Kasapların ara; günümüzde başka şehirlere, tabii ki en çok İstanbul’a göç etmiş hemşerilerimizin yazın sılayı rahim için geldiklerinde mutlaka uğradıkları, şimdi etrafında birkaç kasabın kaldığı, saat kulesine yakın, Bayburt’un çay içme ve kahvaltı mekânlarından biri. Ortasında küçük bir havuzu ile, çay ocağı, Balaban’ların tırnaklı fırını, Kasap Yaşar’ın dükkânı, bakkal-siyasetçi Kadir’in dükkânı ile günümüzde de yaşıyor Kasapların Ara..
Kasap Yaşar'ın babası, Kasap Hacı, Kasap Ramis, Kasap Sefer, Efe, Ruşen ve dedemin yakın ahbabı Küfeoğlu, Salih Başağa, Cabir Sönmez Kasapların Ara’nın eski sakinleri. Kasapların aranın öncesi olan Kasaplar Çarşısı yapılırken Belediye, Başağa ve Sönmez’lerin mülklerini kamulaştırmış.
Derici Kemal, Özelerler ve Canmemiş’lerin eskiden kasap, sonradan deri toplama merkezi olan dükkânları da burada. Yüz yetmiş dört köy ve sekiz civarında mezradan gelen koyun, keçi ve büyükbaş hayvanların derilerinin toplanıp işleme merkezlerine gönderilmesi, ayakkabıcı çarıkçı esnafına ulaştırılması ekonomik girdisi çok olan zahmetli bir iş idi. On beş kadar derici esnafının onlarca adam çalıştırarak yaptığı deri toplama işi, günümüzde deri para etmediği için; değirmencilik, hancılık, zahirecilik, semercilik, nalbantlık, purutçuluk (tandırcılık), kavurmacılık, yumurtacılık meslekleri gibi terkedilen zenaatlerden birisi haline geldi.
‘’Suyaaşağı’’ köylerden bir tanıdığımın anlattıkları, kasapların arada yapılan başka bir ticarî faaliyeti hatırlamamıza sebep oldu. Ağustos’un son günlerinden başlayarak, ekim ayının sonuna kadar Yamalı dağının yamacında kaldığı ve rakımları düşük olduğu için Bayburt genelinden daha sıcak olan, Ballıkaya köyünden aşağı beş altı köyde üretilen; tatlarının hoşluğu ile bilinen kavun, karpuz, felikabağı, domates ve fasulye, öküz arabalarına yüklenerek büyük meşakkatlerle şehire getirilerek toptan satılırmış. Bazı arabalara Adabaşı köyünden sonra gelen Hatunpaharında ve Kaleardı Mahallesi girişinde yapılanlar sayılmazsa Dikmetaş’ta mola veren yüklü arabalar huzurlu bir şekilde sabah erkenden şehre girermiş.
1990'lı yıllarda Belediye tarafından satılan iki parça halindeki, Ulu Cami’ye yakın zahire meydanında arpa, buğday, yulaf toptan ve perakende olarak alınıp satılırdı; epeyce bir zaman çoğu ‘’Suyaaşağı’’ köylerden gelen sebze ve meyvenin toptan satıldığı mekân olarak kasapların ara kullanılmış.
Yanında çocuğu olduğu halde yaz boyu uğraşarak yetiştirdiği bir araba kavunu komşuların yardımıyla öküz arabasına yükleyerek satmak için kasapların araya getiren kadının başına gelenler bir ağıt olmuş, yıllarca söylenmiş.
Eylül ayının sonları olduğu için hava soğuktur, kavunu satın alması için haber gönderilen tüccar bir süre sonra gelir, önce bir kavun yer, beğendiği bal gibi tadı olan kavuna verdiği fiyat normalin çok altında olduğu için kadın kavununu bu tüccara satmaz. O zamanlar normal pazarlarda ve hayvan pazarlarında tüccarların uyduğu yazısız kurala göre, birinin verdiği fiyatı başka biri arttıramaz ve o malı satın almazmış.. Başka alıcı çıkmadığı için kadıncağız kavununu elden çıkarıp parasını alamaz. Gece hava iyice soğur çocuk hastalanır, hastaneye götürülmesine rağmen birkaç gün sonra ölür. Kadıncağız perişan haliyle yaktığı ağıtı sesli olarak söyler, olayı kısaca anlattıktan sonra ‘"–Kalmıya kalmıya ahım kalmıya‘’ diye beddualar eder. Olayı bana anlatan bedduanın tuttuğunu söylemeyi de ihmal etmedi.