Aslan derisinden yapılmış kösleri 10 kişi zorla kaldırabiliyordu. Bu ağırlıklarından dolayı fillerin ya da develerin üstünde taşınıyorlardı… Her filin ya da devenin üstünde iki kös. Kösî denilen kös vurucusu ortaya oturup, iri tokmakları gerilmiş derilere vurduğu zaman gök gürültüsünü andıran sesler çıkıyordu. Bu sesler top seslerini bile bastırabiliyordu ve 10 saat öteden bile duyulabiliyordu.

İstanbul’un fethinde bu kösler yedi tepeden birden vurmuşlardı.

Osmanlı bu köslerle psikolojik harp taktiklerinin en çarpıcı örneğini veriyordu.

Veriyordu ya, kösçüler de kös taşıyan hayvanlar da zamanla sağır oluyorlar, emekli ediliyorlardı. Ve bir şey duymadıkları için öylece, boş gözlerle bakıyorlardı. “Kös dinleme” deyimi de buradan çıkmıştı.

Zamanla bu deyimin içeriği daha da varsıllaşmıştı. İşine gelmeyeni duymayanlar için de bu deyim kullanır olmuştu.

Bayburt’ta çok gürültü olunca “kulaklarım getti” derler. Kulağın gitmesi mecazi anlamdadır, kulak yerindedir, biçimsel olarak vardır da, sağırlaşmıştır, asıl işlevi olan duymayı yitirmiştir büsbütün ya da büyük ölçüde.

Bayburt’un Yambaksı Köyüne de oradan çocuk yaşta çıkıp İstanbul’a giden, sağırlaşmış yaşlı bir Kösî geldi bir gün. Getirenler öyküsünü kısaca anlattılar o kişinin, köylünün ona saygı duymasını öğütlediler. Köylü kösü bilmezdi, kösçüyü/kösî’yi bilmezdi, kısaca “Kulakları Getmiş Fuat Dede” dediler ona.

Fuat Dede, kısa zamanda köylülerle kaynaştı. Kaynaştı ya okuma yazması vardı, okuyordu ve bazı şiirlere çok kızıyordu, hatta isyan ediyordu. En çok da Yunus Emre’ye kızıyordu. Yunus Emre o dini ve Tanrı’yı sorgulayan şiirlerini yazacak mertebeye erişmeden önce, tam bir molla kafasıyla, kösü götürüp hayatında kös görmeyen Hazreti Muhammed’le ilişkilendirmişti:

“Yörük değirmenler gibi dönerler
El ele vermişler Hakk'a giderler
'Gönül Ka'besi'ni tavâf ederler
Muhammed'in kösü çalınır bunda

Semâda melekler kanat açarlar
Önde bir kılavuz Hakk'a uçarlar
Mü'minler üstüne rahmet saçarlar
Muhammed'in kösü çalınır bunda

Dervîş Yûnus eydür gör n'oldu bana
Aşkın muhabbeti dokundu cana
Aklını başına devşir dîvâne
Muhammed'in kösü çalınır bunda”

Dede Efendi, hacda hacıların toplu olarak bağrışmasını duyunca, Yunus’un bu şiirini ilahi olarak bestelemişti.

“Hazreti Muhammed’in bir kösü olduğunu ne Arap biliyor ne Acem, biz icat edip abartıyoruz” diyordu kendi kendine “Kulakları Getmiş Fuat Dede.” Kendi kendine, kendi içinden diyordu elbet ve bir de notlar yazıyordu bazı kâğıtlara, gün olur okunur diye.

Gün oldu okundu, o köyden çıkmış bir edebiyat öğretmeni okudu. Fuat Dede hakkında da halk arasındaki bilgi kırıntıları ile birleştirdi. Ve sonra Asaf Hâlet Çelebi’nin “Mansur” adlı şiirinde, kıyametin kopuşunu ilan edecek Sur Düdüğünü büyük kös olarak nitelemesi üstüne düşündü:

“şekiller bir yerden geldiler
şekiller bir yere gittiler
şekiller görünmez oldular
büyük köse vur
bütün sesler bir seste boğuldu
mansur mansuuur”

Dedi ki o öğretmen: “Mansur’la sur uyaklı da, kös buraya nasıl girdi desek, haksızlık mı ederiz? Kaldı ki Mansur’un kösle işi yoktu ki, olamazdı, o mesajını verse verse utla, kavalla, neyle verirdi.”

Haksız mı?

Ve kös ile göç ilişkisi, bunu pek çok şair dile getirmiş gelgelelim Fuat Dede’yi Üsküplü Atai’nin şu dizeleri çok etkilemiş, bunu notlarına da almıştı:

“Kus-ı rıhlet çalınıyor kafile-i ömr göçer” yani “Göç kösleri çalınıyor, ömrün kafilesi göçer.”

“Kulakları Getmiş Fuat Dede”nin ömür kafilesi Yambaksı gömütlüğüne nasıl ve zaman göçtü, bunu bilmiyoruz. Mezar taşı da yok.

Ama şansı varmış işte, bizim elimize geçti öyküsü, restore ettik onu.