Demire söz geçiren ustalardan Nahit Barın

Can çekişen bir mesleğin son seslerini takip ettik… Karşımıza üreten bir toplumun geçmişinden izler çıktı… İşte Bayburt'un ürettiği yılların bir başka canlı şahidi, mesleğinin Bayburt’taki son ustası…

Demire söz geçiren ustalardan Nahit Barın
Bayburt Postası - “Öyle bir ses yoğunluğu olurdu ki Ulu Cami’ye yaklaştığınızı anlardınız. Bizim meslektaşların mesken tuttuğu yer o bölgeydi. Hal böyle olunca dev bir orkestra konser veriyor sanırdınız, rızkını ‘sabır mesleğinden’ çıkaranların orkestrası…”

Bu sözler Ulu Cami çevresinin dev bir panayırı andırdığı yıllarda baba mesleğini seçerek, ‘çarşı’ya çocuk yaşta düşen Nalbant Nahit Barın’a ait. Demire söz geçiren ustaların elinde yetişmiş son nesilden. O da bir usta ama çırağı yok. Üreticilikten aracılığa, ve nihayetinde aracılıktan tüketen bir topluma geçtiğimizden bu yana böylesine ustalar artık yetişmiyor.

Murat Okutmuş / Bayburt Postası 

Nahit Barın’la bugün tek bir nalbanttan dahi yoksun ‘Nalbandiler Caddesi’ni konuştuk. Ulu Cami çevresinin şaşaalı yılları.. Demirciler, nalcılar, bakırcılar, marangozlar… Yazılmamış bir hukukun karşı çıkılmaz bağlılığı içerisinde ‘çarşı’ya anlam katanları, ruh verenleri yâd ettik.

Bayburt’un son nalbantı Nahit Barın da tıpkı ondan öncekiler gibi tanınmaya, bilinmeye ihtiyacı olan biri değil. Ama herhangi bir mesleğe adanmış ömür sahibi birileri varsa halen Bayburt'ta, üreten bir toplumun geçmişinden izleri bir kez daha derleriz diye düşündük. Öyle de oldu. Bitik bir mesleğin izini sürerken Bayburt'un ürettiği yılları bir başka canlı şahidinden dinledik... 

“Rızkını ‘sabır mesleğinden’ çıkaranların orkestrası...”

Nahit Barın ilk olarak Ulu Cami çevresinin bir ticaret merkezini andırdığı yıllara götürüyor bizi. Henüz 1960’lar bile değil, Nahit Barın bazen okulu kırarak, bazen de okul çıkışı babasının dükkanında alıyor soluğu… Kendi tabiriyle ‘sabır mesleği’ne o yıllardan sevdalı…

“O yıllar her alanda olduğu gibi zanaatkarların da bolca ürettiği yıllardı. Ulu Cami çevresi ticaretin en önemli merkezi noktası. Okul çıkışlarında doğru dükkanda alırdım soluğu. Bugün ismi halen duran Nalbandiler Caddesi’ndeki babamın dükkanında. Öyle bir ses yoğunluğu olurdu ki Ulu Cami’ye yaklaştığınızı anlardınız. Bizim meslektaşların mesken tuttuğu yer o bölgeydi. 40’a yakın dükkanda hummalı çalışma, her biri demir veya bakır dövüyor. Müthiş sesler çıkardı. Hal böyle olunca dev bir orkestra konser veriyor sanırdınız, rızkını ‘sabır mesleğinden’ çıkaranların orkestrası. Bugün bu işi biraz daha teknolojik anlamda yapan biri olarak söylüyorum ki, o yıllarda nalbantların, demircilerin, bakırcıların yaptığı iş ancak ‘sabır’ kelimesi ile anlatılabilir. Gücümün yetmediği dönemlerde demir tutarak, yettiği dönemlerde bizzat döverek sabır testlerinden geçmiş biri olarak söylüyorum.”

“Babaan hamalı mı var derler!”

Barın’ın çıraklık hayatı babasının dükkanını çileyerek başlamış. ‘Günde en az 10 tur’ diyor, Kırkpaharlar ile dükkân arasında attığı seferler için. Ve çarşıda yaşadığı bir çok olay hatırında. Günümüzle değerlendirerek yorumlar getiriyor. Kurallarını kimin koyduğu belli olmayan o hukuku anlatıyor..

“Bizim dükkanda 10 kişi çalışırdık. Benim bir görevimden bahsedeyim. Her gün saat 11.00 olduğunda bakır tepsiyi alır, kasap dükkanına verirdim. Benim işim burada biterdi. Kasap önce etini ayarlardı, Sefer eminin oradan sebzesini alırdı. Her şeyini hazırladıktan sonra Emrah eminin fırınına verirdi. Kasap’ın işi de burada biterdi. Yemeğin pişeceği saat belliydi. Babam gidin alın dediğinde bu kez iki kişi giderdik. Emrah emiden hem yemeğimizi, hem de sekiz kilo ekmek alırdık. O zaman ekmek kilo ile satılıyor. Bunu her gün tekrarlardık. Akşam olunca babam çıkar kasabın, sebzecinin, fırının parasını öderdi. Bu sadece bizim dükkân, her dükkânda yemek faslı aynı şeyler yaşanırdı. Komutla başlar, komutla biterdi. Konuşma filan yok. Şimdi götürsen bir kasaba bunu bir de söylesen, ‘babaan hamalı mı var derler’ bana soracak olursan.”

‘Nal’ altın değerinde...

Henüz taksinin, traktörün şehre girmediği dönemler. Tüm iş hayvan gücüyle yapılıyor. Kağnı arabalarının popüler dönemleri. Her evin en az iki öküz bakma mecburiyetinin olduğu yıllar. Böyle olunca nal altın değerinde. Bugün Bayburt’taki fırın sayısından bile daha çok nalcı var o yıllarda. 

“Örnek verecek olursak Mutlu Köyü’nün 300 çift öküzü vardı. Her evde 2 öküz olma şartı var. Adamın 1 tarlası da olsa onu sürecek 2 öküze ihtiyaç var. Buranın malını babam çakardı. 35 köyün daha babam çakardı ve nal çakmaya çıkınca 20 güne geri dönerdi. İyi de bir ustaydı ve günde 35 çift mal çakardı. 70 öküz demektir bu. Yatıracaksın, yonacaksın, çakacaksın. Bayağı bir iş. Şuan o kapasitede adam bulamazsın. Şimdi günde 10 inek çakınca adam kendini büyük nalbant sayıyor. Dağ köylerinde ineklere dahi nal çakılır. Hayvanın rahat hareket etmesi için Masat, Hacıoğlu gibi köylerde ineklere nal çakılır.” 

20’den fazlaydı şimdi tek!

Tabi bu kadar nalbantın bir de derneği var. Barın, hem Nalbandiler Caddesi’ndeki, hem Ozulu Caddesi’ndeki nalcıları sayıyor bir çırpıda, dernek yıllarından da bahsediyor.

“1960 ihtilalinden sonra benim bildiğim köprüden karşıya Ozulu Caddesi’nde; Tacettin Atayater, Arif Atayeter, Süleyman Peçem, Rıza emi, Asaf eminin dükkanları var. Nalbandiler Caddesi’nde ise; İhsan Doğrusoy, Macirlerin Kemal, Hacı Dede Değer, Sadettin Kahraman, Vahit Barın, Zarif Kayalı, Şingahlı Vahit Usta, Mustafa Çakıcı, Halil Taner, Nalbant Latif, Nalbant Rasim, Nalbant Aziz, Nalbant Durbaba, Nalbant Ali, Nalbant Hasan, Nalbant Emrah, Nalbant Turan. Dernek ben kalktım vardı. Hacı Dede Değer dernek başkanıydı. Zamanla nalcı sayısı 7’nin altına inince dernek fesih oldu. Vilayetlikten sonra 90’lı yıllarda fesih oldu. Turan ve İlhan Araslı, Nevzat Adaş, Şadi Taner vilayetlikten sonra devam eden nalbantlar. Zamanla hepsi de kapandı ve tek başıma kaldım.”


“Nalbant dükkânında bir günah kalır”

Nahit Barın, ‘geceler gündüz olsa da keşke çalışsam’ dediği yılları özlemle anıyor. 1960 ve 70’lerin nalbantların tam kapasiteyle çalıştıklarını, büyüklerin her imal edilenin bir alıcısı olduğunu belirten, ‘Nalcı dükkânında bir günah kalır’ sözünü hatırlatıyor. Ve müşterinin gönüllü çıraklığını, ‘vatandaş yardımcı olurdu bitirirdik ve alır giderdi’ ifadeleriyle anlatıyor.

Traktörler girmeye başlamış, öküz devri kapanmış...

İş kapasitesinin çalışanlarının yevmiyelerini karşılayamadığı yıllarda çareyi makineleşmede bulmuş Barın. 1981 yılında makineyi almış. Kesme, dövme, delme her birinin tamamı elde yapılan işler yarı yarıya makine marifetiyle yapılmaya başlanmış ama makineleşmeyle birlikte köyden kente göç de hız kazanmış. 100 pare olan köyler 30’a düşünce hayvan sayısı azalmış. Ve zamanla traktörler girmeye başlamış Bayburt’un köylerine. Öküz devri tamamen kapanmış.

Bir taksi, bir durak...

Nalcıların bir diğer iş potansiyeli şehirde kızak ve faytonlara koşulan atlar. Şehre ilk giren Uğur Otobüsleri’ni, jeepleri ve taksiyi anlatıyor Barın. Bir devrin kapanışını ve yeni bir devrin açılışını…

“Bayburt’ta benim aklım kesti faytoncular vardı. Bir de 2-3 tane BMC kamyon. Ondan sonra Erzurum ve Trabzon’a çalışan Uğur Otobüsleri işlemeye başladı. Kapalı Çarşı’nın arkasından kalkarlardı. Daha sonra jeepler çıktı. Onlar da Kapalı Çarşı’nın önüne düzülürlerdi. Ondan sonra taksiler çıkmaya başladı. Bayburt’a ilk taksiyi getiren Galerli Muhsin Kurdal’ın babası. Yakutiye Cami’nin köşede yazıhane açıldı. Tek bir taksi var. Bunlardan önce yazın fayton, kışın hızek (kızak) işlerdi.”

Buzdan adamlar konvoyu!

Barın, söz kızaklardan açılınca bir anısını da anlatıyor. Kışa denk gelen düğünlerden bahsediyor. Bunlardan biri abisinin düğünü. Küçük olduğu için dahil olamadığı konvoyun evin önünde alkışlarla karşılanışı dün gibi aklında. ‘Sakallarından aşağı buzlar sarkmıştı’ diyor. ‘Desene buzdan adamlar konvoyu’ diye araya giriyorum. ‘Tam isabet aynen öyle’ ifadeleriyle gülümsüyor.

“Yakutiye Cami çevresi her zaman araçların durak bölgesi olmuştur. Buradan Aksung’a mı gideceksin, yazın fayton, kışın hızek (kızak). Ganimet o zaman hızek. Kışın farzet ki düğün var, gelin köyden gelecekse vay haline konvoydakilerin. Tatlı heyecan çileyle harman olurdu. Dünürcü gidilecek. Hızekler düzülürdü, üstü tam takır; Zakir emi, Dursun emi, def, keman,. Bir hengameyle çıkardılar yola, dönüşte bir bakardın sakallarından buzlar asılıyor.  Ağabeyimin düğününde bunu yaşadım. Ocak ayı, küçüğüm almadılar konvoya beni. Hızeklerle evin önüne geldiler. Dayanılmaz soğuklar vardı, Bildiş Köyü’nden (Soğukgöze) yengemi getirdiler.”

3 kamyon mal ve Bayburt-İspir arası 12 saat! 

Bölgede en önemli panayır İspir’de ve halen devam ediyor. İspir panayırına zamanında Bayburt’tan 30 esnaf 3 kamyonla gidermiş. İspir şimdi yanı başımızda ama o zaman 6 saat süren ve en az 2 yemek molası verilen zorlu bir yolculukmuş. Şimdilerde koca panayırdaki tek Nalbant kendisi.

“Her yıl Eylül ayının 15’inde başlar ve 1 hafta sürer İspir Panayırı. Eskiden Bayburt’tan 3 kamyon giderdi. Dereli Bayram (Sansu) Zalımoğlu, Çapo Memmet. Arabaların üstleri adam dolu; çırak, kalfa, usta karışık. Sabah 6.00’da çıkardık, gece 12.00’de varırdık. Kop’un dibinde bir yemek. Kandilli’ye geçeceksin, oradan İspir’e ama Şaban Köprü’de bir yemek daha. Ondan sonra Varintez Dağı’nı aşıp İspir’e gireceksin. Yol dar, dikili tek ağacı bile yok. Şimdi arabalar da araba yollar da yol. Suya aşağı gidiyoruz. Zaten bir buçuk, iki ton arasında yüküm oluyor. Bir pikapla gidiyorum.” 


"Ürettiğiniz şey büyük marketlerde yoksa sizin ki bitik bir meslektir!"

Nahit Barın son olarak ‘büyük balığın küçük balığı yutma’, nefes aldırmama hikâyesini anlatıyor. İçerisinde tüketicinin aradığı her şeyin bulunduğu büyük marketler gerçeğini hatırlatıyor.

“Ürettiğiniz ürün eğer o marketlerde yoksa zaten bitik bir mesleği icra ettiğinizi anlarsınız. Benim gibi, bir nevi gönül eğlencesi. Örneğin nal bulunmaz bu tür yerlerde. Nalın pazarı olsa en önce o satar. Misal bakıyorum; balta, çekiç, keser bulunuyor. Bu demektir ki bunları üreten demirci esnafı zamanla üretmekten vazgeçecek. Çünkü senin mal ettiğin fiyata zaten satılıyor. Kaliteye bakan eski adamlar da kalmadı açıkçası..”


Ondan sonrası yok!

Barın, Nalbandiler Caddesi’ni uzun yıllar önce terk etmiş olsa da Ulu Cami’nin arka tarafına düşen Kurtuluş Caddesi’ndeki küçücük dükkânında mesleğini icra etmeye devam ediyor. 70’ine merdiven dayamış ve ondan sonra Bayburt’ta nalbant yok. Ciritçilerden, dağ köylerinden veya bölgeden sipariş almışsa eğer caddeden sesini duyarsınız bu demire şekil veren ustanın. Sesi takip edin, kendine özgü o küçük kahverengi tabelanın altındaki mavi boyalı ahşap kapıyı da aralayın ve bir köşeye ilişin. Demirin sabır yüklü ellerde şekil almasına şahitlik ederken, yitip gitmekte olan bir mesleğin son ve hakkını veren gerçek bir 'ustası' ile tanışmış olursunuz.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Serkan GÖNÜLALAN 7 yıl önce

Canım dayım emeğine. Sağlık. Ellerinden. Öperim

Avatar
Hakan 7 yıl önce

Adamlar, adamlar!

Avatar
Eren 7 yıl önce

Deger verdiğim çok Sevdiğim adam gibi adam Nahit usta ellerinden öperim

Avatar
Erdal salim ispir 7 yıl önce

Nahit babanın omrune omur katsın Rabbim biz kendisini cokkk seviyoruz onu bayburtta gorsekte yinede ispirde görmek hoşnut edici değerli ustamın ellerinden öpüyorum mesleğinde tek olduğu gibi çocukları da islerinde tek ALLAH uzun ömür versin inşaAllah.

Avatar
mucip dürüster 7 yıl önce

İneğin.katırın..eşeğin vede atın olmadığı yerde nalın ne hükmü olurki.nahit ustanın o devasa nal kesme makinasını ilk aldığında taşımak ve kurmak için az emek vermedik.usta zeki ve pratikti.büyük oğlununda kirvesiyim.uzun ve sağlıklı ömür
dileğiyle..kollarına kuvvet.