Öğrenciliğimde sanatla hayat arasında bir kopukluk olduğunu hep düşünmüştüm. Bir ara arkadaşlarımla Beşiktaş'taki kahveleri boyayarak işe başlamayı planladık.  Sonra İstanbul'da büyük cepheler için duvar resimleri tasarladım hep ama bu projelerim hiçbir zaman yaşama geçemedi. Daha sonraki yıllar asistanlıktaki araştırmalarım nedeniyle Anadolu'yu gezdim. Gördüm ki günümüz sanatı ile Anadolu arasında büyük bir kopukluk var. Aslında geleneksel sanatla bizim aramızda da aynı kopukluk söz konusu idi.

Daha sonraki yıllar insanın olduğu yere sanat nasıl gidebilir sorusu etrafında döndüm dolaştım. Bir konteynırı tır haline getirerek Diyarbakır, Van, Erzurum, Bayburt gezici sergilerini düzenledim. Eczacıbaşı Vitra'nın sağladığı bu olanakla daha sonra tüm Türkiye'yi dolaşacak bir program oluşturduk.

Meşhur büyük deprem kapımızı çaldı ve herkes tüm yatırımlarını bu bölgeye yöneltti. Böylece bizim gezici sergimiz kesintiye uğradı.

O süre içinde dekanı olduğum Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi için bir tank çadırı edindik. İzmit'te sanat çadır başlığı altında terapik anlamda sanat ve tasarım eğitimini altı ay sürdürdük. Daha sonra kişisel sergilerim Alanya  tersanesi, Çankırı tuz mağarası gibi etkinliklerle sürekli olarak sanatı hayata yani insanın olduğu yere taşımak için projeler ürettim. Bizim merkezlerimiz yani İstanbul, Ankara, İzmir mevcut sanat potansiyelinin toplandığı alanlar ama bunun dışındaki bölgelerde de insanlar yaşıyor, onlar da bu çağın sanatından yararlanmalılar diye düşünüyorum.

Seksenli yılların sonuna doğru babamın vefatıyla doğduğum köye gittim ve benim doğduğum köyün hızla değişmekte olduğunu bunun bir bozulma şeklinde gerçekleştiğini görünce köyde bazı şeyler yapmak gerekiyor düşüncesiyle yüzleşmeye başladım. Bizim eski köyümüzün büyük konakları vardı, bu konaklar köylünün sorunlarını tartıştığı iletişim kurdukları, masalların anlatıldığı, aşıkların atıştığı birer kültür merkezi gibiydi.

Konuklar orada ağırlanır ve konakların kapıları tanrı misafirine sonuna kadar açıktı ama artık herkes dört çarpı dört metrelik birer küçük odaya konak adını vermiş, birde televizyon koymuş odanın bir köşesine her aile bu odanın içinde toplanıp televizyonun dünyasına birer kapı açıyorlardı. Birbirleriyle iletişim bir yana, masallar ve aşıklar artık unutulmuştu. Bu durum bana göre bir yabancılaşma. Hem kendi değerlerine hem de yüzlerce yıldır birlikte yaşadıkları komşularına yönelik bir yabancılaşma. Bir içe kapanma ve kendilerine ait olmayan bir ışıklı kutuyla başka bir dünyaya kilitlenme haliydi. Bu gerçeği değiştirip yeniden bir konak geleneği oluşturabilmek için projeler hazırlamaya yöneldim. Bizim üreteceğimiz konak eskilerden farklı olarak içinde bir kütüphane de barındıracaktı.

İnsanlar çok heyecanlandılar, bir kurul oluşturduk. İstanbul'a dönüp projenin çizimlerine başladık ve bir süre sonra haber geldi bu projeyi şimdilik dondurun diye. Ben köyümden ayrılınca oradaki insanların heyecanları yavaş yavaş sönmeye başlamıştı.

2000’li yıllarda iyiden iyiye göçlerle ve yabancılaşma kavramıyla elbette gurbetle yakından ilgilenmeye başladım. Çocukken babamı beklediğimiz mekanlara, annemin yalnızlığına, babamın destansı gidişine ve yine masalsı dönüşüne ait endişeli bekleyiş dolu günler bir bakıma o köyde yine devam ediyordu. Artık sorun yalnızca konak değildi. Bu nedenle Baksı'da ki konak projemin çok gerekli olduğuna yeniden karar verdim ama bu aşamada mesele yalnızca kütüphane değildi.

Günümüz sanatını artık o terk edilen ve herkes tarafından terk edilmek istenen benim doğduğum topraklara ve orada direnen insanlara götürecek imkanlar olsun istedim. Onların geleneksel kültürünün kayboluşuna izin vermeyecek, bir belleğin oluşması için halk kültürünü de bu proje içerisine yerleştirecektim.  

Gurbete gidiş nedeninin yalnızca ekonomik koşullar olduğunu göz önüne alırsak bu insanların gurbete gitmeden doğdukları toprakta yaşamları için gerekli maddi imkanı sağlayacak üretim birimleri  olsun istedim bu işin içinde. Elbette kütüphanesi, konferans salonu ve konuk evleri olsun istedim ve 2001’de bugünkü projenin ilk kazmasını hazineden satın aldım toprağın tepesine vurduk. Bu ilk kazma artık insanların gurbete gitmeyeceği,  gelenekle çağdaşlığın birbirini yok etmeyeceği bir buluşma alanı yaratmak için bir ilk soluktu.

Baksı'yı kurma sürecinde sanatçılar, çocuklar, gurbetçiler ve kadınlar bize büyük moral destek sağladılar. Normal günlük yaşamın içinde geleneksel yapıyı temsil eden gruplar ise bu çabamıza öncelikle pek anlam vermediler. Elbette hayal güçleri de rahat durmadı çeşitli senaryolarla bizim çabamızın etrafında dolaştılar. Ancak hem konukseverlikleri hem de galiba kişisel güvenden kaynaklanan nedenlerden dolayı engelleyici bir tavır içerisinde hiçbir zaman olmadılar.

Bugün durum daha farklı. Müzenin yarattığı büyük hareket ve gördüğü geniş kabul nedeniyle herkes müzenin varlığından umutlu ve müzeyle ilgili gelecek hayalleri kurmaya başladı.  Bugün itibariyle Bayraktar köyü ve çevresindeki köyler için giderek Bayburt için önemli ekonomik girdiler sağlama adımları atılıyor. Şu günlerde atölyelerimizde kadınlara yönelik kurslar başlamak üzere. Önümüzdeki günlerde erkeklere yönelik yirmi beş kişilik  bir program başlayacak. Ulusal ve uluslararası partnerlerle ciddi kültürel ve sanatsal alışveriş zeminleri üstünde çalışıyoruz. Belki de müzenin en somut meyvesi köyümüze valilik tarafından yaptırılmakta olan göletin önümüzdeki yıl kurak ve terk edilmiş toprakları sulamaya başlaması ve organik tarım için ilk tohumların filizlenmeye başlaması olacak.

Ben Bayburt'a giderken Bayburt acaba bana öteki karşılaması yapacak mı diye düşündüm ancak Bayburtlular müzeye ve bana öylesine sahip çıktılar ki yüzlerce konuğun ağırlanması yükünü defalarca üstümden alarak müzeye ev sahipliği yaptılar. Bu anlamda Baksılılar ve elbette Bayburtlular bu projeye sahip çıktılar.
Bizim özgün yanımız hep merkezde görmeye alıştığımız müze kavramını göç veren ve yolların bittiği bir kırsal alana götürmemizdir. Öteki yanıyla sanat ve zanaat arasındaki hiyerarşiye bağlı kalmadan insanoğlunun yaratıcı eylemini  bir arada sergilemeye yönelmek ve kültürel sürekliliğe işaret etmek. Başka bir özelliğimiz bulunduğu bölgenin yalnızca kültürel değil ekonomik sorunlarına da çözümler aramak.

Bu boyutlarımızla elbette tartışabiliriz ancak varlığımızı bu zemin üstünde sürdürmeye ve geliştirmeye kararlıyız. Bizim arkamızda herhangi bir sermaye grubunun olmaması gelişebilirliğimizi elbette sanatçı zeminde sağlamak ve belki de müzecilik tarihimize müzecilerin çok fazla sevmeyeceği ve onların çokça eleştirebileceği bir duruş ilave etmeye çalışmaktır. Bizim müzemiz ve ona bağlı olanaklar Türkiye'de ve dünyada yaratıcı tüm potansiyellere kapılarını açık tutar. Etkinliklerini de bu açıklık içerisinde sürdürür.

Böyle yaşamayı ve varlığımızı bu doğrultuda sürdürmeyi amaçlıyoruz.

Kasım / 2010

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Sevgi Çankaya 10 yıl önce

Sevgili Koçan, şu bayburt üçhisarlı kaleyede yardımcı olursanız, dünya sıralamasında yerini alır. Teşkkürler.