“Uğraş” iki anlama geliyor, birincisi “Bir insanın yaptığı iş veya meslek; iş güç, meşguliyet”, ikincisi de “Bir güçlüğü yenmek için gösterilen sürekli çaba, mücadele.”

Yücel ve Türkân Çiftçi, çocuklarına “Uğraş” adını, bu özel ve özgün adı, ikinci anlamından dolayı koymuşlardır elbette. Ülkemizde anne-babalar çocuklarına genellikle “uğraşma, karışma” derler, Yücel ve Türkân Çiftçi ise, geldikleri mücadele geleneğine uygun olarak “uğraş” demişler.

O da uğraşmış, uğraşı, kendi biçemi ve dönemi bağlamında algılayarak yapmış bunu.

Uğraş Çiftçi ile aynı şehirde yaşamışım, farklı gazetelerde de köşe yazarlığı yapmışız, gelgelelim ne o beni tanımış ne de ben onu.

Sonra bir gün babası Yücel Çiftçi ile tanışmak nasip oldu. Yıldızımız da barıştı, ben kendi payıma diyeyim: “Keşke 1980 öncesinde tanımış olsaydım, dediğim dolu ve olgun insanlardan biri.”

Ve bir gün bir acı haber duydum, eşimin yerdeşi de (Ardahanlı) olan Yücel ailesi, sevgili oğulları Uğraş’ı genç denilebilecek bir yaşta yitirmişler.

İsmet Arslan Dostum, Uğraş Çiftçi’nin yazılarının kitap olacağını demişti bana, kitap çıkmış, İsmet Bey gönderdi “Uçurumlar ve Köprüler” adlı bu yapıtı (Kora Yayınları).

Kitapta Uğraş Çiftçi’nin Demokrat Kocaeli Gazetesi’nde 2006-2023 tarihleri arasında yazdıkları yazılardan seçmeler yer alıyor. O günlerin güncel olayları üstüne kaleme alınan bu yazılara, yazarın siyasal ve ideolojik kimliği de (SHP ve CHP’de siyaset yapmış) doğal olarak, yansımış.

Kitaba sunu ve önsöz olarak yazılar da yazılmış. Bunların en içteni elbette anne Türkân Çiftçi’ye ait. “Anne olarak yorulduğum dönemlerde yaşının üstünde aklıyla dert ortağım, direnme gücü elde ettiğim küçük arkadaşım, gönül dostum olmayı başaran oğlum Uğraş Gürdal Çiftçi’nin bu kitabını onun şahsında 12 Eylül’de sıkıntı çekmiş bütün çocuklar ve onların ailelerine onun anısına armağan ediyorum.”

Kitapta beni en çok etkileyen yazı “Bir insan ömrünü neye vermeli” başlıklı yazı oldu. Hasret Gültekin’in sesi ve yorumuyla tanınan ve tutunan bu beste-türkünün sözleri Zülfü Livaneli’ye aitmiş.

Uğraş Çiftçi, şöyle yazmış bu türkü hakkında: “Artık 50’li yaşlara yaklaştığım şu günlerde… Aklıma geldikçe tekrar tekrar dinlediğim bu türkünün… Beni bir başka etkilemeye başladığını hissediyorum…”

Uğraş Çiftçi türkünün sözlerinin tamamını da almış yazısına, biz de alalım:

“Bir insan ömrünü neye vermeli
Harcanıp gidiyor ömür dediğin
Yolda kalan da bir yürüyen de bir
Harcanıp gidiyor ömür dediğin

Yüreğim ürperir kapı çalınsa
Esleyen yelimden hile sezerler
Künyeler kazınır demir sandıkta
Savrulup gidiyor ömür dediğin

Dışı eli yakar içi de seni
Sona eklenmeli sözün incesi
Ayrılık gününü kör dereleri
Bölünüp gidiyor nehir dediğin

Bir insan ömrünü neye vermeli
Para mı, onur mu taş dikenli yol
Ağacın köküne inmek mi yoksa
Çırpınıp duruyor yaprak dediğin”

Tarikat ve cemaatler ülkemizde çok tartışılan oluşumlar. Uğraş Çiftçi bu konu üstüne de aydınca düşünmüş, düşündüklerini kaleme almış. O yazısının şu bölümü bence önemli, size de tattırayım:

“Tarikat ve cemaatler meselesi…
Bir yanıyla hukuk devleti…
Bir yanıyla toplumsal barış…
Bir yanıyla milli güvenlik meselesidir.
Bu konu tabu olmaktan çıkarılmalı… Gerçekçi… Vizyoner yaklaşımla ele alınarak ve kamuoyunda bütün yönleriyle tartışılarak çözüme kavuşturulmalıdır.”

"Ölüm yalnızca anılara söz geçiremiyor" der Refik Durbaş, bence yazılara, kitaplara da söz geçiremez. İşte Uğraş Çiftçi’nin yazıları ve o yazılarla oluşan kitap da bunun bir kanıtı.

Ve Halil Cibran’ın o sözü: “Hayatın bütün esrarını çözdüğün zaman ölümü arzularsın. Çünkü o da hayatın sırlarından biridir.”

Uğraş Çiftçi de o esrarı çözmüştür bence, ölümünü öyle okumak gerek.

“Kurmaysız Dövüşenler”den olarak bedeller ödeyen baba Yücel Çiftçi, ölümüyle ve yapıt olmuş yazılarıyla oğlu Uğraş ve Uğraş’ın bıraktığı iki güzel evlat (anneyi yazdık yukarıda)… Çiftçi ailesinin bundan sonraki öyküsünün; acılarla, çilelerle değil; sanatla, bilimle, edebiyatla, olağanüstü başarılarla sürmesini diliyorum.