Hazırcevap, sözü cebinde bir adam… İyi de bir okur kitlesi var… Milletvekili de o zaman… Milletvekilliğine 1965 yılında Adalet Partisi’nden seçilmiş, sonra MHP’ye geçmişti. AP’den aday olduğunda sormuştu gazeteciler “Neden AP” diye, yanıtlamıştı: “Millet Partisi’ne gitsem, o Geveze Osman (Bölükbaşı’nı kastediyor), ben Deli Osman, idare edemeyiz. CKMP’ye (MHP’nin eski adı) gitsem, yahu ben askerliğimi yapalı yıllar oldu, gidip de bu saatten sonra bir Albay’ın emrinde yat-kalk talimi mi yapacağım… En iyisi AP, geldik buradan aday olduk”. Aradan birkaç yıl geçmiş, 1944’lerden dava arkadaşı Türkeş’in partisine geçmişti AP’den istifa ederek. Gazetecinin biri hatırlatmıştı o sözlerini “Hani siz bir Albay’ın emrinde yat-kalk talimi yapamazdınız?”. Söz mü yok Osman Yüksel de “Bilmiyor musun oğlum seferberlik ilan edildi” deyivermişti.
Tam da o tarihlerde bir arkadaşım onun “Mabetsiz Şehir” adlı kitabını vermişti bana. Onaylamadığım birçok yeri olmuştu ama zevkle, zaman zaman da kahkahalar atarak okumuştum.
Yıl 1969. Erzurum’a davet etmişiz onu. Emirgan Çay Bahçesi’nde konuşuyor. “Partiler Resmigeçidi” yapıyor, kırıp geçiriyor gülmekten dinleyenleri ama fena da vuruyor. Önce Bölükbaşı’na: “Bölükbaşı atar tutar, bazen sağı tutar, bazen solu… Anadolu Fırtınası derlerdi buna, ben de inanırdım, meğer Anadolu Kavağıymış. 1961 seçimlerinde 71 mebus çıkardı Bölükbaşı, neye uğradığını şaşırdı, birkaç ay içinde kışlalara acemi erat dağıtır gibi dağıttı diğer partilere bunların çoğunu, böylece Bölükbaşı oldu bir onbaşı”. Sıra CHP ve İnönü’de “Paşa toprak reformu yapacakmış. Ey Paşa, senin devr-i iktidarında Ankara Yenişehir’deki akasya ağaçları bile senden izinsiz çiçek açmazdı, koltuktan düştün, ayağın toprağa değdi de toprak o zaman mı aklına geldi. Sen bu milleti toprağa kavuşturursun kavuşturursun ama mezarda mezarda”. Yeni Türkiye Partisi’ne geliyor sıra: “Yahu bunlar batıda Atatürkçüler, doğuda Kürtçü. Bu nasıl iş? Kılıç Ali gibi adamlar batıda, Azizoğlu gibiler doğuda..” Türkiye İşçi Partisi ile son buluyor resmigeçit: “Bu partinin ne kitapta ne de mihrapta yeri yok.”
Ve ısrar üzerine “Bize Serdengeçti derler”i okuyor. Yalnızca son dörtlüğü kalmış aklımda:
“Ne ortanın solundayız/Ne Moskof’un kolundayız/Allah-Millet yolundayız/Bize Serdengeçti derler”
Konuşması bitiyor sohbete başlıyoruz. Karslı bir arkadaşımız “Abi Kars’a gelmeyecek misiniz?” diye soruyor. Gülümsüyor:
“Sen Azerî nisin?”
“Sen Azerî nisin?”
“Evet”
“Ben Turancıyım, dayanamam geçerim sınırı, Moskoflar götürür asarlar beni”
Kör Hatem lakaplı Hatem Emmi yaklaşıyor masaya. Millet Partisi ve Bölükbaşı hastası. “Sen bu Anadolu Kavağı lafını daha önce de ettin. Ben sana bir mektup yazdım, bir de temsil getirdim, ama uslanmamışsın, gene söylüyorsun” diyor, şaşı gözlerini döndürerek. Serdengeçti “Yahu sen misin o? Tam da Deli Osman’a göre adammışsın. Mektubunu saklıyorum, bir gün yazarım.”
Hatem Emmi’ye daha sonra sorduk o mektupta neler yazdığını, anlattı. “Bölükbaşı’na Anadolu Kavağı diyen adam, sen de Anadolu Kabağısın. Kabaklar kolay çiçek açarlar, belki kavakların tepesine de çıkarlar kısa sürede, ama ömürleri güze kadardır, güz olunca büzüşür düşerler kavakların ayağının dibine” diye yazmış.
Osman Yüksel Serdengeçti’yi 1969 Milletvekili seçimlerinde radyodan heyecanla, zevkle ve yine kahkahayla dinledik. Ordu’dan adaydı, konuşmasına ““Meclisin galender, gravatsız milletvekili, bağrı yanık gardaşınız sizlere hitap ediyor” diye başlıyordu ve verip veriştiriyordu. Adalet Partililer’in korkulu rüyası olmuştu. Onlar da karşı atağa geçmiş, Nurcuları devreye sokmuşlardı. “İslami Hareket ve Türkeş” diye bir kitapçığı dağıtmışlardı.
(Oysa Osman Yüksel, Said Nursi için “Bahtiyar Bir İhtiyar” başlıklı yazı yazmıştı. Nurcular af kanunu kapsamına alınmayınca “nur yüzlü insanlar, siz affedin bizleri” diye seslenmişti. Nurcular için bunların hiçbir önemi yoktu, “Nurlu Demirel” diye ortalığı ayağa kaldırıyorlardı). Fakat onlar hiç olmazsa kâfir demiyorlardı Osman Yüksel’e. Şule Yüksel Şenler adlı o yılların tek “sıkmabaş” köşe yazarı, kâfir ilan etmişti onu.
Seçilemedi.
1970 yılında Trabzon’da gördüm onu. Yürüyüş ve miting vardı. Konuştu Trabzon Liman Meydanında, yine coşturdu herkesi. Biz Erzurum’dan gidenlerden bir grup, dönmedik arkadaşlarla geriye, yattık o gece Trabzon’da bir otelde. Sabah odamızın kapısı çalındı, açtık, otel görevlisi “Osman Yüksel Bey sizi aşağıya çağırıyor” dedi. Şaşırdık. “O burada mı, bizi niye çağırsın ki?” diye soracak olduk. “Bize sordu, burada ülkücülerden kim kalıyor, diye, biz de sizi söyledik, çağırın gelsinler, canım sıkılıyor, biraz sohbet edelim dedi” yanıtını aldık.
Giyinip indik aşağıya, iki saat kadar sohbet ettik. O sohbetten belleğimde taptaze kalan, Cemalettin Durmaz adlı Hoca olan bir arkadaşımızın Şule Yüksel’e dair sorduğu soruya verdiği yanıttır. Konuşma şöyle olmuştu:
“Abi, siz Şule Yüksel Hanım’a, çok hücum ediyorsunuz, oysa o İslam’ı mükemmel olarak yaşayan bir Hanım…”
“O mükemmelin, bende çok yakışıklı resimleri var, plajlarda çekilmiş.”
“Abi, eskiden öyle olabilir, hidayete erdi kadıncağız…”
“Evet, verdi verdi hidayete erdi …”
Soru sahibi Hoca arkadaşımız da dâhil hepimiz koyuvermiştik kahkahaları…
Bir kahkaha da meclisteki eşek konusuna koparmıştık. Bir gün TBMM’de kürsüye çıkar Serdengeçti, laf atıp dururlar, amaçları konuşturmamak, o da “Bu meclisin yarısı eşek” deyiverir. Kıyamet kopar, başkan “Sayın Serdengeçti, sözünüzü geri alın, meclise ağır hakeret ettiniz” der. Serdengeçti alır:
“Evet, geri alıyorum, bu meclisin yarısı eşek değildir.”
Serdengeçti 1973 seçimlerine doğru, kopar gibi oldu MHP’den, Milli Selamet Partililer’in çıkarmaya başladığı Milli Gazete’de yazıyordu. Herkes o partiden aday olacağını söylüyordu. Kızmıştı o sözlere “Turfanda milliyetçiler, MSP listeleri açıklandı, gördünüz mü adımı?” diye sormuştu köşesinden. O günlerde yakın akrabası Rıfat Yüksel, Erzurum’da görevliydi. Ondan da Osman Yüksel’e dair haberler alıyorduk, yeni nüktelerini ve serüvenlerini öğreniyorduk. MSP’nin amblemi anahtardı. Rıfat sormuş Serdengeçti’ye: “Abi, bu anahtarın kertlerine MSP’liler bazı İslami mesajlar yüklüyorlar, öyle midir?” Kızmış “Yahu anahtarda İslami mesaj ne arar, onlar olsa olsa benim ..arağımın kertleri olurlar” demiş.
Serdengeçti, ambleminde “..arağının kertleri” bulunan o partiye geçti sonra, geçmesiyle ayrılması bir oldu. Bir kitapçık yayınladı bu geçiş ve ayrılışa dair, adı: “Hareketten Selamete, Selametten Felakete”.
Evet öyle işte, İslami yönünüz ne kadar kuvvetli olursa olsun, serde Türkçülük ve Turancılık varsa, yola gidemezsiniz ümmetçilerle. “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanım” deseniz de yemezler. Bu söze bazı Türk Milliyetçileri pek sarılmışlardır ya, bana sorarsanız son derece anlamsız ve yersiz bir sözdür.
Neden? Şundan: Tanı Dağı’nın denizden yüksekliği tam 7439 metredir, yani dünyanın en ulu doruklarından biri. O’nun için atalarımız buraları Tanrı makamı olarak görmüşlerdir. Oysa Hıra Dağı, dağ bile değildir, bir güdük tepedir, denizden yüksekliği sadece 860 metredir. E şimdi bu iki yükseltiyi nasıl bir tutarsınız, 7437 metreden 860 metreye inerseniz, ya da tersine 860’den 7437’ye çıkarsanız, nefesiniz daralır, başınız döner… Yani söz sihirli geliyor ama düşününce içerikten yoksun ve tutarsızlıkla dolu olduğu anlaşılıyor.
Serdengeçti’nin ve bazı milliyetçilerin hâlâ anlamadığı budur işte.
Neyse biz yine Tanrı Dağlarıan doğru, Turan’a doğru gidelim ve Serdengeçti’nin Turan kokan dizelerini sunalım, rahmetle analım onu:
“Gövden bir yerde başın bir yerde,
Aramıza inmiş bir demir perde,
Söyle Turan sen nerdesin, ben nerde?
Nerde benim yaslı Tanrı dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım
Turan ellerinden haber gelmiyor,
Turan ellerinden haber gelmiyor,
Yarabbi derdimi kimse bilmiyor,
Dört asırdır Türk'ün yüzü gülmüyor,
Akşam olur sabah olur ağlarım.
Nerde benim Ural-Altay dağlarım?”