Erbil'e Türkmen Kurultayı'na gitmiştik. Peşmergelerle Türkmenler arasında gerginlikler yaşanıyordu. Türkmen çoğunluk Kerkük ve Musul'daydı. Saddam'ın tahakkümü altındaydı. Eğer Kuzey Irak'ı Saddam'ın saldırılarından korumak için "Çekiç Güç"ün denetimine bırakılan bölgenin sınırı biraz daha güneye kaydırılmış olsaydı. Türkmenlerle Peşmergeler birbirine yakın nüfusa sahip olabilirlermiş. Dolayısıyla Peşmerge baskısı altında kalmayabilirlermiş. 

Bu gerçeği bu seyahat sırasında görmüş ve anlamış oluyordum. Hatırlıyordum, 1. Körfez Savaşında Kuzey Irak'tan Türkiye'ye kaçan büyük göçmen kitlelerinin ağır yükünden kurtulmak için, Turgut Özal "Çekiç Güç" formülünü ortaya atmıştı. Böyle bir teklifin sahibi olan Türkiye, Saddma'ın yasaklanan 36. Paralelin kuzeyini biraz daha aşağıya çekme düşüncesini o formülün için koyamaz mıydı? Böylelikle Kuzey Irak Türkmenlerinin parçalanmışlığının önüne geçemez miydi? Turgut Özal'ın bunu bilmesi gerekmez miydi? Eğer olabilseydi, bölgedeki federe Kürt Devletine karşı federe bir Türkmen Devleti kozu elimizde bulunabilirdi. 

Türkiye'ye döndükten sonra bunları bir konferansta dile getirirken Özal'ın Bakanlarından Cemil Çiçek ile Halil Şılgın da bulunuyordu. İleri sürdüğüm hususlara itirazları, kendi açılarından izahları olduysa da beni tatmin etmiyordu. 

Erbil'deki Türkmen Kurultayı'nın tamamlanmasının ardından, Türkmen Cephesi yöneticilerinden bir arkadaşımızın hasta babasını ziyarete gitmiştik. Sedir'deki yatağına uzanmış yatan yaşlı amcaya bizi tanıştıran arkadaş, sıra bana gelip "Yahya Bey" deyince, yaşlı adam hızla doğrulduve "paraları nettin yeğenim..." demeye başladı. Gayet ciddi bir şekilde benden hesap soruyordu. Yanımdaki arkadaşlar hem gülüyor, hem de açıklamaya çalışıyorlardı. "Bu o Yahya değil..." diyorlardı.

O sıralarda Yahya Demirel'in Ege Bank'ına el konulmuş, Bankanın içinin boşaltılmış olduğu haberleri gündemdeydi. Anlaşılan yaşlı hasta amca Türkiye'yi öylesine izliyordu ki "Yahya" der demez dayanamamıştı. 

Yıllar sonra ikinci Körfez Savaşı yaşanmış, işgal altındaki Kerkük'te yine Türkmen Kurultayı yapılıyordu, oradaydık. Irak Türkmenleri Saddam'ın zulmünden kurtulmuş olmalarına da sevinemiyorlardı. Derin kaygıları vardı.

O sırada tanıdığım Türkmen şairi Ekrem Tuzlu'dan hayat hikâyesini dinledim. Ömrünün büyük kısmı zindanlarda geçmişti. Tek suçu, katıldığı her toplantıda Türk olduğunu haykırmak olmuş. Kendisi de bunda inadına direnmiş. Bir defasında eşini ve çocuklarını da kendisiyle birlikte zindana tıkmışlar fakat o yine vazgeçmemiş davasında. Bir çocuğunu da karısı hapishanede doğrumuş. 

Aslında Türkmenler "1 Mart Tezkeresi"nin TBMM'den geçmesini arzu ediyorlarmış. Bu yüzden bir hayal kırıklığı yaşıyorlardı. 

"Eğer şimdi Türk ordusu burada olsaydı Peşmergelerin bize yan bakması ne mümkündü" diyorlardı. Kerkük'ün kıyılarında çadırlar, bırakalar, teneke evler çoğalıp gitmekteydi. Bunlar, Barzani ve Talabani'nin yeni politikaları gereğince Kerkük'ün nüfus yapısını değiştirmek için teşvik ettiği göçlerdi. 

Geceleri yer yer silahlar, bombalar patlıyordu. Türkmenler ümitsiz ve tedirgindi. 

"Bir Mart Tezkeresi"nin TBMM'de görüşüldüğü gün Meclis Başkanı Bülent Arınç'a telgraf çekmiş, duygu ve düşüncelerini ifade etmiştim. Özetle, bu tezkerenin geçmesinin, Türkiye'nin ABD işgaline uğrayacağı anlamına geleceğini ifade etmiş, Türkiye'nin eninde sonunda ABD ile hesaplaşmak zorunluluğu ile karşı karşıya bulunduğunu dile getirmiştim. 

Ancak Kerkük'teki Türkmen Kurultayı sonrası bakıldığında durum değişmişti. ABD'nin Türkiye'den o tezkereyi yeniden ele alması beklentisi vardı. Irak'ın işgali gerçekleşmiş ve bunun Türkiye üzerinden olmadığı dünyaya gösterilmişti. Şimdi ise tezkerenin geçmesi Türkiye'nin ve Türkmenlerin lehine olabilirdi. 

Dönüşte Bülent Arınç'la bir görüşmemiz oldu. İzlenimlerimi ve görüşlerini aktardım. "Bunları bir rapor haline getirip verirseniz Başbakana da iletirim" dedi. Ben de öyle yaptım. Sunduğum raporu ayrıca "Türk Yurdu" dergisinde yayınladım.

Daha sonra o tezkere Meclis'ten geçti ama, bu defa ABD "İstemiyorum" diyordu. Ardından da askerimizin başına çuval geçirilince, "ABD'ye bir nota verecek misiniz?" diye soranlara Başbakan Tayyip Erdoğan "Müzik notası mı?" cevabını vererek başımıza geçirilen çuval olayı ile dalga geçmiş olmuyor muydu?

İsmet Paşa'nın "Büyük Devletlerle beraber olmak, ayı ile yatağa girmeye benzer" diye bir sözü vardı. Doğruydu ama bu, büyük devletlerin her dediğine boyun eğmek anlamına da gelmiyordu. 

Süleyman Demirel'in Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı'na söylediği bir söz vardı: "ABD'nin dediklerine karşı çıkma ama her dediğini de yapma..." Anlaşılan bu Demirel'in de politikasıydı.

Şimdi ise Türkiye ABD'nin her dediğini yapan bir görüntü sergiliyor. Irak çekildikten sonra Türkiye'ye daha çok ihtiyacı olduğu anlaşılan ABD, biraz ödün vermek şöyle dursun, toplum dokumuzu altüst edecek nitelikte ödünler peşinde...

Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.