Tanpınar, 110 yaşında...Doğu ve  Batı arasında tercih yapmamış oluşu Araf'ta bir yazar haline getirmiş Tanpınar'ı, anlaşılamamış. “Huzur” aradığımdan olsa gerek yıllar sonra susamış olarak Tanpınar'a geri dönüşüm ve eserlerini tekrar gözden geçirişim sırasında farkettim ki; "ben/biz hâlâ onun penceresindeyiz". Satırlar ya da paragraflar arasında öylelerine rastlarız ki; 'okumanın tarihçisi' Alberto Manguel'in dediği gibi 'işte her şey bu' diye düşünürüz. O tek satırı aramak için yaşarız belki de... Bazen şansımız yaver gider ve buluruz...

Öyle, "seviyorum" demekle geçiştirilebilecek bir tecessüs değildir bu.

Beşir Ayvazoğlu'nun da üzerinde durduğu gibi, bazı yazarlar vardır, okur geçersiniz; kazancınız sadece fikir edinmiş olmaktır, dönüp bir daha okumak ihtiyacını pek hissetmezsiniz. Bazıları da vardır ki, her okunuşta yeni bir derinlikleri keşfedilir. Tehlikelidirler; çünkü sizi esirleri haline getirir, kendileri gibi düşünmeye icbar ederler. Adeta söylenecek her şeyi söylemişlerdir; ne tarafa yönelirseniz yönelin, onlara toslar, kendiniz olmakta zorlanırsınız. Ahmet Hamdi Tanpınar gibi…

Kürşat Okutmuş'un kaleminden... 

Kürşat Okutmuş"Wagner'i sevmek ve Mahur Beste'yi yaşamak"

Hayatının büyük bir bölümünü anlaşılamama, yalnızlık ve kaçınılmaz çelişkilerle yaşayan Tanpınar; önceleri radikal bir Batıcı iken, 1932 yılından sonra "kendisi için tefsir ettiği" bir Şark'ta yaşamaya başladı. Bu durumu satır aralarında belki bilmeden, belki de bilinçli bir şekilde şöyle yorumluyordu Tanpınar: "Debussy'yi, Wagner'i sevmek ve Mahur Beste'yi yaşamak, bu bizim talihimiz."

Tanpınar'ın en önemli eserlerinden olan Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Beş Şehir ve Mahur Beste bu Doğu-Batı ikileminin yarattığı çelişkilerin ve sancıların eşliğinde yazılıyordu.

Tanpınar'ın kendi kişiliğinde, bir çeşit suçluluk duygusuyla taşıdığı bu gerilimi, Orhan Pamuk, Avrupalı olmayan yazarlardan Tanizaki'ninkine benzetiyor. Tanizaki gibi Tanpınar için de gelenek ile Batılılaşma arasındaki gerilim bir acı kaynağıdır; ancak büyük bir fark vardır arada: Tanizaki bu gerilimin şiddetinden, acı çekme ve çektirmeden zevk alır; Tanpınar ise iki dünya arasındaki konumunu ve bu konumda kalmanın kederini ve hüznünü yansıtır.

Tanpınar'ın yalnızlığı

Cemil Meriç, hatıratında bir zamanlar Tanpınar'ın eserlerine dikkatle eğildiğini ve kendisiyle tanışmak isteyince bazı müşterek dostlarının "Yok canım, salağın biridir, sen sevmezsin, rahatsız eder!" dediklerine yer verir!

Cemil Meriç'in bu hatırasından yola çıkarak Beşir Ayvazoğlu, Tanpınar'la ilgili bir denemesinde şöyle diyor: "Onun eserlerini verdiği geçiş döneminde aydınların gündemi o kadar farklıydı ki, uzun bir süre okunmak ve anlaşılmak şöyle dursun, ciddiye bile alınmadı. Hatta kılığına kıyafetine itina göstermediği için Ankara'daki öğretmenliği sırasında (büyük ihtimalle Nurullah Ataç tarafından), kendisine 'kırtipil' lakabı takılmıştı."

Tanpınar için kısaca "şiirde aramış, romanda bulmuştur" diyen Orhan Pamuk; Tanpınar'ın ilk önceleri kabul görmemesini ve de kasıtlı görmezlikten gelinmesini sadece Tanpınar için sınırlandırmayıp, genelleyerek cevaplıyor: "Bir yazar kafamızdaki bazı soruları kurcaladığı, içimizdeki bazı istekleri kışkırttığı sürece yaşar. Sorularımızı ve isteklerimizi ister doğrudan edebiyattan alalım, ister hayatın kendisinden çıkaralım, bir süre sonra şuradan buradan yazar hakkında edindiğimiz bilgilerle, gördüğümüz fotoğraflarla, yazara ilişkin kurduğumuz hayalleri birleştirir, o yazarın bir imgesini ediniriz. Bu imge, kafamızın içinde telefon numaraları ya da adresler gibi olduğu gibi durmaz, anılarımız ve beklentilerimiz gibi değişir.

Böylece bu imgeyle birlikte yazarın değiştiğini de düşünmeye başlarız: Bir gün yazarın kitaplarına döndüğümüzde değişenin kendi sorularımız ve isteklerimiz olduğunu anlayıncaya kadar."

"Varsın en aptal şiirleri okusunlar"

Tanpınar, kendisine yönelik pasif direnişin, kasıtlı yok sayılmanın, giderek yalnızlaştığının farkındadır: "Varsın sussunlar, varsın okumasınlar, beğenmesinler, hayatlarına getirdiğim şeyin farkında olmadan, satıhtan beni tanısınlar, Bursa şiirimle iktifa etsinler. Varsın en aptal şiirleri okusun(lar), gazeteler bana boykot yapsın. Ben yine işime devam edeceğim."

Her eğilime ayna: Huzur

1960'lı yıllar Tanpınar'ın kendi çevresinde var olan ününün yerinde bir çalışmayla geniş kitlelere yayılmasını sağlayacaktı: Milli Eğitim Yayınevi 1000 Temel Eser serisini yayınlamayı başlatmıştı ve bu seri ülke sathında dönemin gençleri tarafından müthiş bir ilgiye mazhar olmuştu. İşte bu şaşırtıcı derecede ilgi çeken serinin beşinci kitabı da Tanpınar'ın meşhur 'Beş Şehir'i (1969) olacaktı: Ülkenin yeni yeni var olmaya başlayan okuma tutkunları harçlıklarından artırarak edindikleri (5 lira) sayesinde Tanpınar'la tanışmışlardı.

Edebiyat sevdalısı olmaya aday bu kuşak, Tanpınar ve benzeri kültür hazinelerinin satırlarıyla beslenedursun, ideolojik takıntılar memleket sathında her şeye olduğu gibi, sanata ve edebiyata da zarar vermeye devam ediyordu. Dönemin iktidarı (CHP), her nedense zararlı bulduğu 1000 Temel Eser dizisinin yayınına son veriyor, fakat Tercüman gazetesi iktidarın bu akılalmaz uygulaması üzerine 1001 Temel Eser dizisini yayınlama kararını alıyordu. Bu dizinin ikinci kitabı da Tanpınar'ın dillere destan aşk romanı (Mümtaz ile Nuran) 'Huzur' oluyordu.

İşte bu yıllar birbirlerinden habersiz bir şekilde harıl harıl 'Huzur' okuyan, "sağcı" ve "solcu" gençlere tanık oluyordu.

Tanpınar, "bizim" adamımız!

Yine o dönemin A dergisinde Hilmi Yavuz "Tanpınar'ın Solculuğu Efsanesi" başlıklı yazısını yayımlattıktan sonra, Yeni Ortam gazetesi bu makaleye dayanarak yazarı solcu ilan ediyordu. Tabii olarak da sağ kesim bu duruma içten içe kızıyordu. (Bir çok yazar gibi Beşir Ayvazoğlu da Tanpınar'ı anlattığı bir denemesinde bu kızgınlığının altını çizer).

Anlaşıldığı gibi, ortada 'mutlu' bir gerçek vardı ki; o da Tanpınar'ın karalamalara rağmen bütün kesimlerden ilgi gördüğü ve bütün bu kesimler tarafından 'bizden biri' yakıştırılmasına layık görüldüğüydü.

Yine Orhan Pamuk o yılları şöyle özetliyor: "Solcular, modernleşmeciler ve Batılılaşmacılar da, muhafazakarlar, gelenekçiler ve milliyetçiler de onun bu haklı yerini kabul ettikleri gibi, kendi görüşlerini desteklemek için sık sık Tanpınar'ın itibarından yararlanmaya çalışırlar. Türk okuru ve daha çok da aydınları için onu çekici ve vazgeçilmez yapan şey yalnızca gözlerini edebi örnekleriyle beslendiği Batı'ya, Fransa'ya dikmesi değil, aynı heyecanla geçmiş Osmanlı kültürünün ruhundan, özellikle de şiirden ve müzikten etkilenmiş olmasıdır."

İşte Tanpınar o yıllardan sonra sağ ve soldaki aydınların gündemine bir daha çıkmamak üzere iyice yerleşiyordu. Her şey birden bire değişmiş ve daha dün 1000 Temel Eser serisiyle birlikte, bir şekilde kitabı da yasaklanan, karalanan Tanpınar gitmiş; bu söylemlerin ve yaşananların aksine herkes Tanpınar'cı kesilmişti!

Şiir Tanpınar'a miras kalmıştır...

Tanpınar'ın sadece romancılığı, araştırmacılığı ve denemeleri değil, şiirleri de değerlendirme konusu oldu sonradan. Ünlü şairimiz Necati Cumali, Tanpınar'ın şairliğini şöyle anlatıyor: "Denebilir ki, Haşim'in şairliği, dili zamana uyarak daha sadeleşmiş, Haşim'e özgü acılığını yitirerek Tanpınar'ın hayatla barışık yaradılışına uymuş olarak, Tanpınar'ın şiirlerinde de devam etmiştir. Haşim'in son ışıklarla bulutların cenk ettiği, uçuştuğu, ateşli akşam havaları, yaz geceleri, mercan dalları, gölleri, bülbülleri, bahçeleri, İstanbul'un gürültüsüz bir köşesinde eski bir yalı gibi Tanpınar'a miras kalmıştır." Mehmet Kaplan ise, "Tanpınar, şiirlerinin çoğunda insan kaderinin derin meselelerini, kainat ile insan varlığı arasındaki münasebeti, aşk, ölüm ve sanat konularını işler. Rüya, hayallerde gizli manalar bulan Tanpınar, şiirlerini umumiyetle kapalı, fakat uzak yıldızların ışıkları gibi sembollerle örmüştür'' der ve Ahmet Necdet'in hazırladığı Modern Türk Şiiri çalışmasında Tanpınar'ın şairliğine 'tanıklık' eder.

"Hâlâ onun penceresindeyiz.."

Doğumunun 110. yılını geride bırakmaya hazırlandığımız şu günlerde Tanpınar hakkında varılan yer; yazarın şair, romancı, denemeci, düşünce adamı ve edebiyat tarihçisi; Huzur'un da Türk edebiyatının en geniş ufuklu ve en sancılı romanı olduğu ama yeterince değerlendirilemediği.

Eleştirmen Fethi Naci'nin yıllar sonra, "Canım doğru dürüst roman okumak istediği zaman açıp Tanpınar'ı okuyorum. 'Huzur,' Türkçe'de yazılmış en iyi aşk romanıdır" diyerek Tanpınar'a gecikmiş bir övgüde bulunmuş; Enis Batur, Orhan Pamuk, Selim İleri, Adalet Ağaoğlu, Beşir Ayvazoğlu, Ahmet Turan Alkan, Hilmi Yavuz, Ahmet Oktay, Oğuz Atay, Rauf Mutluay, Oktay Akbal gibi kalemler Tanpınar'ın keşfinde önemli bir rol oynamışlar, handiyse onu "yalnızlığından" kurtarma yolunda önemli adımlar atmışlardır. "Biz hâlâ onun penceresindeyiz" diyerek nokta koymuş gibidir Ayvazoğlu. "Edebiyat Üzerine Makaleleri"nin Türkiye'nin en zengin, en dolu, en öğretici, en derin deneme kitabı olduğunun altını çizer Orhan Pamuk.

2001 yılı Ahmet Hamdi Tanpınar'ın doğumunun 100. yılıydı ve pek mütevazı geçti. Bugün aramızdan ayrılışının 110. yılını yaşıyoruz. Yahya Kemal'e ait "Resmimiz ve nesrimiz olsa, başka bir millet olurduk" sözünü çok sever ve sık sık söylermiş Tanpınar. Okur yazar oranının arttığı ama kültürel çıtanın hayli düştüğü günümüzde bu sözü "Nesir ve resim adamlarımızı artık ne kadar varsa bilmeyi ve hatırlamayı becersek, başka bir millet olurduk" diye tahvil etmek mümkün. Başta Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü olmak üzere bütün eserlerini okumadan önce "Tanpınar'a giriş" hüviyeti taşıyan faaliyetleri takip etmek iyi bir fikir gibi görünüyor, ne dersiniz? 

Haziran / 2011

(*) Yukarıdaki "inceleme" Kürşat Okutmuş'un Türk Edebiyatı, Aksiyon, 5n 1K, Ferzan Dergileri için daha önce kaleme aldığı Tanpınar konulu denemeler ve yazar hakkında hazırladığı belgeselin bir özetidir.