Efendimiz (s.a.v); Beni Mustalik Kabilesinin baskın yapmak üzere harekete geçeceği haberini aldığında derhal orduya sefer emri verir. Böylece verdiği talimat doğrultusunda ordu yola revan olur. Derken kabilenin hakkından gelinip bir yandan on kişi öldürülmüş olurken bir yandan da bir kısmı esir alınmış olur.
Sefer sonrası Beyda denen yolda mola verildiğinde Hz. Aişe annemiz elini boynuna götürdüğünde gerdanlığın kaybolduğunu sezer bir anda. Tüm aramalara rağmen gerdanlık bir türlü bulunamaz. Bu arada ordu içerisinde huzursuzluk baş gösterir. Hatta birkaç kişi Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a)’ın huzuruna varıp;
-“Koca ordunun bir gerdanlık yüzünden bekletilmesine değer mi, baksanıza herkes susuzluktan kırılmış durumda” diye sitem ederler. Bunun üzerine Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a) derhal kızının yanına gitmeye kara verir. Gittiğinde birde ne görsün Allah Resulü (s.a.v) Ayşe annemizin dizine başını koymuş uyuyor. Tabii bu durum karşısında meramını iletemeden sessizce oradan ayrılmak zorunda kalır.
Sabah olduğunda Allah Resulü (s.a.v) tarafından sıcağı sıcağına okunan şu ayet nüzul olur:
- “Su bulamadığınız takdirde temiz toprakla teyemmüm edin. Ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün” (Maide-6).
Böylece nüzul olan vahyin akabinde Müslümanlar teyemmümle nasıl abdest alınır hükmünü bizatihi yerinde öğrenmiş olur. Bu arada molanın ardından ordu yola koyulduğunda kaldırılan devenin altından gerdanlığın çıkması herkese rahat bir nefes aldırır. Aslında gerdanlık işin bahanesi, besbelli ki Rabbül Âleminin hikmeti gereği olarak bu olay vesile edilip teyemmümün öğretilmesi murad edilmiştir. Bu olayın hikmetinin devamında ise şu hadise yaşanır. Şöyle ki;
Yolculuk ilerliyordu, bir konak yerine geldiğinde Hz. Aişe annemiz ihtiyacını gidermek için devesinden inip bulunduğu yerden uzaklaşır, dönüşte yine gerdanlığın kaybolduğunu fark eder. Tekrar dönüp aramaya koyulduğunda gerdanlığı bulmasına bulur ama bu seferde başka bir mesele ile karşılaşır. Çünkü kafile mola verdikleri yerden çoktan gözden uzaklaşmıştı. Kervanın ardından koşuşturmaya koyulsa da nafile. Yetişmek ne mümkün, nefes nefese kalıp kaldığı yerde yorgunluktan uykuya yenik düşer. Sadece kafileyi kaçıran Ayşe annemiz mi, Safvan b. Muattal (r.a) da aynı durumdan muzdariptir. Safvan b. Muattal (r.a)’da tıpkı Aişe annemiz gibi ihtiyacını gidermek için konaklanan yerden uzaklaşmış, o da ordunun gittiğini görmüş, hatta o sıra da Ayşe annemizin uyuya kaldığını fark edince validemize seslenip uyanmasını sağlar. Annemiz uyandığında Safvan b. Muattal (r.a)'ın yedeğinde getirmiş olduğu deveye binip, ilerde mola verilen yerde orduya yetişmiş olurlar. Hatta mola yerinde geç kalma nedenleri anlatılır da.
Tabi durumdan vazife çıkarmak isteyenler Medine’ye geldiklerinde dedikodu kazanını kaynatmaya başlarlar. Öyle ki güya Aişe validemizin Safvan b. Muattal (r.a) ile baş başa kaldıkları iftirasını dillerine dolarlar. Aişe annemiz ise o günlerde geçirdiği yaklaşık yirmi günü bulan hastalık sürecinin ardından tüm dedikodulardan habersiz bir şekilde Ümmü Mistah isimli hanımla hava almak için yürüyüşe çıkarlar. Karanlıkta iki hanım hoş beş sohbet etmenin ardından ansızın ayağı takılan Ümmü Mistah sendeleyip yere düştüğünde canı yanıp aklına oğlu Mistah düştüğünde;
-Hay Allah! Allah senin cezanı versin Mistah, diyerekten kendi kendine hayıflanmaya başlar.
Bu durum karşısında Aişe annemiz Ümmi Mistah’a;
-Bu nasıl bir söz, o senin evladın deyince,
Ümmi Mistah cevaben şöyle der:
-Ey Aişe! Yaramı deşme, ortalıkta dolaşan dedikodulara alet olanlardan biri de benim oğlum. Hatta senin hakkında zina iftirasında bulunanlar arasında yer alıyor.
İşte Ayşe annemiz işittiği bu haber karışışında sanki başından kaynar sular dökülmüşçesine canı yanar. Bu durum Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a)’a bildirildiğinde çok üzülür ve bunun üzerine yıllardır geçimini üstlendiği Mistah’a yardım etmeyeceğinin kararını alır.
Resulullah (s.a.v)'de elbet çok üzgündü, hatta bu konuda kesin hüküm gelir düşüncesiyle bir süre konuşmaz. Fakat o sıralarda beklemeye koyulduğu vahyin gelmemesi üzerine bu konuda gerek hanımlarına ve gerekse Hz. Ömer (r.anh)’la istişare edip fikir alışverişinde bulunur. Neyse ki hepsi suizanda bulunmazlar. Özellikle Hz. Ömer (r.a);
-Ya Rasulüllah! Seni aldatacak bir kadını, Allah Teâlâ sana nikâh edeceğini mi sanıyorsun? Bu bir iftiradır şeklinde sarf ettiği sözler Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v)'in içini çok ferahlatır.
Efendimiz (s.a.v) bu arada Ayşe annemizin yanına vardığında onu ağlar halde gördüğünde şöyle der:
-Ey Aişe! Allah'tan kork, eğer bir fenalık işledi isen tövbe etmelisin.
Aişe validemiz:
-Vallahi o dediğin şeyden Allah’a tövbe edecek değilim. Çünkü böyle yapmakla o suçu kabul etmiş olurum. Ama ben Yusuf’un; “Bana düşen güzel bir sabırdır yardım istenilende Allah'tır” dediği gibi demeyi tercih ederim.
Aişe annemiz sözlerini bitirir bitirmez, akabinde Resülüllah (s.a.v)’ı vahiy hali sarar. Vahy hali geçtikten sonra eşine tebessüm edip;
-Ey Aişe! Müjdeler olsun ki, Allah senin tertemiz olduğunu bildirdi.
Allah Resulü Aişe validemizi rahatlatacak sözlerinin ardından mescide girip nüzul olan ayetleri ashabına okumayı da ihmal etmez. Nitekim okunan ayet-i celile de Yüce Allah şöyle beyan buyurur:
-O uydurma haberi size getirenler içinizden bir cemaattir. Siz bu iftirayı hakkınızda kötü bir şey sanmayın. Doğrusu o sizin hakkınızda hayırlıdır.. Bu iftirayı yapanlar dört şahit getirmeli değil miydi? Mademki onlar bu şahitleri getiremediler, o halde Allah yanında yalancı kimselerdir… Onu duyduğunuz zaman.. subhaneke haza buhtanun azim demeniz lazım gelmez miydi? ... Ancak O Allah’tır ki dilediğinizi temize çıkarır. Allah her şeyi işitendir, bilendir’ (Nur suresi 11–21).
İşte bu okunun ayetlerin gereği olarak Hasan b. Sabit ve Mistah b. Esase iftira cezası olarak seksener değnek vurulmak suretiyle cezalandırılmış olunurlar. Hakeza bu iftirayı esas yayan İbni Selül’de cezaya tabi tutulup bundan böyle o ilelebet şahitlikte yapamayacaktır.
Hasan b. Sabit ve Mistah’da pişman olmuştu. Resulullah (s.a.v) gelen vahiyle bu hususta Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a)’ı bilgilendirip Allah’ın emrini iletti:
- “İçinizden fazilet ve servet sahibi olanlar akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere yardım etmemek üzere yemin etmeyenler affetsinler, hoşgörü ile karşılasınlar..” (Nur-22).
Böylece Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a) Mistah’ı bir daha aile içine almayacağına dair yapmış olduğu yemini için Allah’tan af diler. Derken Mistah artık aile sofrasında yerini alma saadetine ermiş olur.
Velhasıl-ı kelam; Kur’an-ı Mucizül Beyan’ın açıklığa kavuşturduğu mesele sayesinde hem Ayşe annemiz hem de Safvan b. Muattal (r.a) huzur bulmuş olur.
Vesselam.