Memleket de güzel şeyler de oluyor ama öyle hoyratlıklarla karşılaşıyoruz ki ne yapacağımızı şaşırıyoruz, geriye her defasında feryad-ü figan koparmak kalıyor. Bazen gerçekten elden fazla bir şey gelmiyor, insanın olanları seyretmeye de gönlü razı olamıyor. Böylesi bir durumda, umutsuzluğun tam isyana dönüşeceği bir hengamede Yunus Emre’nin çığlığı beynimde yankılanıyor, beynimde ve dilimde, hep aynı dize: “Kastım o dur şehre varam; feryad-ü figan koparam”. Şehir neresi ama? Yani muhatap kim, bilsem de gitsem o nadanın yüzüne karşı kelimelerle sözlerle savaş açabilsem.
Bu yazıyı güzel Bayburt’umuzda buharı üstünde yeni bir çevre felaketi üzerine yazıyorum. Her şey henüz çok taze, sıcağı sıcağına bir hoyratlık. Bundan birkaç öncesi, Sancaktepe köyü sınırlarından başlayıp Kırkpınar köyüne kadar yani yaklaşık 12-13 km kadar uzayıp giden derede sözüm ona ıslah çalışması kapsamında bir proje başlatılmış. Bizzat gözlerimle şahit olduğum ilgili köy yetkili ve sakinleriyle de hasbihal ederek ulaştığım son bilgilere göre artık projenin başlangıç ve akıbeti konusunda oldukça net denebilecek bir bilgiye dayalı olarak yazıyorum. Bilenler bilir, tatlı tatlı menderesler çizerek âdete ovayı tam ortasından ikiye bölen dereyi, ıslah çalışması ve arazi toplulaştırması gerekçesiyle yukarıdan ta aşağıya kadar tam düz bir hat olarak tesviye edeceklermiş, aslında etmeye başlamışlar bile. En aşağılarda Oruçbeyli köyünde projede bir hayli yol alınmış, köyün içinden geçen bu dere Çoruh Nehri ıslah projesinin mini kopyası gibi menderesler yok edilerek betondan DSİ sulama kanalına dönüşmüş bile. Yukarıda Sancaktepe köyü sınırlarında bagalar, dozerler, tabiat ananın karnını deşerek, her şeyi dümdüz ederek aşağıya doğru yol alıyorlar. Arada bizim köy kalmış, Söğütlü köyü. Bizim köylülere de haber salınmış dere kenarında sağlı sollu yabani söğütler kesilsin diye. Anlaşılan, devletin bagası greyderi yakında her şeyi dümdüz edecek. Bu hoyratlığa yürek mi dayanır? Tamam olan olmuş da hiç olmazsa Söğütlü köyü arazisi bu çevre felaketinden, bu umarsızlıktan sağ salim kurtulabilir mi? İşte ben bunun için şehre varmak ve feryad-ü figan koparmak istiyorum. Gerçi çok da ümitli değilim, o güzelim Çoruh Nehrimizin başına gelenlerden sonra. Sorumluluk mevkiinde iseniz bazen, yapmamak, bir şey yapmanın vebalinden beri durmak da bir erdemdir, bozulan bazı şeylerin ikamesi kıyamete kadar olmuyor çünkü. Bize bundan sonra eski Çoruh’umuzu kim verecek? Çok insan, aslında insaf vicdan biraz da bilimden nasibi olan herkes Çoruh projesine karşı itiraz etti, ilgili ve yetkililer oralı bile olmadılar. Bireysel çabaların ötesinde çok ciddi sivil girişimler bile bu konuda hiçe sayıldı. Bunlardan biri de benim şahsen iştirak etmiş olduğum bir teşebbüstü. Niyetimiz halisti, içinde zerre miskal şahsi bir hesap, siyasi bir mülahaza yoktu. BAYPROJE öncülüğünde çeşitli üniversitelerden kendi alanlarında uzman on beş kadar akademisyen Erzurum Köprü mevkiinden ta Kaleardı Parkı’na kadar olan Çoruh Nehri güzergahında bizatihi yürüyerek gözlemler yapmış ve sonrasında Yine BAYPROJE’nin koordinasyon ve girişimleriyle Çoruh Nehri ile ilgili tespitlerimiz, tavsiyelerimiz mimari çözüm önerilerine varıncaya kadar görseller eşliğinde “Bayburt Çoruh Nehri Rehabilitasyon Çalışmalarını Destekleme Platformu, Değerlendirme ve Öneriler Raporu” başlığı altında 2020 yılında kitaplaştırılmıştı. Bu raporun yerelde ve ulusalda uzaktan yakından ilgili onlarca yetkiliye Rıfat Yıldız Hocamız tarafından gönderildiğini biliyorum. Bizim köyün deresi konusunda hoyratlıkla ilgili kendisiyle hasbihal eylerken sözümüz bir şekilde Çoruh’a uzandı. Rıfat hoca da dertlendi, dedi ki ‘Çoruh raporunu dikkatlerine sunduğumuz o kadar yetkili ve etkiliden sadece birkaçı çağrımıza mukabelede bulundu.’ Evet tahmin etmek zor değil, derdiniz tasanız siyaset değilse, bir grubun, bir ideolojinin sözcüsü ya da taraftarı değilseniz, sesinizi kimseye duyuramazsınız, öyle ki böylesi durumlarda, köyde, kentte, çarşıda pazarda bile kendinizi bazen bir mezarlıkta bulunmaktan daha yalnız hissedersiniz. Yine de yazmadan edemezsiniz. Gelecek nesiller muhakkak ki bu hoyratlıklar karşısında bu çağın insanlarını, bizleri haklı olarak kınayacaklardır. Ben de esasen bu yüzden, ‘bu kadar katliamvari projeler pervasızca nasıl yapılabilmiş, bu işler yapılırken ehl-i insaf, ehl-i ilim hiç kimse yok muymuş’ diyecek olan gelecek nesillere ithaf ediyorum bu yazımı.
İşin özü şu, şu anda Söğütlü köyü deresinde sözüm ona ıslah adı altında süren proje tıpkı Bayburt Çoruh Nehri projesinde olduğu gibi baştan aşağıya yanlışlıklar içeren bir uygulama olarak hayata geçiriliyor. Bazı projeler vardır ki bir açıdan faydası öteki açıdan maliyetini konuşursunuz. Bahse konu bu projede fayda-maliyet analizinde faydadan yana elde tutulabilecek somut bir şey yok. Devletin arazi toplulaştırmasında kendi işlemlerini kendi hesabına kolaylaştırabilmesinden başka. Bir çırpıda benim dikkat çekebileceğim maliyetler şunlar:
1- Demokrasi Maliyeti: Demokrasi halkın yönetimi, hiç olmazsa halkın isteklerinin dikkate alındığı bir rejimdir. Üç beş köyü ilgilendiren bu projenin kaderi konusunda bu bölge halkının düşüncelerine başvurulmamıştır. Eski sosyalist sistemleri hatırlatırcasına Bayburt Çoruh Nehri Projesinde olduğu gibi merkezi idare karar almış ve uygulamaya sokmuştur. Öte yandan kendi bilgi birikimine, görgüsüne hayli uzak, son derece uzmanlık bilgisi gerektiren dış politika konularında mangalda kül bırakmayan benim, kentlim, benim köylüm, kendisini doğrudan doğruya ilgilendiren böylesi konularda bir çift laf bile etmiyor, zülf-ü yâre dokunur endişesiyle mi bilmem acep yakalarına bile konuşmuyor, konuşamıyor. Bu tavrı demokrasiyi sadece dört beş yılda bir oy kullanmaktan ibaret saymanın doğal cilveleri sayabiliriz. O zaman da kaderimize razı olalım; Türkiye’nin demokrasi endeksinde beklenen müspete sıçramanın olmamasına şaşırmayalım.
2- Çevre Maliyeti: Çevre bilimcilerin, çevre mühendislerinin bu projeyle ilgili detayda söyleyeceği elbette çok şey vardır. Azıcık feraseti olan insan bile bu projedeki ölümcül çevre felaketlerini çıplak gözle görebilir. Yüzbinlerce milyonlarca senenin doğal akışının bozulması karşısında insanda çevreci bir histeri meydana gelmez mi? Ben elli küsur senelik ömrümde; belgesellerin en heyecanlı konularından Serengeti düzlüğünün mini bir örneği olan kendi köyümün ovası ve deresinin nice hallerine şahitlik ettim. Elli sene önce belki de evcil hayvanların çokluğundan dolayı dere etrafında neredeyse tek bir ağaç yoktu. Şimdi derenin sağlı sollu sekiz on kilometrelik kısmı yabani söğütlerle dolup taştı. Adeta meşeliğe dönüşen bu derenin kenarları zengin bir habitata analık ediyor. Ne yazık ki şimdi, kurtların, yaban tavşanlarının hatta domuz sürülerinin bile barınacağı bu yeşil koridor artık tahrip edilmek üzere. Benim çocukluğumda bu derede yarım kilo bazen bir kilo ağırlığında sazanlar tutardık, suyun tatlı mendereslerinin oyuklarında su samurlarının ürkek bakışlarıyla karşılaşırdık, küpeli yılanların derenin birbirine bitişik “s” harfi gibi olan şeklinin şişkin taraflarında oluşmuş gölcüklerinin kıyılarında küpeli yılanlar, kurbağalar görürdük… Hepsi de bu derenin kıyılarındaydı. Bizden önceki nesillerin şahitlik ettiği tosbağalar.. Derenin sazlıklarında enva-i çeşit kuş yuvaları… tırtıl türleri, helikopter böcekleri.. Bir sene içinde hepsi de yok olacak, hepsinin kıyameti bizim elimizden olacak. Anlaşılan köy muhtarlarını da taşkın riski var diyerek ikna etmişler. Çok nadir senelerde bazı yerlerde taşkın oluyor diye tabiat ananın karnını delik deşik etmenin hikmeti var mı? Muhtemel bir taşkın riski için, ben elli senedir ciddi bir taşkınla karşılaşmadım, hadd-ü hesaba gelmeyen çevre kıyımına hangi akıl fetva vermiştir acaba? Bir de işin teknik, yasal tarafıyla ilgili bir parantez açalım. Bilindiği gibi çevreye etkisi muhtemel büyük projeler için Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu yasal bir zorunluluktur. ÇED raporunun gerekli olduğu beş altı başlıktan birisi de Tarım ve Sulama Projeleridir ki barajlar ve sulama kanalları bu konunun ana başlıklarıdır. Şimdi soruyoruz, bahse konu projenin ÇED raporu var mıdır, ya da ÇED raporu gerekli olmadığına dair rapor hazırlanarak ilgili makamlara sunulmuş mudur? Yani ister mevzuat ister derin ekoloji açısından bakılsın bu proje dayanıksızdır, temelleri çürüktür.
3- Sosyo-Kültürel Maliyet: Maalesef bizim gibi Doğu toplumlarında insana sıra en son gelir, belki de hiç gelmez. Sağı, solu, önü arkası iyi etüd edilmemiş ama ekonomik getirisi yüksek gibi gösterilen projeler bizim gözümüzü kamaştırır. Mest oluruz, gerisini hesap etmek işimize gelmez ya da öyle bir pencere içimizde hiç açılmamıştır. Bu dere bizim büyük dedelerimizin ve bizim çimdiğimiz - Bayburt şivesinde yüzmek demektir - deredir. Hepimiz yüzmeyi bu derenin gölcük oluşturan kıvrımlarında öğrendik. İlahi bir mevhibe olarak derenin her sene gölcüklerinin yerleri değişir, bir sene yüzdüğümüz adı sanı verilmiş bir göl, bir daha sene dümdüz olur ve hiç kimsenin tahmin etmediği bir yerde bir başka gölcük oluşuverir. Bazıları her nasılsa göl hüviyetini uzunca bir süre sürdürebilecek istisnalar oluşturmuştur ki bunlar isimli cisimli göller olarak hafızalarda yer etmiştir, yukarıdan aşağıya doğru: Şükrü’nün Gölü, Sezai’nin Gölü, Şener’in Gölü, Asuman’ın Gölü. Herkesin koordinatlarını bildiği, çocukluğuna yeniden hicret ettiği yerler. Heyhat ki bu projeyi yapanlar, nice hatırayı kökünden yıktıklarını, aslında kültürel bir tarihi tuz buz ettiklerini hesaba katmıyorlar. Daha neler neler, bentler vardır bu derenin üzerinde, o bentler ki suyu sabırla çoğaltan ve uzak, kurak tarlalarımızı yeşertecek umuduyla sabırla, telaşla ot karışımlı balçıktan, kerseklerden ördüğümüz suyun mukavemetine ve bir insanın kötü niyetine pek de mukavemeti olmayan duvarlardı. Suyun kıt olduğu zamanlarda aşağı köylerdeki insanların, bazen çaresizlikten emeğimizi delik deşik ettiği bentler ve bunlar etrafında bazen dramatik bazen ironik insanlık hikâyeleri. Buradaki insanların hayat hikâyelerinin damarı da keskin bir Samuray kılıcıyla kesilecek. Görüyorsunuz işte mekân hafızamız kaç koldan yok edilecek, hikâyelerimizin sahici mekânlarını, yaşayanlar olarak bile gidip bulamayacağız. Çocukluk çağlarımızın bazen tatlı rekabetini yaşarken boğulma tehlikesi geçirdiğimiz yüzme hikâyelerimizin kaynağı kurumuş olacak, su mücadelesinin bazen şiddete varan ama çoğu zaman hınzırca alavare dalavere komik hallerini kültür dünyamıza rapteden olayların; kimi zaman kavga kimi zaman mizah mekânı olan su bentleri hafızalarda nişanesiz kalacak, köy hayatının en istisna uygarlık alameti değirmenler dilsizliğe ve sessizliğe gömülecek. Bunların hepsi ama hepsi Ankara’da bir tuşa basılmasıyla tetiklenecek ve sonrasında gayri ihtiyari bir kötülük süreci işleyecek. Başkaları için ‘bekâra karı boşamak.’ Bizim için hayat memat meselesi. O yüzden işte şehre varasım ve feryad-ü figan koparasım geliyor. Her şey bir yana bizim “Şeher Köprüsü” denilen mıntıkanın o aşina olduğumuz topoğrafyasının bozulacağı düşünmek tek başına insanı çileden çıkarmaya yetmez mi? Nurettin Topçu’nun “İsyan Ahlakı”na bu gün değilse ne gün kulak vereceğiz? Ey benim komşum, ey benim Ankara’daki temsilcim, sana söyleyemediğim boğazımda düğüm düğüm nice gerekçeli sitemlerim var; gel hep birlikte bir şeyler yapalım. Yapamıyorsak da oturup beraber ağlaşalım. Zira elemim bir yüreğin karı değil.
4- Dini Maliyet: Çok başlıklar açtım, bu biraz zorlama görünebilir. Benim anladığım dindarlıkla da bu proje barışık değildir. Din, geniş anlamda “ilahi düzen”e riayet olarak da pekâlâ tanımlanabilir. Namaz, oruç hassasiyeti olan insanlardan -ki Bayburt ve köyleri bu konuda Türkiye’de nam salmıştır- ilahi düzen konusunda daha hassas olmaları beklenir. Ben şahsen bir derenin milyonlarca sene oluşmasını da ilahi düzenin bir eseri olarak görmekteyim ve bu projeyi yaratıcının düzenine karşı bir boş vermişlik, bir lakaytlık hatta şımarıkça bir müdahale olarak değerlendiriyorum. İlahi düzenin konumuzla bağlantılı en yalın ifadesi olarak “su akar yatağını bulur” atasözü size bir şey söylemiyor mu, milyonlarca yılın bize armağanı olan bu ilahi düzene çomak soktuğunuzu fark etmiyor musunuz? “Zararın ne neresinden dönülürse kardır”, gelin sayılara, rakamlara indirgediğiniz şahsi ya da kurumsal başarı göstergesi olarak düşlediğiniz bir proje uğruna bu ham hayallerinizden vazgeçiniz. Bizi çok küstürüyorsunuz, bu arada belki hiç fark etmiyorsunuz ama yaratıcının düzenine de çomak sokuyorsunuz.
Ey Söğütlü Köyü ve civar köylerdeki tanıdık ve akrabalarım, ey Bayburtlu hemşehrilerim, ey bu projenin altında imzası olan etkili ve yetkili devletlüler, yazdıklarımın hülasası şudur: Bu proje Demokrasi, bilim/ekoloji, sosyoloji hatta din açısından tutarsızdır, temelsizdir, savunulacak bir yani yoktur. Demokrasi, bilim, sosyoloji, din gibi insan hayatının ana sütunlarını yıkan bu projeye karşı şehre vardım ve komşunuz, köylünüz, hem şehriniz, yurttaşınız olarak Yunusça bir çığlık koparmaya çalıştım. Duyacağınız, ses vereceğiniz ümidiyle….