Moldova Yazarlar Birliği'nin davetlisi olarak gittiğimiz Moldova Başkent Kişinev'den Komrad'a bir an önce geçmeyi arzu ediyordum. Komrad Gagauz Özerk Yönetiminin merkeziydi. Bu Hristiyan Türk Topluluğunu merak ediyordum. Türk olup olmadıklarından da yeterince emin değildim.

Toplam nüfusları yüz elli bin civarındaydı. Konuştukları Türkçe gayet iyi anlaşılıyordu. Hristiyan inançlarını İslam terminolojisi ile ifade ediyorlardı. Önemli aydınları ve yazarları vardı. Bilim adamları da dikkat çekici bakış açılarına sahipti.

Fakat birkaç gün sonra gördüm ki bu yüzellibin Gagauz toplumunun içinde belki yüzelli hizip vardı. Herkes birbirinin aleyhinde, herkes birbirini çekiştirmekten geri kalmıyor. Sadece bu hal bile onların "Türk" olduğuna inanmam için yeterliydi.

Benzer durumları diğer Balkan ülkelerindeki Türklerde de görmüştüm. Mesela Makedonya'daki Türk aydınları arasındaki çekişmelere hep üzülüyor, bu yanlışları yüzlerine de söylüyordum.

Öte yandan düşünüyordum, sanki Türkiye de durum farklı mıydı? Diğer taraftan kendimi de sigaya çekiyordum. Sen herkesle barışık olmayı başarabiliyor musun Yahya? Başaramıyordum. Ancak kendime fazla haksızlık etme hakkım da yoktu. Her dostluğa her ilişkiye ön yargısız, iyi niyetlerle dolu olarak başlamış olduğumu görebiliyordum. Belki de iyi niyetlerin, temiz duyguların sahibi olup da hayal kırıklığına uğrayıp, bunlara tepkilerim güçlü ve aşırı tezahür edebiliyordu. Dolayısıyla iyi niyetlilerle artniyetler aynı çarkın dişlileri arasında didişip duruyordu.

"Tevazuda toprak gibi olmayı başaracak bir donanıma sahip olmadığımız gibi, tasavvufu az çok bilsek de yaşama tarzımıza sindiremediğimizden, nefsimiz galebe çalıyordu. Ayrıca her şeyin zıttı ile var olması gibi, yine her şey muhatabın nitelikleri ölçüsünde hayat bulabiliyordu. Yani özümüzü savunma noktasında çakılıp kalıyor, etki tepki döngüsüne tutsak oluyorduk. Bir diğer deyişle kendimizi aşamıyorduk. Aşmaya kalkıştığımızda ise muhatablar çemberine takılıyor yine "ben"imize yuvarlanıyorduk. Yaşamakta olduğumuz zaman diliminin "Toplumsal"llıktan "Bireyselliğe" çağırıcı cereyanları da bu hali körükleyip duruyordu. Egoların yelkenlerinin şişirildiği bir iklimin çocuklarıyız.

Konuya mensubu olduğumuz sosyal kitlenin durumu açısından bakınca, dostum Doktor Mehmet Ünlü'nün şu esprisi aklıma geliyor: Devlet-i ebed müddet çizgisinden "muhalefet-i ebed müddet'e geçtik...

Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.