Duydum ki yeni belediye başkanımız tayin olmuş, kentimiz için hayırlı olsun.
Elbetteki atanan bu başkan da saygıdeğer, iyi eğitimli ve birikimli. Ve elbette makamını hakeden de biri. Tıpkı kentimize atanan diğer bürokrat ve teknokratlar gibi. Ama siz de ben de biliyoruz ki bu bir demokratik seçim değildir. Hatta seçim de değildir. Sadece daha önceki üç yerel yönetim tespitinde olduğu gibi yukardan bir atamadır. Kabul edelim artık gerçekte, özellikle Bayburt’ta belediye başkanlığı seçimle değil, her 5 yılda bir tayinle yapılmaktadır.
Şimdii, yazan insan yazarak yaşama ve siyasete müdahale ettiğini umar. Ya da en azından benim için bu böyle. Ayrıca hem yurttaş hem de hemşeri olarak bu bir hak ve bir görevdir. İnsan istemeden de olsa gözünün önündeki yanlış gidişi işaret eder ve kendine böyle bir sorumluluk yükler. Bu sorumluluk öğrendiklerini en açık, en dürüstçe ve en alçakgönüllü şekilde açıklama yükümlüğüdür.
Artık biliyoruz ki belediye başkanlarımız da tepeden tıpkı Valimiz, Emniyet Müdürümüz ve en önemlisi de Rektörümüz gibi gönderiliyorlar. Bu ne halkın iradesine saygı, ne demokratik hak kullanımı, ne de özgür bir tercihdir. Ayrıca tayin edileni de töhmet altında bırakmaktır. Çünkü belki de kendisi bu makamı en çok hak eden adaydır. Oysa bir kaç eleme yöntemiyle adaylar arasında bir ön seçim yapıp ordan çıkan adayı halkın önüne koymak hem daha adil hem de seçmene saygılı davranıştır.
Gerçi hemşerilerimin büyük çoğunluğunun bu türden tasaları yok. Kentin yapılaşması mahvolmuş, Çoruh katledilmiş, trafik kilit olmuş ve en önemlisi kente sadakat dibe vurmuş umurlarında değil. Çünkü bunların tümünün üstünde geçim derdi taht kurmuş! Oysa bilmiyorlar ki o geçim derdi bir sonuç! Sebep mi? Sebep, işte bu söylediğim özgür iradenin engellenmesinden dolayı liyakat, bilgi ve hizmet kalibresini ölçen seçmen gözleminin, deneyinin ve tercihinin sandığa yansımayışıdır.
Bu duruma hemşerilerim sadece içlerinden konuşarak hoşnutsuzluklarını belli ediyorlar! Oysa kentli olmak ya da köyden göç edip oraya gelmek bir sorumluluktur. Bir kente geldinse yurttaş olarak, anayasal hak ve görevlerine sahip çıkacaksın.
Eğer seçmen olmaktan dem vuruyorsan yanlışa karşı duracaksın. Bunun için partin diye iradenin etrafından dolanıp hakkın olan bir görevi elinden alıp, bunun yerine seni ‘mış” gibi yaparak kandırmasını, başını sallayrak hep onaylamayacaksın.
Tamam biliyorum, çeşitli zaaf ve yoksunluklarından dolayı kıstırıldığın için partini destekleyeceksin ama yanlış bir icraatta da doğrudan veya dolaylı hoşnutsuzluğunu dillendireceksin. Sesini yükseltip karşı çıkacaksın. Daha önemlisi de sandık başında iradenle ders vereceksin.
Bunu yapmaz ve eleştiri kültürünü umursamazsan o zaman da yapılan yanlışlardan şikayet etmeyeceksin. Çünkü her 5 yıl sonunda herkesin yerel yönetimi şikayet etmesinden bıkıp usanmadınız mı?
Eğer hemşerilerim yararlı ve onurlu bir kamu siyaseti istiyorlarsa, öncelikle bir öncekilere benzer emredici bu sisteme karşı kararlı duruş sergilemeliler. Bunun nasıl olması gerektiğini örneklemeli ve teslim oldukları yukarıyı, bütünsel çözüme zorlayacak şekilde kararlarını gözden geçirmeliler.
Tekrar yeni yerel yönetimin başına tayin edilen kişiye dönersek elbette o bildiğimiz, sevdiğimiz, donanımlı, atadan dededen görgülü ve saygılı biri. Fakat bu özellikler onun Bayburt’un kentsel tahribatını, Çoruh Nehri'nin katliamını geri dönderecek ne güçte, ne yetkide, ne de niyette olduğu anlamına gelmez. Bu türden dönüşümler için daha çok bu tayin iradesinin dışından gelen bir kimliğe ihtiyaç var. Ama umarım yeni başkan yüzümü kara çıkarır. Eğer kara çıkarırsa o zaman 4 yıl sonra yerel yönetimin başına başka birini tayin etmek istediğinde, tepedekine (eğer o da yerindeyse tabi) yine önce ben karşı çıkacağıma söz veriyorum.
Bakın bunu şuraya yazıyorum: Yeni Belediye Başkanı ne kadar başarılı ya da başarısız olursa olsun kendini 5 yıl sonra aynı makamda bulamayacak. O sırada yukarıda kimin tarikat dayanışması, kimin ekonomik desteği, kimin tepeye yakın kulağa fısıldayan torpili olursa o olacak. Hemşerilerim de zaten seçmen hakkı peşinde değiller “Yaşa Padişahım” diyerek çeşitli hesaplarla bu yanlışı sürdürecekler.
Oysa Ortadoğu rejimlerindeki emir kulu gibi ‘ümmet’ değil de çağdaş demokrasilerdeki gibi ‘millet’ olmak istiyorlarsa gereğini yapar, kendi kaderlerini kendileri tayin ederler.
Elbetteki atanan bu başkan da saygıdeğer, iyi eğitimli ve birikimli. Ve elbette makamını hakeden de biri. Tıpkı kentimize atanan diğer bürokrat ve teknokratlar gibi. Ama siz de ben de biliyoruz ki bu bir demokratik seçim değildir. Hatta seçim de değildir. Sadece daha önceki üç yerel yönetim tespitinde olduğu gibi yukardan bir atamadır. Kabul edelim artık gerçekte, özellikle Bayburt’ta belediye başkanlığı seçimle değil, her 5 yılda bir tayinle yapılmaktadır.
Şimdii, yazan insan yazarak yaşama ve siyasete müdahale ettiğini umar. Ya da en azından benim için bu böyle. Ayrıca hem yurttaş hem de hemşeri olarak bu bir hak ve bir görevdir. İnsan istemeden de olsa gözünün önündeki yanlış gidişi işaret eder ve kendine böyle bir sorumluluk yükler. Bu sorumluluk öğrendiklerini en açık, en dürüstçe ve en alçakgönüllü şekilde açıklama yükümlüğüdür.
Artık biliyoruz ki belediye başkanlarımız da tepeden tıpkı Valimiz, Emniyet Müdürümüz ve en önemlisi de Rektörümüz gibi gönderiliyorlar. Bu ne halkın iradesine saygı, ne demokratik hak kullanımı, ne de özgür bir tercihdir. Ayrıca tayin edileni de töhmet altında bırakmaktır. Çünkü belki de kendisi bu makamı en çok hak eden adaydır. Oysa bir kaç eleme yöntemiyle adaylar arasında bir ön seçim yapıp ordan çıkan adayı halkın önüne koymak hem daha adil hem de seçmene saygılı davranıştır.
Gerçi hemşerilerimin büyük çoğunluğunun bu türden tasaları yok. Kentin yapılaşması mahvolmuş, Çoruh katledilmiş, trafik kilit olmuş ve en önemlisi kente sadakat dibe vurmuş umurlarında değil. Çünkü bunların tümünün üstünde geçim derdi taht kurmuş! Oysa bilmiyorlar ki o geçim derdi bir sonuç! Sebep mi? Sebep, işte bu söylediğim özgür iradenin engellenmesinden dolayı liyakat, bilgi ve hizmet kalibresini ölçen seçmen gözleminin, deneyinin ve tercihinin sandığa yansımayışıdır.
Bu duruma hemşerilerim sadece içlerinden konuşarak hoşnutsuzluklarını belli ediyorlar! Oysa kentli olmak ya da köyden göç edip oraya gelmek bir sorumluluktur. Bir kente geldinse yurttaş olarak, anayasal hak ve görevlerine sahip çıkacaksın.
Eğer seçmen olmaktan dem vuruyorsan yanlışa karşı duracaksın. Bunun için partin diye iradenin etrafından dolanıp hakkın olan bir görevi elinden alıp, bunun yerine seni ‘mış” gibi yaparak kandırmasını, başını sallayrak hep onaylamayacaksın.
Tamam biliyorum, çeşitli zaaf ve yoksunluklarından dolayı kıstırıldığın için partini destekleyeceksin ama yanlış bir icraatta da doğrudan veya dolaylı hoşnutsuzluğunu dillendireceksin. Sesini yükseltip karşı çıkacaksın. Daha önemlisi de sandık başında iradenle ders vereceksin.
Bunu yapmaz ve eleştiri kültürünü umursamazsan o zaman da yapılan yanlışlardan şikayet etmeyeceksin. Çünkü her 5 yıl sonunda herkesin yerel yönetimi şikayet etmesinden bıkıp usanmadınız mı?
Eğer hemşerilerim yararlı ve onurlu bir kamu siyaseti istiyorlarsa, öncelikle bir öncekilere benzer emredici bu sisteme karşı kararlı duruş sergilemeliler. Bunun nasıl olması gerektiğini örneklemeli ve teslim oldukları yukarıyı, bütünsel çözüme zorlayacak şekilde kararlarını gözden geçirmeliler.
Tekrar yeni yerel yönetimin başına tayin edilen kişiye dönersek elbette o bildiğimiz, sevdiğimiz, donanımlı, atadan dededen görgülü ve saygılı biri. Fakat bu özellikler onun Bayburt’un kentsel tahribatını, Çoruh Nehri'nin katliamını geri dönderecek ne güçte, ne yetkide, ne de niyette olduğu anlamına gelmez. Bu türden dönüşümler için daha çok bu tayin iradesinin dışından gelen bir kimliğe ihtiyaç var. Ama umarım yeni başkan yüzümü kara çıkarır. Eğer kara çıkarırsa o zaman 4 yıl sonra yerel yönetimin başına başka birini tayin etmek istediğinde, tepedekine (eğer o da yerindeyse tabi) yine önce ben karşı çıkacağıma söz veriyorum.
Bakın bunu şuraya yazıyorum: Yeni Belediye Başkanı ne kadar başarılı ya da başarısız olursa olsun kendini 5 yıl sonra aynı makamda bulamayacak. O sırada yukarıda kimin tarikat dayanışması, kimin ekonomik desteği, kimin tepeye yakın kulağa fısıldayan torpili olursa o olacak. Hemşerilerim de zaten seçmen hakkı peşinde değiller “Yaşa Padişahım” diyerek çeşitli hesaplarla bu yanlışı sürdürecekler.
Oysa Ortadoğu rejimlerindeki emir kulu gibi ‘ümmet’ değil de çağdaş demokrasilerdeki gibi ‘millet’ olmak istiyorlarsa gereğini yapar, kendi kaderlerini kendileri tayin ederler.