Adamın biri, yazıda bir yaban tezeği bulmuş. Bu yaban tezeğinin kokusunu içine çekmiş. Bütün duyu organlarıyla, tezeğe âşık olmuş. Tezeği yerden alıp iç cebine sokmuş. Zaman zaman çıkarır, “Ah benim mis kokulu tezeğim!” der, yine iç debine sokarmış.

Bazı kimselerin yakışıksız aşkları için: “Gönlü b*ka düştü” tabiri buradan kaynaklanır belki de? Eskiden malûm trenler, buharla çalışan lokomotiflerle işlerdi.

Bunların kazanlarındaki suyu kaynatmak için, taşkömürü yakılırdı. Tren istasyonlarında ve yollarda, lokomotifin saldığı bu kara duman da b*k kokusuna benzerdi.

Dakikalarca havada kalır, dağılmazdı. İşte b*k kokan bu dumanın kokusunun meraklıları vardı. Tren geldiği ve istasyonda kaldığı sürede; lokomotifin bacasında hafif hafif tüterdi bu taşkömürü. Tren kalkarken; aslan kükremesine benzer, buharla karışık lokomotif, kükrerdi. Pistonlar önce ağır, sonra hızlı tekerlekleri döndürür, tren, istasyondan peşindeki vagonları sürükleyerek, sonraki istasyonlara giderdi. Kara dumanlar, git gide zayıflar, kokusu da bir müddet sonra kaybolurdu. Bir daha tren gelene kadar…

***

Yaban tezeği,  harman zamanı buğday kaldırılıp, ırmak kenarında bulgur kazanları, ortaya çıkıncaya kadar kimseye lâzım olmazdı.

Buğday harmandan kaldırılıp, iyice yıkanır ve elenirdi. Kazanlarda kaynatılarak, HEDİK haline getirilirdi. Temiz örtülere serilerek güneşte kurutulurdu. Çuvallanır ve değirmene sevk edilirdi. Özel taşlar altında hem kırılır, hem de kepekten buğday ayrılırdı. Bu öğütmek değildi, bulgur çekmekti.

Acele işler için evlerde, küçük bulgur çekme taşları vardı. Kapı önlerinde tokaçlarla bulgur döğmek için taş dibekler de bulunurdu.

Yazıya neden “Yaban Tezeği” dediğime gelince:

Bayburtlu Zihni’ye adamın biri: “-Siz Bayburtlular günde yarım okka tezek yermişsiniz?” demiş. Zihnî sormuş: “-Nereden biliyorsun?” Adam cevap vermiş: “-Ben Bayburt’ta üç sene kaldım”.

Zihni, kâğıda keleme sarılmış, hesap yapmağa başlamış.  Muhatabı ne yaptığını sormuş: “-Üç senede ne kadar tezek yediğinin hesabını çıkarıyorum” demiş.

Bayburtlu Zihnî, mürettep divan sahibi olduğu halde, bir tek koşmasıyla dahi gönüllere taht kurmuştur. 

“Hikaye-i Garibe” ve “Sergüzeştnâme” adlı iki kitabı da vardır. Zaten Sultan Abdülmecid Han tahta çıktığı zaman; yazdığı Cülûsiye ile HÂCE RÜTBESİNİ kazanmıştır. 

Pek çok kişi, halk şairi kabul etmiştir. Bir koşmasını Nevres Paşa bestelemiş, “Şehnaz Divan”ı yaratmıştır. Nevres Paşa da Abdülaziz Han’ın süt kardeşi ve sarayda şehzadeyle beraber büyüyen kişidir. Kemani Rıza Efendi’nin öğrencisidir. Şehnaz Divan da Türk Mûsikîsinin şaheserlerinden biridir. Daha sonra bestelenen divanlar, Şehnaz Divan seviyesine ulaşamamıştır…

***

İşte bu Şehnaz Divana güfte olan Koşma ile, Divan edebiyatı artığı, -Yahya Kemal’in nesine itibar ettiğini anlayamadığımız- Fazıl Ahmet Aykaç namındaki müteşair, alay etmiştir. Yani kendini pire mesabesinde küçültmüştür. Zihni sağ olsaydı bu zevzekin suratına tükürürdü.

***

Fâzıl olmasına imkân olamayan, Ahmet adıma da lâyık olamayan bu adamoğlu adamın şiirini (miirini) inceleyelim.

***

Hilmi Yücebaş’ın kaleme aldığı, “HİCİV VE MİZAH ANTOLOJİSİ” sa. 384 – (Aydede 23.2 1923) 

BAYBURTLU ZİHNÎ
-Sakiler meclisten çekmiş ayağı-

“Çiftlikte kalmamış sığırla manda
Mer’adan kaldırmış kurtlar buzağı
Kurnalar boşanmış yıkık hamamda
Ustalar toplamış tası tarağı”
***
Bu kıta Zihnî’nin bestelere (Emin Fevkî Efendi-Sadettin Kaynak- Nevres Paşa) güfte olan koşma- destanının ilk kıtasının karşılığıdır.

Faykaç, önce şiiri anlayamamış veya anlamışta itliği tutmuş.

Yavrunun ıssız bıraktığı otağda ne olmuş?

Ayağ göçürmüş. Yani kadehler meclisi terk etmiş. Âlem dağılmış. Camlar, yani kadehler kırılmış. Bir bezm alemi dağılmış, kadeh kırılınca meyler de dökülmüş. Zihnî tam bir mutasavvıf gibi düşünmüş. Paskeviç ordularının yakıp yıktığı, nişanlısının da kaybolduğu bir işgali hassas bir şair, üstelik çok rahat söyleyen bir şair böyle dile getirir.

Ama faykaç utanmadan, arlanmadan bu şiiri yazabiliyor. Cumhuriyetin ilânından 7 ay önce.  İstanbul işgal altında. Ordu İzmir’e girmiş.

Zihnî, Bayburt’ta gördüklerini şöyle dile getirmiş.

“Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Câmlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakîler meclisten çekmiş ayağı”

***

Kurnalar boşalmış yıkık hamamda ustalar, peştemallı, terli iğrenç tellâklar tası tarağı toplamış defolmuşlar. 

Şiir okuyanların, fikriyatının ne kadar önemli olduğu, burada görülüyor. Faykaç hamam oğlanı neşesinde. Pera palasta, kırık Fransızcasıyla, şeri yudumlarken, işgal zabitlerine karşı kıravat düzelttiğine yüzde yüz eminim. Zaten Türk milletinin kanını emen Duyunu Umumiye’de çalışmakta imiş bu habis.

Bu faykaç diye kısalttığımız, herifi nâşerif bu sefer kab-kacak diline dolamış. Dışımız kalaylı, içimiz tavsız.  O günlerde Bayburtlular muhacirlikten dönmüşler. Evler yakılmış, her yer virâne görünüşünde. Birçok salgın hastalık yaygın. Çanakkale’den, İstiklâl Savaşından, Kafkaslardan, Sina Çölünden, yedi cepheden dönmüş dörtte üçü erimiş, gelenlerin de hayati organları sakat insanlar. Evvelâ aç…tıbii hiçbir yardım yok.

Bir insan oğlu insan, dışımız kalaylı diyebiliyor. Dua et faykaç; Zihni cennet mekânın ahfadından biri, bu yazıyı görseydi “içini de adamakıllı kalaylar, tavını da Bayburt işi temize havale ederdi

“Dışımız kalaylı içimiz tavsız
Ateş dedikleri yanar mı kavsız ?
Türkün imlâsını sen yazma ‘vav’sız
Tatlısız yenilmez dilber dudağı?”

***

Kav bir ağaç kabuğudur. Fitilli çakmaklarla kullanılırdı. Cennet mekân Mustafa Kemal Paşa iyi ki, harf devrimini yapmış. Bu vav diye tekrarlanan harf, kelimelerin içinde dört harfin yerine kullanılıyordu (O-Ö-U-Ü ) bargir yazılıyor, beygir okunuyordu. Cemil Meriç öğrencilerine Tarihçi Hammer’in bis yanlış okumasını anlatmış.
“Türkler sevdiklerine KEDİ diyor. (Hammer, seni gidi seni)’yi seni kedi sen) diye okumuş.

Azerbaycan’da Kadı Burhanettin külliyatı, Qazı Buhanettin olmuş. Kadı kelimesinin üçüncü harfi DAT ile yazılır. Zabit kelimesi de DAT’la yazılır. Dabit okunmaz. Daha bunun gibi binlerce saçmalık.

İstanbul Türkçesine gelince; yazı dilimizdir amenna. Fakat, Galata- Beyoğlu-Tatavla (Kurtuluş)-Adalarda: Rumca/Ermenice/Fransızca/İtalyanca/Almanca/Yahudi İspanyolcası bir de Türkçe konuşulurdu. İşte Zihnî’yi tenkid eden gayr-i Türkün 6 lisanlı İstanbul Türkçesi:

“Yelkenin kopuşu direkten değil
Kayığın batışı kürekten değil
Âh eden çok amma yürekten değil!
Virane ülkenin akar saçağı!”

Burada bu müteşair, kime ve neye karşı bu mısraları yazdığını kendisi de bilmiyor.

Devlet ise, Tevfik Fikret’in “SİS” tablosunun dibindeki kayık gibi mi algılıyor devleti? “Kuvay-ı Millî” aleyhtarı mı? Yunan denize dökülmüş, Dumlupınar savaşları kazanılmış.

Kör mü bu herif-i nâşerif?

Aydede, İstanbul’da dağıtılırken, nerede Millî şairlerimiz? Bilhassa, meşhur 150’liklerin yüz elli bir numaralısı mı? Yusuf Ziya, Mithat Cemal, Orhan Seyfi görmediler mi? Hepsinin gözüne karasu mu indi? 98 yıl olmuş bu herze yeneli?

***

“Nargile misali çok etme gurgur!,,
İstanbul Türkçesi değildir uygur!..
Pirincin yerini tutar mı bulgur?..
Kavun olur mu hiç çerkez kabağı?”

Bir kere Bayburt-Harput-Kerkük Hinterlandı, Tebriz Merkezli “Azerî Kültür Dairesidir. Âşık Garip Coğrafyasıdır. Sayalım:

Dede Korkud buradadır.
Battal Gazi buralıdır.
Köroğlu’nun Kıratı burada kişnemiştir.
Âşık Kerem- Emrahlar, Emani, Nizamî, Yunus Emre, Son Kuyruklu Yıldız ŞEHRİYAR!! Bu coğrafyanın, ebedî Türkçenin evlâtlarıdır.
Uygurları ağzına alırken kesin abdestin kaçmıştı.  Ağzına alacak adam mısın, mason kırması. İşgal kuvvetleri yalakası. O güvendiklerin, münasip yerlerine baka baka hem de defolup gittiler.

“Şairin kalemi değilse olgun
Her kafiye böyle düşer mi dolgun?
Avamı sanır bu dehri dûnun
Tavşan bıyığını kuzu kulağı!..”

Tamamını kopya ettiği koşmayı, öyle kararmış bir haset ve kıskançlıkla kalemine dolamış ki, Bayburt’un meşhur delisi: “Ali Sait” bile bıyık altından ve üstünden güler.

Bu kıtada bir alçakça yazılmış “Dehr-i Dûn”

Sözü var ki, beni deli ediyor. “Zamanın alçağı” demek olan bu tâbiri aynen iade ederim; sade sana değil, anana avradına kızına kısrağına; yedi göbek geçmiş sülâlene, yedi göbek gelecek silsilene…!

***

Bayburtlu şairler beni kırmadılar. Makberi Ahmet Akkoyun İstanbul’dan yazdı:

• Makberî- Ahmet Akkoyun

F/a/kaç'a
_____"Sâkiler meclisten çekmiş ayağı"

Fazıl devesini aramış damda
Hasetten kurumuş dili kursağı
Peştemalı asmış kirleri camda
Hangi hamamcının acep çırağı
.
Kalaycı eskisi kalayı bozuk
Kelâmı çetrefil alayı bozuk
Zihni'ye çatıyor olayı bozuk
Aklı dilberlerin cilveli çağı
.
Kürekle boşaltır deniz suyunu
Kayığı batarken oynar oyunu
Manda zannedermiş görse koyunu
Meyve bahçesinin kuru kavağı
.
Bayburt'un şivesi oğuzdur hıdır
Uygur Türk değil mi a cevvâl hınzır
Yediğin o bulgur kurtlandı bıldır
Rüyanda mı gördün acep şak şağı
.
Heccâvın kalemi çatar dengine
Alem temaşâyla bakar cengine
Makberî şaşırır sendeki cine
Yahu sen mi kaldın şiir çerâğı
_______ Makberî- Ahmet Akkoyun

****
Dursun Bayrak
Agâhî mahlâsını kullanır. Taa Almanya'dan cevabını gönderdi

Faykaç (Kırık fay)
"Sâkiler meclisten çekmiş ayağı"
.
Sığırlar doluşmuş çayır, mera'ya
Bir öküz koparmış sami, sambağı.
Beslenirken sazan vurmuş karaya
Çırpınıp duruyor oldu bayağı.
.
İşleyen demire tav'dan söz olmaz
Yangına, alava kav'dan söz olmaz
Elif'i bilmeden vav'dan söz olmaz
Pençeye karşalmış kuşun cırnağı.
.
Samanı çok sevmiş bulgur tanımaz
Özbek, Türkmen derde Uygur tanımaz
Bedasıllık bilir huzur tanımaz
Vay gidi alemin çapsız salağı.
.
Tezek atıştırmış getirir geviş
Zihni'yede çatmış bu huysuz derviş
Anlaşılan zatı çok fışgi yemiş
Hazır sofrasına sürdük kalağı.
.
Kalemi olguna varda gel beri
Hicivi dolguna sorda gel beri
Agâhtan vurgunu yorda gel beri
Bekliyor heccav'ın meydan dayağı.
----------------------- Agâhi
 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Makberî 3 yıl önce

EyvAllah üstâdım gerçi bu zata ben ufaktan bir şey
yazdım ama sanki az daha olsaydı der gibi düşündüğünü
hissettim ufak bir modul daha atayım dedim selam ve dua ile

Gorbagor
_______Fazıl ol evladım şiir edeptir
_______Haddi bilmeyenin namı merkeptir

Şair Zihni için hiciv yazmışsın
Sana rahmet dersem yazık gorbagor
Cevap veren sağ yok diye azmışsın
Niye böyle için ezik gorbagor

Bayburtlu'dan şeref geçer eline
Sağ olsaydın yük yüklerdim beline
Hay merkepler yuva yapsın diline
Senin hakkın sözle kazık gorbagor

Söyle nesin hangi soydan meşrebin
Elif Vav'ı öğretmez mi mektebin
Ancak yeni ele geçti mektubun
Dediler ki aslın mozuk gorbagor

Her şaire bir kulp takıp gülmüşsün
Oğuz Uygur Kazak diye bölmüşsün
El etekle makam mansıp almışsın
Kısasa kısastır tüzük gorbagor

Şimdi ben de hicvedeyim zatını
Hıfzedersin Makberî'nın katını
Nişadırla harmanladım otunu
Sana haktır böyle azık gorbagor

_____Makberî