Kırk yıl öncesine kadar Anadolu’da gelişmiş tarım makinalarının kullanımı yaygın değildi. Yaz boyu çiftçilik ve hayvancılığın gerektirdiği işleri yapan, yeterli  arazi ve hayvan sahibi olmayan kırsal kesim insanları; kışın büyük şehirlere çalışmaya giderlerdi. Yol arkadaşlığı, kader birliği eden beş on kişilik grupların çoğu kendi akraba ve köylülerinden, komşu köylerden insanlar olur; en zaruri eşyalarından yastık ve yorganlarını istif edip, heybelerini lor ve kete ile dolduran bu çilekeş emekçiler umutla yola koyulurlardı.

Bayburt’tan çıkan gurbetçilerin ekserisi Aşkale’de bindikleri trenden Sirkeci’de inerlerdi. O zaman trenler kömürle çalıştığından, günlerce süren yolculuk sonunda insanlar, özellikle tünellerde is içinde kalırlar, karı- koca dahi birbirlerini tanımakta zorluk çekerlerdi.

Kendisini yaşlı zamanında şehirde limon satarken tanıdığım Salih Gada’da, gençliğinde köyün arazilerinin büyük kısmının sahibi, şehirde yaşayan, köyde de evleri olan Kondolot’lara ait cinli damda çalışırdı çok zaman. Hayvanların yemlerinin ve sularının verilmesi, sütlerinin sağılması, altlarının süpürülmesi gibi işlerin yanında; tarlada ekin biçme, harman yapma, ot bağlama gibi beden gücü isteyen işlerde çalıştığı yaz günlerinde hiç boş kalmaz, kışın da yatıp dinlenmek yerine çalışıp para kazanmak için bir çok insanın yaptığı gibi  gurbetin yolunu tutardı. Büyük arazi sahiplerinin çok azı eski dönemden gelen voyvodalardı, yetmişli yıllara kadar şehirde parası olan esnaf, yatırım için köylerden değerli araziler satın alırdı. Birinci Dünya Savaşı sonrası boşalan araziler kolay sahiplenilen yerlerdi zaten.

Bin dokuz yüz ellili yıllarda, güzün hasat mevsiminin bitip, işlerin azaldığı günlerde kendi köyünden ve komşu köyden 5-6 kişiyle Aşkale’den trene binen Salih Gada, İstanbul’un yolunu tuttu. Yanlarına, yorgan ve yastıkları dışında bol bol kete ve kerti lor koydukları heybelerini almayı ihmal etmemişlerdi. İstanbul’da işleri rast gitti, çok aramaya gerek kalmadan büyük bir yağ firmasına ait teneke fabrikasında iş bularak, çalışmaya başladılar. Haznedar’da Osmanlı devrinde askerî kışla olarak kullanılmış metruk yerde yatıp kalkıyorlar; yemeklerini de çoğu zaman burada yiyip, günlük ihtiyaçlarını burada gidermeye çalışıyorlardı.

Soğuk mevsimde, doğru dürüst ısınmayan büyük bölmede yirmi kadar insan karşılıklı iki grup halinde yatıyor, yorgan sayısı adam sayısından çok az olduğu için sabaha kadar bir sağa bir sola ilerleyen yorganlarla ısınmaya, üstlerini örtmeye çalışıyorlardı. Bazen sabah kalktıklarında kendi yorganlarını çok uzaklarda buluyorlardı. Sabaha kadar hem uyumaya çalışıyorlar, hem de yorganı üstlerinde tutma uğraşı vererek iyice yoruluyorlardı.

Bir defasında gecenin ilerlemiş vaktinde uykudaki mücadeleyi kaybedip yorgansız kalınca üşüyen ve kalkıp oturan Salih Gada, yüksek sesle aynı mekânı paylaşmakta oldukları arkadaşlarına seslenerek onları uyandırdı; "- Arkadaşlar kalkın biraz dinlenek de sonra gene yatak."