Her bir canlıya aynı kaynak sunulur ama ortaya çıkan ürün farklıdır. Dut yaprağı da bildiğiniz o yapraktır:

İnek yer, süt olur.

İpek böceği yer, ipek olur.

Arı yer, bal çıkar.

Peki ya insan? O da aldığı bilgiyle, sevgiyle, deneyimle harmanlanır; ortaya ya şifa çıkar ya da zarar…

Bu örnek bize şunu gösterir: Asıl mesele neyin sunulduğu değil, onu alanın iç dünyası ve bakış açısıdır. Aynı kaynaktan beslenen farklı canlılar kendi fıtratına göre fayda üretir. İnsan da böyledir; aldığı sevgiyi, bilgiyi, fırsatı kendi özüyle yoğurur ve geleceğe ya umut taşır ya da yıkım.

Şeyh Edebali’nin öğüdü tam da bunu anlatır: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Çünkü devletin varlığı ve devamı, vatandaşlarının refahı ve huzuru ile mümkündür. Büyüklerimiz de boşuna dememiştir: “Biri yerken diğeri bakarsa, kıyamet orada kopar.”

Bugün devletlerin “güçlü” sayılması artık yalnızca silahına, parasına ya da yaptığı yollara bakılarak olmuyor. Gerçek güç; adaletli, vicdanlı ve insan onuruna saygılı bir yönetim anlayışıyla ölçülüyor. İnsan haklarını yaşama geçirebilen bir devlet, hem halkına güven verir hem de geleceğe umut taşır.

Ama gelin görün ki, hayatın içinde adaletin terazisi çoğu zaman şaşıyor. Adam 7200 gün prim yatırıyor… “Emekli olunca rahat ederim” diye bekliyor. Ama gün geliyor, aldığı maaş açlık sınırının bile altında kalıyor. Yıllarca alın teri döken bir emekçinin payına düşen bu mu olmalı?

Öte yanda, birileri ballı maaşlarla iki maaş, üç maaş alıyor. Hele ki milletin vekili diye seçilen, yalnızca iki yıl görev yapan bir milletvekili, 7200 iş gününü doldurmadan yüksek emekli maaşına kavuşabiliyor. Allah aşkına, adalet bunun neresinde? Hakkaniyet bunun neresinde?

Bir ülkede sadece özgürlükler değil, eşitlik, adalet ve karşılıklı saygı da olmalıdır. Bu değerler yalnızca mahkeme salonlarında değil; emeklinin maaşında, öğrencinin okulunda, hastanın hastanesinde, köylünün tarlasında yaşatılmalıdır.

Yöneticiler halkını dinlemeli, şeffaf olmalı, hesap verebilmelidir. Halk ise yalnızca oy kullanan değil; söz söyleyen, katılım gösteren, eleştirebilen bir konumda olmalıdır. Demokrasi, katılımla anlam kazanır.

Ve unutmayalım: Her şeyin temeli eğitimdir. Çocuklarımıza sadece matematik ya da tarih değil; empati, adalet, hoşgörü ve saygı da öğretilmelidir. Çünkü iyi vatandaş, sadece yasalara uyan değil; başkasının hakkını gözeten insandır.

Elbette sosyal adalet de bu işin temelidir. Her bireyin temel ihtiyaçlarını karşılayabildiği, fırsatların adil paylaşıldığı bir toplumda gerçek huzur vardır. Kadını, çocuğu, yaşlıyı, engelliyi dışlamayan; tam tersine onları gözeten bir anlayış, devleti daha güçlü kılar.

Unutmayalım: İnsan haklarına ve adalete saygı bir hedef değil, sürekli yenilenmesi gereken bir yolculuktur. Her gün yeniden inşa edilmeli, her nesille birlikte tazelenmelidir.

Çünkü… "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın."

Devletin gerçek gücü, mutlu insanlarının omuzlarında yükselir.