Müşrikler akşama doğru bir vadide birkaç gencin kıyam, rükû, secde ve tahiyyat halinde gördüklerinde merak bu ya;
-Bu yaptığınız nedir diye sual eylerler.
Gençler cevaben:
- Bu gördüğünüz namaz ibadetidir derler.
Müşrikler bu kez işi daha da kurcalayaraktan:
- Peki, o zaman Lat? Uzza? Hübel? Sanem nerede?
Gençler bu suale karşın şu cevabı verirler:
- Bir kere her şeyden önce bu saydığınız isimlerin her biri kendi ellerinizle yontup yaptığınız cansız taş parçalarıdır, dolayısıyla cansız olana ne diye tapıp ibadette bulunalım ki?
Tabii Ebu Süfyan ve arkadaşları akıl dolusu bu müthiş sözler karşısında:
- Şimdi derhal burayı terk eyleyin ve defolun çıkışında bulunup bir anda ortam gerili vermiş olur.
Ve bu tür azar işitmenin karşısında onuruna dokunan Sa’d b. Ebî Vakkas hemen gençlik kanıyla ilerde bulunan çene kemiği parçasını fırlatıverince içlerinden birinin kafasını yarıverir. Öyle ki ağır darbe alan adam kan revan içinde kalıp böylece İslam uğruna ilk kavga, ilk kan, ilk girişilen cihad ve ilk fisebilillah hadisesi böyle vuku bulmuş olur. Dahası Sa’d b. Ebî Vakkas’ın gençlik ateşiyle başlattığı bu ilk hamleyle birlikte ilerisinde İslam fatihi olabileceğinin işaretini vermiş olur.
Malumunuz Sa’d b. Ebî Vakkas’ı bir keresinde ise annesi evde namaz kılarken gördüğünde azar işitip başına iş açacaktır. Nitekim annesinin gözleri fal taşı gibi açılıp oğluna şöyle sitem eder:
-Oğlum, hani geçenlerde başına iş açıp da kavgaya tutuşmana neden olan yoksa şu gördüğüm yatıp kalkma ibadeti midir?
Sa’d b. Ebî Vakkas cevaben:
- Anacığım evet, yanlış görmediniz. Bu yatıp kalktığım zannettiğin namazın ta kendisi bir ibadettir der.
Tabii Anne oğlunun verdiği bu cevaptan hoşnut olmadığı gibi daha da sinirleri gerilip şöyle karşılık verir:
-Bak oğlum! Bir an evvel aklını başına al kendine gel. Sen sen ol, sakın böyle şeylere kendini kaptırma. Ya ana sözü dinler atalarımızın dinine dönersin ya da ana katili olursun.
Belli ki annesi inadında kararlıydı. Hiçte işin şaka götürür yanı yoktu. Artık söz ağızdan çıkmıştı bikere. Nitekim anne lafını yemeyip inadım inat ölüm orucuna başlar bile. Öyle ki anne birinci gün, ikinci gün ve üçüncü gün derken açlıktan baygınlık geçirip sayıklar hale düşer. Hatta sayıklarken de oğluna atalarının dinine dönmeyi da telkin etmekten geri durmaz.
Ne de olsa annesi, durum vaziyeti birde Allah Resulüne (s.a.v) bildirme ihtiyacı duyar. Derken Allah Resulü (s.a.v) ana baba hakları konusunda sıcağı sıcağına nüzul olan vahyi kendisine şöyle nakleder:
-“Biz insana ana ve babasına tavsiye ettik ve şu emri verdik: Hem bana, hem de anana ve babana şükret. Dönüş sadece banadır. Sana baskı yapar uğraşırlarsa onlara itaat etme. (Peygamberin) Yolunu tut…” (Lokman,14-15)
İşte zikrolunan ayeti kerimeden de anlaşılan o ki; Allah’a iman konusunda anne ve babada olsa engel koymak isteyen her kimse hiç fark etmez itaat edilemeyeceğinin apaçık ilanı bir hükümdür bu.
Zaten Sa’d b. Ebi Vakkas ilan edilen bu hükmün gereğini yapar da. Öyle ki annesi oğlunun bu azmi ve kararlılığı karşısında artık pes edip ölüm orucuna son vermek zorunda kalır.
Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a) gençlik yaşından olgunluk yaşlarına evirildiğinde de aynı azim ve kararlılıkla Uhud, Hendek ve bütün seferlerinde de adından söz ettirecektir. Nitekim Allah Resulünü Uhud’da göğsünü müşrik saldırılarına karşı siper edince:
-Ey Sa’d! Anam babam sana feda olsun. Hadi ha gayret, olanca kuvvetinle oklarını atıver övgüsüne mazhar olur.
O da zaten Allah Resulünün dilinden böylesi bir övgüye mazhar olmanın aşkıyla daha da bir iman dolu göğsünü siper eylemekten geri durmaz da.
Peki, Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a), sırf Allah Resulünün döneminde ki gazalarda mı adından söz ettirmiştir hep? Hiç kuşkusuz Hz. Ömer (r.a)’ın halifelik döneminde ise mesela Kadisiye ve Kisra ülkelerinin fethinde de adından söz ettirmiş bir kumandandır O. Öyle ki bu dönemdeki gazalarına önce Irak fethiyle başlayıp sonrasında da malum önlerinde 40 fil bulunan 80 binlik orduyu hezimete uğratmakla işe koyulmuştur. Akabinde Kadisiyye’de toplanan Fars ordusunu hezimete uğratıp oradan Kisra’nın sarayına yaptığı baskınla zafer kazanmış bir kumandan olarak mührünü vurmuştur. Derken elde ettiği zaferlerin ardından hem Kisra ganimetlerinin dörtte birini hem de Kisra’nın kızını kendine değil, Hz. Ömer (r.a)’a havale eder. Hz. Ömer (r.a) ise bu durumda cariyeyi Hz. Hüseyin’e münasip görüp bu evlilikten dünyaya ehlibeyt neslinin devamını sağlayacak Zeynel Abidin dünyaya doğa geliverir.
Evet, Sa’d b. Ebî Vakkas deyince ilk akla gelen öyle anlaşılıyor ki, İslam uğruna genç yaşta ilk kan akıtmak gibi ona ait bir şeref nişanı olduğu gibi olgun yaşlarda da Kisra Başbuğu olmak gibi bir şerefte ona ait bir nişandır. Üstelik böylesi şeref nişanı sahibi sahabenin her defasında zaferlerle çıktığı gazaların ardından en küçük bir benlik davası gütmeyecektir. Nitekim en son çıktığı gazanın hutbesinde benlik davası gütmediğinin bir göstergesi olarak mütevazılığını şu cümleleriyle irad eder:
-Ey İnsanlar! İşte Kisra'nın hali, işte babasından kalan Medain mülkü. Hani nerede o övündükleri haşmet ve saltanat? Hani nerede o yanında ki asker ve yardımcıları? Allah Teala bakınız bu hususta ne buyuruyor; De ki dünya metaı azdır..”
Aslında onun hakkında daha çok söylenecek söz vardır elbet, amma velakin dil onu anlatmaya ancak bu kadar güç yetirebilmekte.
Vesselam.