Zeyd; Kelb kabilesinden olup babası Harise’dir. Babasının da çok sevdiği bu can evlat, yedi yaşlarında iken annesi ile birlikte Tayy kabilesine misafirliğe giderler. İşte Zeyd için ne oluyorsa gittiği bu misafirlikle birlikte yeni bir hayat döngüsü başlıyor. Düşünsenize Zeyd Tayy kabilesinden kendine oyun oynayacak arkadaşlar bulmuşken hatta tam da misafirliğin tadını çıkaracakları o beldede her şey yolunda giderken, bir sabah ansızın baskına uğrayıp gürültü patırtı içerisinde yabancı bir adamın elleri arasında bulur kendini. Heybelere yerleştirilen çocuklar artık esir pazarındadır. Esir pazarına gelindiğinde çokta sevimli olduğu gözlerden kaçmayan bu çocuğa ilk etapta Hakim b. Hizam talip olur. Ve onu satın aldıktan sonra Mekke yoluna revan olur. Uzun bir yolculuğun ardından Hatice annemizin huzuruna satın aldığı köle çocuklarla çıkar. Malum çıkarılan çocuklar arasında Zeyd de vardır. Zeyd Hatice annemizle göz göze geldiğinde; “madem baba ocağına dönüş yok gibi gözüküyor, umarım şu güler yüzlü hanım beni seçer” düşünceleri zihninde canlanır. İşte böyle bir umut içerisinde beklerken, bir anda Hatice annemizin;
-Bu çocuğu alıyorum demesiyle birlikte Zeyd’in yüzü aydınlanıverir.
Hakim b. Hizam:
- Bu çocuk sana hediyem olsun diyerek onları ardından uğurlar da.
Hava kararmaya başlamıştır, o sırada Peygamberimiz (s.a.v) ile buluştuğunda iç dünyasında titreşimler meydana gelip, ruh ikliminde anlam veremediği bir değişim yaşar. Hatta Habib-i Ekrem (s.a.v) pamuk elleriyle Zeyd’in başını okşayınca adeta iç dünyası alevlenir. Biraz sonra Hatice’ye seslenerek:
- Bu çocuğu bana hediye eder misin?
Hatice anamız gönül hoşnutluğu ile şöyle der:
-Zeyd her haliyle sana aittir.
Allah Resulü (s.a.v) Zeyd’e dönerek:
-Şu andan itibaren köleliğin bitmiştir, artık hürsün, bundan böyle benim evladım sayılırsın deyip onu bağrına basar.
Nübüvvet ocağında tüm bunlar yaşanırken, Baba Harise’de evladının ayrılığı ile yanıp tutuşuyordu, dahası onu bu haliyle görenler ona gözü yaşlı Harise diye anarlar hep. Derken günler günleri kovaladığı bir demde hac mevsimi gelip kapıya dayanmıştı. Bu yılki hac kafilesinde Kelb kabilesi de vardı. İşte o an gelmişti ki; Hac esnasında dolaşılırken Kelb kabilesinden gelenler Zeyd’i görünce biranda heyecana kapılıp:
-İşte Zeyd, İşte Zeyd, diye seslenirler. Hemen yanına varıp ona babasının halini anlatırlar.
Zeyd bunun üzerine şu karşılığı verir:
-Babama söyleyin beni merak etmesin, ortada endişeye mahal herhangi bir durum yoktur zaten. Çünkü El Emin Muhammed (s.a.v)’in evindeyim.
Tabii Hac dönüşünde onlar da gözü yaşlı Harise’ye oğlunu gördükleri müjdesini vermenin akabinde söylediklerini bir bir aktarırlar da. Böylece baba heyecanla hasretle yandığı oğlu için Mekke yoluna koyulur. Nihayet baba oğul uzun bir ayrılığın ardından birbirlerine kavuşurlar. Elbette ki baba oğul buluşması iyi hoşta tercih noktasında kimin yanında kalacağı dramatik bir durum oluşturacaktır. Şöyle ki;
Allah Resulü (s.a.v) baba oğul kucaklaşmasının ardından:
-Ey Zeyd! İşte baban, işte biz. Bu noktada elbette ki tercih sana ait.
Zeyd cevaben:
-Benim yerim Senin yanındır der.
Haris’e oğlunun bu sözlerinden ötürü hayal kırıklığı geçirse de yapacak herhangi bir şey yoktu. Zira oğlu çoktan kararlığını ortaya koymuştu bile. Derken bundan böyle Zeyd’e Harise oğlu olarak değil, bilakis Muhammedin evlatlık oğlu Zeyd olarak adından söz ettirip böylece uzun yıllarda bu isimle anılma şerefine nail olacaktır.
Evlatlık olarak El Emin’in evinde hizmet eden Zeyd, gün gelir Allah Resulüne peygamberlik geldiğinde hiç tereddüt etmeden iman eden üçüncü sahabe halkasında yerini alır da. Ne diyelim, bize ancak “Ne mutlu O’na evlat olma şerefine nail olana” demek düşer.
Vesselam.