. Sonra  Akajans, Milliyet Haber Ajansı, Hürriyet Haber Ajansı’nda çeşitli görevler… Ve hak ederek yükseliş: Milliyet Haber Ajansı Genel Müdür Yardımcılığı ve son durak: Yeniçağ Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği, yaklaşık 20 yıl.

Peki ne yaptı o 20 yılda Hayri Köklü? Anlatmam gerek kısaca hem Hayri Köklü hem de Türk Basın tarihi açısından bu çok önemli.

Yeniçağ’ın çizgisini, ilkelerini, kulvarını, stratejisini en başından inceden inceye belirlemişti Hayri Köklü. O günlerde bana: “Bu gazetenin imkânları belli. Macera aramaya, Hürriyet gibi gazetelerle ölçünmeye gerek yok, zaten ölçünemezsiniz de. Ben yeni bir kulvar açacağım, Yeniçağ burada koşacak ve rakipsiz olmaya çalışacak. Bazı kalıpyargıları da kıracağım. Sanki milliyetçiler sporla ilgilenmez gibi bir algı var, bu yanlış, gazetenin spor sayfası olacak. Borsa haberleri de yer alacak. Milli Piyango listesi de yayınlanacak bu gazetede. Milliyetçi camiada Sakıp Sabancı’ya tepki var diye, ben onun hastalığını haber yapmamazlık edemem, gördün işte ‘Üzme be Ağa’ diye manşet attım. Bu gazete MHP’nin yayın organı olmaktan da çıkarılacak. MHP’nin eylem ve söylemlerinde haber değeri arayacağız. Varsa, tamam, yoksa yer almayacak. MHP eleştirilecek de. Bu gazetede, Atatürk ve Atatürkçülük tüm gerçek yönleriyle yansıtılıp yazılacak.”

Yaptı bu dediklerini. Yukarıya aldığım ilke, tasarı ve düşüncelerini uygulayarak yaptı. Tutarlı oldu öncelikle, ölçülü oldu, ihtiyatlı oldu, özün önceliğini öne çıkardı, yani bir şeyin özü, esası neyse onu aradı; kabuğa, ambalaja, cilaya bakmadı, herkese, her şeye inanmadı, kapılmadı, dört beş süzgeçten geçti gelen haber ve öneriler. Belgesiz ve kanıtsız hiçbir flaş iddia haber olmadı Yeniçağ’da. Ergenekon dalgasından da gazeteyi usta bir kaptan olarak salimen kurtardı çalışma arkadaşlarıyla birlikte.

Sosyal sorumluluksa hep gözetildi o gazetede. 

Türk basın dünyasında muhalif olarak ve kalarak, kişiliğini böylesine tırnaklarıyla kazıyarak kanıtlayan gazete sayısı öyle azdır ki… 

Evet… Bu görevlerinin kimi yerlerinde birlikte olduk Hayri Köklü dostumla. İşte o günlerden ilginç ve de eski bir fotoğraf:


  

Sarıkamış burası, yıl da sanırım 1989. Soldaki sakallı Hayri Köklü, yanında ben. Milliyet Haber Ajansı Doğu Anadolu büro şefi olduğu Erzurum’dan gelmiş, Yayıklı köyüne gitmişiz kızakla.

Evet dönelim şimdi bugünlere ve Hayri Köklü’nün kitabına. Kitabın yazılış nedenini şöyle yazıyor:

“Sanatçılar ‘Gel gitme kadın…’ diye başlayan şarkıyı söylemeye başladılar. Gözlerim birden Atatürk’ün yüzüne takıldı. Ve Atatürk ağlıyordu.’

Beni Atatürk’ün gözyaşı döktüğü anları araştırmaya sürükleyen merak, manevi kızlarından Sabiha Gökçen’in anılarında yer verdiği bu olayı okumamla başladı. Acaba Atatürk başka hangi anlarda gözyaşı dökmüştü?”

İyi soru öyle değil mi? İnsan Atatürk’ü de bilmek gerek tüm ayrıntısıyla.

Ama durun bu kitaba, ölmeden önce, benim de tanıma ayrıcalığına vardığım Altemur Kılıç, sunuş yazısı yazmış. Altemur Kılıç (hani bilmeyenler olur), Türk basının devlerinden birisi, Atatürk’ün yakın arkadaşı Kılıç Ali’nin oğlu ve Galatasaray’ın Baba Gündüz lakaplı ünlü futbolcusu Gündüz Kılıç’ın kardeşi.

Diyor ki Altemur Ağabey: “Evet bilirim, Babam Kılıç Ali’den ve amcam emir subayı Muzaffer Kılıç’tan duymuştum Gazi Mustafa Kemal’in gözlerinin yaşardığı, hatta ağladığı zamanları.”

Bu sunuş yazısı uzun, bu yazı için bile bu kitap okunur. Ben buraya yalnızca kısa bir bölümünü alacağım:

“Enver Paşa ile arası hiç iyi olmamıştı, ne var ki babam ona, Enver Paşa’nın Orta Asya ovalarında kahramanca öldüğü haberini verince, gözleri dolmuş, ‘Yazık, yiğit adamdı’ demiş.

Ben de çocukken onu yakından gördüm. Tabii ağladığına, gözlerinin yaşardığına şahit olmadım ama O, bana bir yaramazlığımdan dolayı bir tokat, daha doğrusu bir fiske atınca, hüngür hüngür ağladım! Bu olaydan dolayı uzun süre utandım ama şimdi övünüyorum!”

Öyle çok ağlayan birisi değil Atatürk, duygularına egemen, ancak kendini tutamadığı dönemler de olmuş doğal ki. Annesi Zübeyde Hanım ölünce ağlamış, bir de bahtsız Fikriye Hanım kendini vurunca.

Ve çok ilginç. Eski yazgı ve silah arkadaşı, Ayıcı lakaplı Arif, kendisine İzmir’de suikast yapanların elebaşıları arasında çıkınca ve asılınca; Atatürk’ün, bu büyük insanın gözleri dolmuş.

Selanik… Onun doğduğu yer, memleketi, oradan son ayrılışında, Trablusgarp’e gideceği zaman, duyumsuyor Selanik’in elden gidebileceğini “Ah Selanik, seni bir daha görecek miyim?” diyerek ağlıyor. Ve bir daha göremiyor. Manevi kızı Sabiha Gökçen’i yolluyor oraya, gitsin, doğduğu evi de görsün. Gökçen gidiyor, geziyor görüyor, anlatıyor Büyük Atatürk’e ve Atatürk ağlıyor.

26 Ağustos sabahı, Büyük Taarruz başlayacak, muzaffer olmak zorunda ordumuz. O ordunun başkumandanı Mareşal Mustafa Kemal, dua ediyor ve ağlıyor.

Ve şimdi sıkı durunuz, o Atatürk öyle büyük bir insan ki, Vahdettin’in yaşadığı San Remo’da maddi sıkıntı içinde olduğunu, Mısır’da yaşayan bir Osmanlı Paşasının mektubundan öğrenince yine duygulanıyor, gözleri dolu dolu oluyor. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a: “Gördün mü dünyanın hâlini çocuk, nerede o haşmet, nerede o azamet, nerede o saltanat… Şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor. Hiçbir şeye güvenilmez. Bundan dolayı hayatta daima ve çok ölçülü olmak lazımdır” diyor ve yardım konusunu şöyle irdeliyor: ‘Nasıl yardım edilebilir ki? Benim şahsi servetim yok. Devlet hazinesi de fakir. Memleketin en mamur yerleri bilhassa son hayat memat mücadelesinde harap oldu. Bu itibarla zengin de olsa, devlet hazinesinden yardıma hakkımız yok. Diğer taraftan bahis mevzusu olan zatın hataları yüzünden, vatan ve hak müdafaası için boğuşmak mecburiyetinde kalarak şehit olan memleket evladının yetim bıraktığı yüzbinlerce devlet yardımına muhtaç insan var. Binaenaleyh bu bahsi bırakalım çocuk.”

Vahdettin öldüğünde de Atatürk yine duygulanıyor, gözleri doluyor, sevgili Hayri Köklü, buna kaynak olarak İlhan Bardakçı’yı gösteriyor.

Vee efsane Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin genç yaşta ölümü. İşte ona hüngür hüngür ağlıyor Atatürk, “Ne evlattı…” diyerek.

Son bir örnek daha vereyim: Uşak’ta şehit çocuğu Azmi Ustaoğlu, heyecanlı bir şiir okuyunca, Atatürk ağlıyor, şunları söylüyor: “Bu şehit yavrusunu sözleri, ruhumda büyük heyecan yarattı. Bunu tasvir etmek çok zor. Gözyaşlarım bunun açık belirtisidir. Ben hayatta çok az ağlamış biriyim. O da Uşak’ta oldu.”
112 sayfalık bu kitapta, pek çok ilginç ve çarpıcı örnek var Atatürk’ün ağladığı anlara değgin. Ve hepsi okunmalı bence. Atatürk her yönüyle bilinmeli, örnek alınmalı. Bundan dolayı, Galeati Yayınları’nca yalnızca 250 adet olarak basılan bu kitaptan, tükenmeden mutlaka alınız. 

Evet, Hayri Köklü ile yeniden böylesine değerli ve sıra dışı bir yapıtla karşılaşmak ne güzel! 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.