"Çözümsüzlük çözüm değildir" diyerek yola çıkılmasını  siyaseten doğru bir zaaf işareti olarak algılanmaya yol açabilirdi.

AKP iktidarıyla ilan edilen bu siyasetin dış odaklar için çekici olduğu açıktı. Hiçbir rakip güç, dişe diş mücadele ve direnişten hoşlanmaz. Karşısındakinin bir zayıf yanını bilmeye ihtiyaç duyar. Türkiye işte bu "Çözümsüzlük çözüm değildir" çıkışıyla peşin olarak ödünler vermeye açık olduğunu söylemiş oluyor.

AKP'ye muhalif duruşumun ilk dayanağı bu olmuştu. Elbette benimki fikri bir muhalefetti.

Daha sonra yapılan kadrolaşma ölçütlerini gözlemledim. Türklük ve Milliyetçilik duygusu içerisinde olduğu bilinenler sakıncalı sayılmaya başlanmıştı. Bu insanlar velev ki beş vakit namazını kılanlar bile olsa makbul sayılmıyordu.

Bülent Ecevit'in 1980 öncesi başbakanlığı döneminde de böyle bir tabloyu yaşamıştık. Ancak Ecevit'in dış politikasında bir omurgalı duruşu bulunduğunu da kabul etmek gerekirdi.

Beni asıl şaşırtan bir durum da, Recep Tayyip Erdoğan'la Milliyetçi duruş sahiplerinin bazı ortak paydalarının olması gerektiğini düşünmeme rağmen bunun olmadığını görmekti.

Türkiye Cumhuriyeti'nin varlık, birlik ve dirliğinin sorumluluğunu taşıyan Başbakanın etnik kimlikleri her gün sıralayıp durması da çok şaşırtıcıydı. Böyle bir sorumluluğu taşıyan mevkide onların asıl görevleri, çatlakları meşrulaştırmak, derinleştirmek olmamalıydı.

O büyük sorumluluğu üstlenmiş olan devlet adamına düşen, bizi bir arada tutan ortak özelliklere vurgu yapmak, ortak paydaları pekiştirmek olmalıydı.

Netice olarak AKP iktidarı, merkez sağın, dindar kitlenin, milliyetçi mirasın üzerine inşa edilmişti. O büyük çoğunluktan beslenmişti. Fakat bakıyorum ki yeni iktidar, enternasyolcu dünya görüşüne bile parmak ısırtacak tavırlar sergiliyordu.

Herşeye rağmen Başbakan Erdoğan'ın çevresindekiler tarafından yanıltıldığı, yanlış yönlendirildiği ihtimaline pay ayırıyor, bunu ergeç fark edeceğini düşünüyordum. "Aşka Verilmiş Muhtıra" isimli romanımda da, roman kahramanım Selim'in, Başbakan Erdoğan'a mektubu yer alıyordu.

İşte bu tavır ve düşünceler içinde olduğum bir zamanda, Azerbaycan Gecesi'nde Köksal Toptan'la karşılaşmıştım. Eski tanışıklık ve dostluğuma dayanarak kendisine sitemlerde bulundum, bu tür görüşlerimi paylaşmak istedim.

65 Kendisinden açık bir cevap alamayınca, şu soruyu yönelttim. Siz bu partide öz muamelesi gördüğünüzü söyleyebilir misiniz? Cevabı "hayır" oldu.
Aradan zaman geçti, Köksal Toptan TBMM Başkanı seçildi. Bu durumu üveylikten özlüğe geçiş olarak algıladım, kendisini tebrik telefonunda da dile getirdim.

Yahya Kemal'in vefatının 50. Yılı dolayısıyla, TÜRKSAV olarak konferanslar, anma programları yapıyorduk. Yurt dışında da bu etkinlikleri yapmaya çalışıyorduk. Fakat en anlamlısı, bu anmalardan en önemlisinin Yahya Kemal'in doğum yeri olan Üsküp'te gerçekleştirilmesiydi.

Bu maksatla Köksal Toptan'ı makamında ziyaret ettim. Yahya Kemal üç dönem milletvekilliği de yapmış olan bir şairimizdi. Önce Meclis'te sonra da Üsküp'te bir anma programını ortaklaşa yapma teklifinde bulundum. Gayet iyi karşıladı, "Yapalım" dedi. Meclisteki programın bir benzerini de Köksal Bey'in de katılımıyla Üsküp'te gerçekleştirecektik.

Programı hazırlarken, Üsküp'teki kuruluşlarla temasa geçtik. Büyük bir heyecan ve memnuniyet uyandırdı.

Meclis'teki programda dikkatimi çeken ilk husus, bir tek bakanın bile gelmemiş olmasıydı. Birkaç milletvekili vardı. Ayrıca TBMM eski başkanlarından Ferruh Bozbeyli ve Cahit Karakaş bulunuyordu. Salon, dışarıdan davetlilerle dolmuştu.

Programda Atatürk ve Yahya Kemal ilişkilerine önemli vurgular yapılıyordu.

Yan yana otururken, Köksal Bey'e Üsküp'teki hazırlıklardan da söz ediyordum. Fakat Toptan'ın suratı biraz asıktı. Programın performansının yeterli bulmadığını da söylüyordu. Ben de kendisine, Üsküp'teki program için farklı bir format düzenleyebileceğimizi ifade ettim.

Ancak kokteyl sırasında ayaküstü sohbetlerde dinleyici kitlesinin memnun kalmış olduğunu da görüyordum. Takip eden günlerde ise, O Program'dan dolayı Köksal Toptan'a Parti'den tepkiler geldiğine dair bazı rivayetler kulağımıza gelmeye başlamıştı.

Köksal Bey, Yahya Kemal'i anma maksadıyla düzenlenmiş Üsküp seyahat programından vazgeçmedi ama, işin içinde Yahya Kemal yer almadı. Bir grup parlamenterle birlikte farklı bir gezi yapıp dönmüştü. Bizim harekete geçirmemizle, Yahya Kemal'le ilgili hazırlıklar yapan kuruluşlar nezdinde büyük bir mahcubiyete düşmüştük. Üsküp'ten beni arayanlar, Toptan'ın gezisine karşı tavır sergileyeceklerini söylüyorlardı. Ben "Sakın yapmayın, gelen Türkiye Cumhuriyeti'nin TBMM Başkanıdır" diyordum.

Daha sonra bu konuyu konuşabilmek amacıyla kendisinden randevu taleplerinde bulundunsa da hiçbirine cevap alamadım. Köksal Toptan ikinci defa TBMM başkanı olmayı planlamıştı ama, yine de olmadı. Eskilerin bir sözü vardır: "Neyleyim ki takdir tedbire uymuyor."

Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.