Altmış yedi yıllık ömrünü, Rumelihisarı’nda askerlik yaptığı dört yıl, askerlik sonrası kız kardeşinin yaşadığı Samsun’da tren hattında çalıştığı birkaç ay sayılmazsa Bayburt’taki köyünde, Abusta (Çakırbağ)'da tüketmiş. Şehirde yaşayan amcazadesinin şehre gelip, Kaleardı Köprüsünden aşağı  Çoruh kıyısındaki büyük tarlayı ortak işlemeleri teklifini de kabul etmemiş. Yetmiş yaş civarında amansız hastalığa yakalanıncaya kadar ömrünü; sabah namazından yatsıya kadar köydeki arazisinde, tabiatla, hayvanlarla, bağıyla haşır neşir yaşayarak, çalışarak, çoluk çocuğunun rızkını bilek gücüyle topraktan temin ederek, üreterek, ibadetlerini aksatmadan, herhangi şüpheli bir alışveriş yapmadan geçirmiş. Yemen’e gidip, çok azı sağ salim dönen, peşlerinden türkü yakılan Anadolu’nun cefakâr insanlarından olan babası Yusuf Çavuş emek vererek ürettiği ürünlerden her yıl öküz arabasıyla şehirdeki amcaoğluna getirir, köyde insanlara yardım ve ikram etmeyi severmiş. Çakırbağ’da sadece arazisi olan, komşu köyden seçilme yeterliği olmayan bir ağır suçlunun muhtar olmasını, seçim günü itiraz eden Yusuf Çavuş’un önlediğini komşusu Kara Hamza’dan birkaç kere dinlemiştim. Yakınları, askerliğini çok uzun yıllar zorluklar içinde yerine getirdiğinden olacak; Yusuf Çavuş’un tek oğlu Mustafa’yı askere gönderirken çok mütehassıs olduğunu, kısa bir süre sonra  üzüntüden hastalanıp vefat ettiğini anlatıyorlar.

Köy caminin fahri imamlığını amcası Dursun gibi çoğu zaman Mustafa’nın işi, gurbette bir yaşantı düşünmediği gibi oğullarını da dışarı bırakmak istemez. Çekik gözleri, seyrek sakalı, Türkistan coğrafyasından gelmiş gibi duran, iri yarı olmamasına rağmen güçlü, mücadeleci saf ve temiz mizaçlı Hemen Mustafa’nın yaşadığı unutulmayan birkaç olayı, babaannem muhacirlik hikâyeleri ve dayısının oğlu meşhur Kara Yusuf Pehlivan’ın hikâyeleriyle beraber bizlere anlatırdı; vefatından kırk yıla yakın zaman sonra, geçen gün komşularından tekrar dinlediklerim arasında onun kimsenin şahitlik yapmak istemediği bir kız kaçırma hadisesinde şahitlik yaparak olayı aydınlattığı da var..

Çoruh’un karşısındaki araziye ve meşeliğe giden patika yolun geçtiği iğreti köprüye yakın, dört dönümlük arazisindeki  galıfında, gece geç saatlere kadar bağına ektiği fasulye, mısır, patates, aşotu, dargun gibi ürünleri yetiştirmek için uğraşan Hemen Mustafa’nın, komşulara yardım edeyim derken  kendi işlerini ihmal ettiği, köye dönmeyip bağında sabahladığı çok olurmuş. Bu bağa, yakındaki dağdan sızan cılız suyu topladığı havuzla ve daha sonra Çoruh’tan benzinli motorla çektiği suyla hayat verirdi. Daha az uğraştığı köyün üst kısmındaki ‘’Ağıllar’’ denilen dağlık alan, yukarılardan Danzut  tarafından  gelip Çoruh’a kavuşan küçük dere sayesinde daha mümbit bir yer. Bu bölgenin ıssızlığı neyse de, eskiden beri civarın ayısının en çok uğradığı yerlerden olması en büyük  sıkıntı. Her bölgede bir ayı ailesinin olduğu ve bunun yüzyıllar boyu devam ettiği söylenir. Geceleri Çoruh’ta avladığı yengeç ve balıkla doymayan, köye uzak bağ yerlerini de ziyaret eden ayının torunları, Mustafa Amcadan sonra oğullarının ektiği kavun-karpuz,  domates ve özellikle fasulye ile arı kovanlarının en büyük düşmanı olmaya devam ediyor. Geçenlerde, güneşten elde edilen elektrikle aldıkları önlemle ayının bağlarına bir daha uğramadığını anlatıyorlardı, ortada görünen ince kabloyu görecek kadar gece karanlığında iyi gören ayı tehlikeyi sezmiş.

Bir bahar günü, büyük ihtimal sulama arkının yıllık temizliğini yapan, henüz genç denecek çağda güçlü kuvvetli Mustafa, ağıllar mevkiindeki tarlanın tumbuna biriktirdiği taşları arkasını döndüğü dereden aşağı atmaktadır. Yanında iki yavrusu (palağı) olduğu halde güzergâhtan geçmekte olan ana ayı,  yavrularına taş atıldığını zannederek, hışımla taşların geldiği yere tırmanır.  Sese dönerek ayıyla yüz yüze gelen Mustafa , panik yapmadan iki elini halka yaparak hayvanın boğazına yapışır ve ayakta mücadeleye başlarlar. Ayının pençeleriyle kazağı ve gömleği yırtılan, o anda fark etmese de, birkaç kaburgası kırılan Hemen Mustafa kaçmaya hiç teşebbüs etmez, birlikte dereden aşağı yuvarlanır, yaban böğürtlenleriyle kuşburnu ağaçlarının kuşattığı büyük bir kayaya çarptıktan sonra, ayağa kalkarak tekrar mücadeleye devam ederler. Çok geçmeden palakların bağrışmaları üzerine ayının, endişelenerek kavgayı bırakıp yavrularına doğru gitmesiyle bu garip boğuşma sona erer. Olayı gören birisinin haber vermesiyle koşarak onun diktiği fidanları çekip yardıma gelen köylüler ayıya yetişemez. Genç Mustafa, ihtimalen komşusu, olağanüstü kuvvete sahip Daştan sülalesinden meşhur Kara Yusuf Pehlivan’ın, bağına dadanan ayıyı tek başına değnekle öldürmesinden cesaret almış olsa da, kendisini bir daha ayı ile karşılaştırmadığı için olay her aklına geldiğinde Allaha şükreder.

Beden gücüyle çoluk çocuğunun maişetini temin eden Mustafa Amca her gün yatsıdan sonra deliksiz bir uykuya dalıp seher vakti dinlenmiş olarak kalkmaktadır, gece rahatsız edilmekse en kızdığı şeydir.

Evde çok vakit geçirmediği için çocukların beslediği tavşan ve yavrularından haberi yoktur. Bir gece üzerinden atlayıp rahat durmayan tavşanları zifiri karanlıkta uykulu haliyle fare sanıp, yakaladığını duvara fırlatır. Tavşanları bu şekilde öldürdüğü sonradan kendisine anlatılınca çok müteessir olur.

Onun korkusuz bir adam olduğunu sık sık vurgulayan Hasan Taştan’ın anlattığı olay da yabana atılmayacak cinsten;

"Bir güz günü köylümüz Ali Demir ile beraber yetiştirdikleri karpuzları çuvallayarak satmak gayesiyle  köyleri dolaşmaya çıkarlar. Hava kararmasına rağmen karpuzları tam bitiremediklerinden namazlarını kıldıkları en son köyden sonra, kalan karpuzları elden çıkarmak için yakındaki başka bir köyün yolunu tutarlar. "O tarafta arazide ayı var" uyarısına aldırış etmeyen Mustafa Amca, arkadaşını korkması için bir şey olmadığına, karpuzları bitirmeden dönmemeleri gerektiğine  ikna eder.

Karanlık tam çökmüştür, yürümekte oldukları derenin derinliklerinden kısık bir ses yükselir; ‘’-Mustafaa bir çuval karpuzu yere bırakın da da geçin.’’ Ali’nin beti benzi atmasına karşılık Mustafa amca hiç umursamaz. Aynı ses aynı sözleri  iki defa daha tekrarlayınca kızarak hafif bir küfürle sesin geldiği tarafa cevap verir; ‘’-….ulan bennen mi kazandınız?’’ Bu sırada kamasını çekmiş ve bir taşın kovuğuna girmiştir. Dağdaki, üç harfliler denen görünmezlerden geldiği tahmin edilen ve insanlara değmediği bilinen taş yağmuru da onu korkutmaz, arkadaşı ise durmadan "geri dönelim buralar tekin değil" diye  yalvarmaya devam eder. Biraz daha yürüyüp açık ferah bir  yere gelince orada mola vermeye karar verirler ve  öküzleri açarlar. Mustafa arkadaşına; ‘’-Arabadaki sergeni getir, yere serip burada sabahı edelim, dünyanın neresi tekin ki" diye seslenir. Sergen arabadan yola düştüğünden, arabada sanıp sergeni almaya  giden Ali sergeni bulamaz, adamcağız görünmezlerin ve ayının korkusuyla sergeni bulmak için daha fazla uzaklaşmaya cesaret edememiştir. İşin kendisine kaldığını anlayan Hemen  Mustafa, arabanın geldiği yolu takip ederek sergeni aramaya çıkar. Korkmasın diye, söz verdiği gibi her yüz metrede dönerek arkadaşına seslenmektedir.

Beş yüz metre kadar gittikten sonra ayıyı arkası dönük olarak oturduğu yerde görür, bir süre ne yapacağına karar veremez. Hayvanı ürkütmek istemediğinden arkadaşına da seslenemez. Akşamdan beri olanlardan endişeye kapılan Ali, sükûnetini bozmadan tevekkülle korku arasında olacakları bekler. Sergeni ne pahasına olursa olsun almak isteyen Mustafa yerden büyükçe bir taş kaparak ayıya fırlatır. Taşı yediği halde hareket etmeyen karartının ayı değil aradığı sergen olduğunu anlayınca rahatlar ve arkadaşına seslenir. Sergeni yerden alır, kendisini bekleyen arkadaşının yanına koşar, kamp kurup sabahı bekleyecekleri düzlüğe varır.

Yetmişli yıllarda köy dışında oyun oynayan gençlerin arasında oğlunun da olduğunu öğrenen Mustafa Amca, kendilerini kaptırdıkları oyunun heyecanı ile etraftan bihaber gençlerin yerini bulur. Altında oyun oynadıkları kayadan başını uzatıp gençleri bir süre izler, oğlunun elinin iyi olduğunu görünce "gençleri rahatsız etmeyeyim" diyerek köye döner.