Baba oğul her ikisi de Mecusi idi. Baba oğlunu neredeyse âşık derecede seviyordu. Öyle ki; gözünü onun üzerinden bir an olsun hiç ayırmıyordu. Hatta başına herhangi bir şey gelmesin diye izinsiz bir yerlere gitmesine bile rıza göstermiyordu. Dolayısıyla oğlu Selman’ın gençliğinin büyük bir bölümünü genellikle kendi kabına çekilerek geçirirdi dersek yeridir. Günlerden bir gün iş dönüşünde kilisede ruhunu terennüm edecek ilahi söyleyen bir gruba rast geldiğinde seyre dalıp daralan ruhundan bir nebze olsun sıyrılıverir. Nitekim onları dinledikçe içe kapanık dünyasının aydınlanıverdiğini hisseder. İlahi sonlandığında içlerinden birine şöyle der:
-Mensup olduğunuz dinin ilahisi çok hoş, acaba bu dininizi öğretecek birini nerede bulabilirim, bu hususta bana yardımcı olursanız çok sevinirim.
İlahi okuyan adam cevaben:
-Ruhunun susuzluğunu giderecek kaynak buralarda değil Şam’dadır der.
Bu arada babası ise oğlunun yolunu gözlemektedir. Zira babası onu işe göndermişti, geç kalınca merak bu ya;
-Oğlum nerelerdeydin, geç kalışının sebebi ne?
Selmân-ı Farisî:
-Babacığım yolda ruhumun susuzluğunu giderecek bir dinin mensup topluluğa denk geldim, onları izlemeye dalınca yıllardır ateşe tapmanın ne kadar anlamsız olduğunu ve onların dininin bizimkinden kat be kat üstün olduğunu idrak ettim.
Baba bu durumda:
-Bak Oğlum, o da ne söz, besbelli ki senin aklını çelmişler, derhal bu tip düşüncelerden kendini arındır. Şunu iyi bil ki atalarımızın dininden üstün din olamaz dediyse de bir türlü oğlunu ikna edemez. Ve ellerini bağlayıp haps eder bile.
Baba oğlunu hapsede dursun, oğul hiçte işin peşini bırakmak niyetinde değildi. Nitekim oğlu kilisede tanıştığı arkadaşlara gizlice haber salıp “Şayet Şam civarından kervan gelirse mutlaka beni haberdar ediniz” ricasında bulunur. En nihayetinde çok büyük bir heyecanla beklediği haberi aldığında bağlı olan ellerini çözüp kervanla birlikte yola koyulur. Derken uzun süren yolculuğun ardından papazla buluştuğunda kilise dinine mensup biri olarak bu yola kendini adar. Ancak ne var ki zaman içerisinde papazın birkaç yanlış davranışı gözünden hiç kaçmaz. Öyle ki papaz öldüğünde ardından gözyaşları içerisinde ağlayan ahaliye seslenerekten:
-Ey ahali! Nedir bu haliniz kendinize gelin, bir kere her şeyden önce bu adamın arkasından gözyaşı dökmeye değmez, o sandığınız gibi iyi biri değil kötü bir insandır demekten kendini alamaz da.
Tabi insanlar şaşkınlık içerisinde şu karşılığı verir:
-Bre adam! Sen nasıl ölen bir insanın ardından böyle laflar edersin, üstelik o dinimizin baş tacı öğreticisidir.
Selman cevaben:
-Siz öyle zannedin, oysaki hayır hasenat için eline teslim ettiğiniz o adam, sadakaları yoksullara dağıtmak yerine cebine indiren biriydi, eğer bana inanmıyorsanız sadaka diye dağıttığını sandığınız sikkelerin yerini gösterebilirim der.
İnsanlar bu kez:
-Hadi bakalım, o halde bize yerini göster karşı mukabelesinde bulunurlar.
Gerçekten de denilen yere gidildiğinde her bir çömleği devirdiklerinde ortaya saçılan sikkeler papazın gerçek yüzünü ortaya çıkmasına yetiverir. Böylece, Selmân-ı Farisî’yi haklı bulan ahali, papazı cümle âleme ibret olsun diye cesedini boynundan iple askı sallandırırlar. Derken gelen geçen darağacında asılı papazı taşlar hale gelir. Ardından ise kiliseye yeni bir papaz atanır. Neyse ki yeni papaz bir önceki gibi dünyaya tamah gösteren biri değildi. Bilakis ibadetiyle meşgul biriydi. Selmân-ı Farisî bu yüzden yeni atanan papaza çok sadakat içerisinde bağlı kalır. Ancak o da son nefesini vermek üzereydi ki, Selmân-ı Farisî ardından rehbersiz kalmamak adına şöyle vasiyet diler:
-Efendim! Sizden sonra beni kime emanet edersiniz?
Papaz bunun üzerine şu vasiyette bulunur:
Var git Musul’a, orada bir arkadaşım var, kendisi iyi bir rahiptir.
Hani arayan bulur derler ya, aynen öyle de papaz vefat ettikten sonra Selman-ı Farisi ilk iş olarak denileni yapar ve onu bulur da. Gerçekten de papazın dediği gibi samimi dürüst bir rahiple yüzleşmiş olur. Bu rahipte ölmeden önce gösterdiği işaretle bir rivayete göre ya Ankara’nın bugünkü ulustaki Hacı Bayram Velinin yattığı türbenin yanında yer alan kilisedeki papazın yanında hizmet etmişliği söz konusu ya da Anadolu’nun Ammuriye şehrinde Aziziye-Emirdağ'da kilisesinde ki bir başka papazın gözetiminde 10 yıl kendini hizmette adanmışlığı söz konusudur.
Her neyse ikinci rivayeti esas aldığımızda Ammuriye’de geçirdiği günler içerisinde hizmette kusur göstermeyen Selmân-ı Farisî, böylece arayıp bulduğu papazdan çok memnun kalacaktır. Ancak o’da ölümün eşiğine geldiğinde:
-“Ey Selmân, artık şu koskoca dünyada ne yazık ki seni birilerine teslim edebileceğim insan kalmadı. Ancak şu da var ki kutsal kitaplarımızda bildirilen ve her an gelmesi yakın bir zamanda Harem bölgesinden çıkacak olan Ahmet Muhammed adında bir peygamber Yesrib’e hicret edecektir. O'nda pek çok alametinin bulunmasının yanı sıra bunlardan en belirgin üç alameti şunlardır:
-Sadaka asla almaz.
-İki kürek kemiği arasında Peygamber Zişan’ı diyebileceğimiz bir ‘ben’ vardır.
-Hediye kabul eder.
Şayet onu bulduğunda bu üç alameti görürsen derhal ona iman et ve teslim ol” vasiyetinde bulunur. Bu vasiyetinin üzerinde fazla zaman geçmemişti ki her fani gibi o da bu dünyadan göç eyler.
Böylece Selmân-ı Farisî hakikat yolunda arayışında yine tek başınadır, ama kendisine söylenilen son vasiyetteki sözlerin gereğini yerine getirebilmek içinse her zaman olduğu gibi boş durmaz Hemen Kelb kabilesine bu hususta yardımcı olmalarını diler. Ve onlara kendisini Harem taraflarına götürdükleri takdirde inek ve koyunlarını verebileceğini teklif eder. Zaten adamlarında canına minnet, kabul eder gibi görünüp birlikte yola koyulurlar. Zira Vadi’ül Kura’ya geldiklerinde Selmân-ı Farisî’ye göstermelik verdiği sözlerinden cayıp Yahudi’ye köle olarak satarlar. Neyse ki satın alan Yahudi onu Yesrib’e götürür. Her ne kadar Selman köle sıfatıyla buralara gelmiş olsa da beklenen Peygamberin hicret edeceği toprakları görmesi onu bir an olsun köleliğini unutturmaya ziyadesiyle yetmişti. Ve rahibin kendisine geleceğini müjdelediği peygamberin alametlerini gözlemlemeye koyulur da.
Nitekim bir gün Resulullah (s.a.v) arkadaşlarıyla sohbet ederken Selman bir miktar hurma getirir;
-Bu sana hediyem olsun, kabul eder misin?
Resulullah (s.a.v):
-Evet, deyip kabul eder.
Böylece birinci alameti tamda yerinde görmüş olur.
Bir defasında ise Rasulullah’ı Kuba köyünde gördüğünde, yine hurmaları uzatıp;
-Bunlar sadakadır, alır mısınız?
Allah Resulü (s.a.v) cevaben;
-Hayır, der ve kabul etmez.
Derken Selmân-ı Farisî (r.a) ikinci alameti görmenin sevinciyle bu kez üçüncü alameti heyecanla beklemeye koyulur.
Nitekim bir gün Resulullah (s.a.v) Baki kabristanda arkadaşını defnederken adeta “Sen de gel gör”’ dercesine sırtını açmıştı ki işte o an, Selmân-ı Farisî (r.a) gözlerini iki kürek arasına odaklanıverir. Böylece sırtında peygamber mührünü gördüğünde bu üç alameti görmenin sevinciyle hakikat arayışında kelimeyi şahadet getirip iman halkasına dâhil olur.
Derler ya bu yolun öncesi aramak, sonrası ise kavuşmaktır, Aynen öyle de bir insanda yeter ki canı gönülden aramasını bilsin bir şekilde er geç mutlaka hakikat yolunda vuslat hâsıl olabiliyor. Zaten Selmân-ı Farisî Hz.lerinin tüm hayatında arayış ruhu ziyadesiyle var idi, derken en son aradığı kâmil dini bulup muradına erer de. Ve bu noktada bize ancak “Ne mutlu doğru yolu bulup hidayete erenlere müjdeler olsun” demek düşer.
Vesselam.