Hayat yolculuğunun birinci dereceden hedefi, şairlik ve yazarlık tutkusunu koruyabilmekti. Ancak içimde cereyan eden olaylarla dış dünyanın gerçeklerinin örtüşmemesi, beni de siyasi manzaraların içine sürüklüyordu. Ülkemi, milletimi, tarihten gelen üst değerleri sevmiş olmamdan dolayı da, hangi saflarda yer almam, hangi cereyanlara karşı olmam konusunda beni tercih yapmaya zorluyordu.

Marksist cereyanlara karşı oluşumun da böyle bir tercihten kaynaklandığını söylemiştim. Daima ümitli oluşumun kaynaklarımdan biri de Milli Mücadele mucizesiydi. 1970'li yılların kaos ortamında da Türk Milletinin taşımış olduğu büyük kültür mirasının karanlıkları dağıtacağına hep inanıyordum. 

Bu ruh hali özel hayatımda da bana hep eşlik etmiştir. Hani anlattığım o Sultandağı İstasyonundan beni kasabaya götüren o tek atlı posta arabası vardı. Kasabada kiracısı olduğumuz bekâr evimizin önünden gece yarısı hep o araba geçerdi. Arnavut kaldırımı üzerinde ilerlerken çıkardığı takırtılar bazen uykudan uyandırırken, bazen de uyumamış halde daldığım düşünceler ortasından geçerdi. 

Kaldığımız ahşap evin tarihi bir kimliği de vardı. Akşehir'de Büyük Taarruz Kararını alan Batı Cephesi Karargâhının Paşaları Afyon'a doğru hareket ederken Sultandağı'nda bir gece konaklayanlar da olmuş. İşmet Paşa da bir gecesini işte bizim şimdi yaşadığımız bu evde geçirmişti. Sultandağlılar bunu övünerek anlatırlardı. 

Tek atlı posta arabasının sahibi istasyondan o günün postasını aldıktan sonra gece yarısı evine dönüyor, sabahleyin de gelen mektup vesaireye postaneye teslim ediyordu.

Hemen her gece o arabanın takırtıları ile içim ürperir, bana da bir haber gelmiş olabilir diye düşünürdüm. Ortada beklediğim somut bir şey yoktu. Nereden geleceği, ne olduğu bilinmeyen birşeyleri hep beklemekti bu. Dört yılımın geçtiği o bekâr evinde bu benim hiöç bitmeyen rüyamdı. Kafdağı'nın ardındaki peri kızından selam beklemek gibi bir şeydi.

Belki de Batı Cephesi komutanının konuk olduğu bir evde yaşamaktan ileri gelen bir hayaldi. Aslına bakılırsa koyu Demokrat Partili olan ailemizde İsmet Paşa muhabbetinin olduğu da söylenemezdi. Haliyle ben de bunun izleri vardı. Ancak büyüklerimiz, rüyada devlet adamı görmenin daima önemli olduğunu, hayırlı muradlara etme işareti taşıdığını söylerlerdi. 

İşte o tarihi, mütevazı evin önündeki Arnavut kladırımından gece yarıları takır tukur geçip giden posta arabası da benim her geceki rüyam olmuştu. Yahya Kemal'in "Mehlika Sultan" şiirinde olduğu gibi. "Bu emel gurbetinin yoktur ucu/Daima yollar uzar kalp üzülür/Ömrü oldukça yürür her yolcu"

Biraz da masalımsı olan bu iyimserlik duygusundan, yaşadığım nice hayal kırıklıklarına rağmen uzaklaşmamışımdır. Edebitaın dünyası bu masalımsı iyimserlikleri besleyen bir kaynaktı. Çünkü edebiyat, olumsuzluklardan da olumlu değerler üreten bir sanat alanıydı. Bu iyimserlikli halimin bir de şiiri vardı. 

Gemide

Nuh'suz bir gemidir doruklarda batık,
Göçüp gitmiş dost bulutlar üstünden
Kırılmış aynalardandır bu nursuz ışık,
Gene de küsme dünyamıza vakit erken

Ben ne seraplar gördüm şu yamçlarda,
Ne hüzünler çöktü gözlerime mecnunca,
Her defasında bir dağın varılmamış ardından,
Gelmemiş baharların müjdesi geldi,
Göller gibi sakin, ırmaklar uzunca
Varmış bir kere ifrit Âdemle Havva katına,
Sürüp gitmede ilk sürgünle kopan fırtına
Biraz gülüş biraz hüzün yetiştirmek için, 
Serilir önlerine bahçeleri kâinatın,
Bahçeler bir bahar, bir hazan,
Gör eskimez duy bitmez dinle tükenmez..
Kim bilir daha ne diyecekleri var,
Belki sana diyeceklerim kadar..
Perçinleri gevşemiş eşiklerden gülüyordum,
Yakaladım koydum o gülüşü kalbime
Eşikler ilk aldatandı sen bilmiyordun
Dünyayı defter edip koydum cebime,
Muradım seni yazmaktı uzun uzun

Huzurun kaybedilmiş adresi aranıyor gemide,
Sorgulu bakışlarına cevap arıyorum ben
İçimde bin tufan koparan mızraktır şüphe, 
Alaca sinyaller gelmede uzay mekiklerinden
Ve sen terkisinde asırlık hatıralarla doludizgin,
Zirvelerde atlıları bilmiyorsun daha

Ağzına sıkıca kilitler vuruldu zamanın,
Oynar durur buzlanan hafızamda maymuncuklar
Arabesk bir gecenin ardından marazlı bir sabah,
Dedim ya doruklarda batık gemi var,
Hicran içinde yolcuları hicranını bilmez
Eşyanın sınır kapılarında aklın tedirgin nöbetçileri

Aklımın endam aynasında esrar çözülmez,
Mağaralarda başladığı söylenir bu maceranın,
Galaksiler olabilir bir sığınak
Kaç oldu bende yıkılması şu dünyanın,
Yaşadım durdum, buzullardan çöllere uzanarak

Uzak gemilerde kalmıştı sesin,
Geldin de yenilendi şavkı yıldızların..
Binlerce yıllık ömrün bedelini gülmedesin
Her bakışınla kapanmada bir uçurum,
Kapama gözlerini yavurucuğum
 

Yine 1970'li yıllarda Hisar Dergisinde tanışmış olduğum ve şiirlerini kendime çok yakın bulduğum Ahmet Muhip Dranas'ta da işte öyle masalımsı iyimserliklerin yansımalarını görüyordum.

Dranas, o günlerin tek kanal siyah beyaz televizyon ekranından katıldığı bir programda kendisine yöneltilen sigara tiryakililiği ile ilgili soruya şöyle bir cevap veriyordu: "Her zaman başı dumanlı olan biriyim. Dağdaki duman ne ise, bendeki sigara da işte o..."

Kendisini bir zamanlar baştacı eden bazı çevreler, O'ndan sol ideoloji doğrultusunda şiirler beklediler. Ahmet Muhip Bey buna iltifat etmedi. Onlara şöyle bir dize ile cevap vermekle yetindi: "Aç mısın kardeşim, gel olanı bölüşelim..." 

O yıllarda Milliyet Gazetesi, Yaşar Kemal'in "Demirciler Çarşısı Cinayeti" romanını tefrika edecekti. Haftalarca raklam ve duyurular yayınlandı. Tefrika başlayınca da büyük bir okuyucu kitlesi "Demirciler Çarşısı Cinayeti"ni okumak için Milliyet'e yönelmişti. Ben de ilgi ile okuyup izlemeye başlamıştım. Günler birbirini kovalıyor, fakat roman bir türlü rotasına girmiyordu. Günlerce, bulutlu bir gökyüzü, ardıarkası kesilmeyen yağmurlar, Çukurova ağalarından birinin konak temelinin atılması olayları etrafında dönüp dolaşılıyordu. Bir aya yakın bir zaman geçmişti, hergün okumakta direndiğim halde, "Demirciler Çarşısı Cinayeti"nin bir çekiciliğini yakalayamıyordum.

O günlerden birinde akşam üzeri Hisar Dergisi bürosundayken, Ahmet Muhip Dranas çıkageldi. Oturur oturmaz Mehmet Çınarlı'ya dönerek, "Yahu Çınarlı Yaşar Kemal'in romanını okuyor musun?" sorusunu yöneltti. Çınarlı da "Bıraktım, okuyamıyorum artık.." deyince Dranas burnundan solurcasına, "Yahu ne bu kardeşim, günlerdir siyim siyim yağmurlar, amalelerin taş taşımaları, küfürler, ağanın sözüm ona abuk sabuk düşünceler sonucu "tanrı yoktur" neticesine varması, yine yağmurlar, yine ameleler... Fırlatıp attım gazeteyi ben de okuyamıyorum artık."

Mehmet Çınarlı'nın gerekçeleri de hemen hemen aynıydı. Üçümüz de birbirimizden habersiz ama aynı gerekçeler ve aynı kanaatlerde buluşmuştuk. 

İtiraf etmeliyim ki ben Yaşar Kemal'in "İnce Memet 1"ini severek okumuş, etkilenmiştim. Ancak daha sonra yazdığı "İnce Memet 2, 3, 4"lerden o zevki bir daha alamamıştım. Birinci kitabın popüleritesinden yararlanmak için getiri amaçlı yazılmış oldukları çok belliydi. 

Yaşar Kemal'in düşünce dünyası ile bir ilişkim olmaması bir yana, kendisini hiçbir zaman tutarlı bulmamışımdır. Türkiye'de bir türlü, Türkiye dışında başka konuşması da bunun açık örnekleri olmuştur. Kendisi Türkçe söz dağarcığı bakımından fakirdir. Bununla beraber, "Baskı gördüğün için anadilim Kürtçe ile yazamadım" ifadesini son zamanlarda kullanmış olması da düpedüz bir iftira, aynı zamanda nankörlüktür. Esasen "Anadilim" dediği "Kürtçe" kelime kadrosu ile de o romanları bile yazamayacağını en iyi bilmesi gereken kendisi olmalıdır.  

Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...     
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.