Edebiyat kaynaklarımızda, doğduğu şehirle yâdedilen şairlerimiz vardır. Çıldırlı Şenlik, Kağızmanlı Hıfzî, Harputlu Hayrî hatta Urfalı Nabî. Doğum yerimiz olan Bayburt’un da böyle şairleri vardır. En çok hatırlanan Bayburtlu Zihnî ve Bayburtlu Celâlî’dir. Bunlardan evvel, yakın zamanlarda haberdar olduğumuz, Bayburtlu Mehemmed Amenî yaşamış. Tebriz sarayında şahlarla şiir sohbetleri yapan bu şairimizin tek nüsha olan divanı, British Museum’dadır. Azerbaycan’da Kiril harfleriyle basılan bu kitabın bir fotokopisi bizde mevcut.

Bayburt’ta şimdi de Zihhî’lerin, Celâlî veya Hicranî’nin torunları şiir söylemeğe devam ediyorlar. İşte “Makberî” mahlâsı ile şiir söyleyen günümüzün Celâlî’si, Ahmet Akkoyun bu yazımızın baş misafiri ve şiirlerinden tadacağımız sanatkârımızdır.

“Akıl çile içinde güz yangınında içim,
Cevapsız soruların kıskacına muârız,
Damarlarda çatlama sızan kanımda suçum,
Sînem savaş meydanı ve peşpeşe taarruz.”

Makberî’nin şiir kitabı, “Son Yolcu”nun aynı isimdeki ilk şiirinin birinci kıt’ası bu. Düşündürücü ve bir sürü çağrışımlara insanı sevkeden bir söyleyiş. Bir taraftan Rıza Tevfik Bölükbaşı üslûbunun rahatlığı ve akıcılığı (sehl-i müntenî), Necip Fâzıl Kısakürek şiirinin çarpıcılığı ve terfekkür kesâfeti. Günümüz de unutulan ve lâf kalabalığına getirilen şiirimizin, muhtevâ bakımından Sezâî Karakoç’u.

“Ben kuşkonmaz diyârın yolcusu olmayan han,
Ne gelen var ne giden yalnızlığımda sancı,
Hasret Sırat Köprüsü üzerinde imtihân,
Han’da baykuş sesleri, karşı yakada hancı.”


Şair ve bestekârların, daha doğrusu hakikî sanatkârların, yalnız kendileri ile paylaşabildiği, ezelî ve ebedî “Gönül Gurbeti.” Şair dememiş miydi, “Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde.” Bir başka misalle; Bekir Sıtkı Erdoğan ise: “Aman karanlığı görmesin gözüm / Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş.” Mısrâlarıyla bu yalnızlığı ifade etmişti “Hancı” şiirinde.

“Yol uzun yolcu yorgun, mahzun ayakta çarık,
Sis gözlerime hâkim el yordamı pusula,
Alnımdaki çizgiler orta yerinden kırık,
Ben bana muhacirim rüyâlarım asıl’a.”

Bu kııt’anın üçüncü mısrâ’ı benzersiz bir söyleyiştir. Edebiyatımızda “orta yerinden kırık alın çizgisi” buluşu yoktur. Yüz çizgileri  hakkında çok şiirde atıf vardır. Ama bu ifâdenin kudreti ve tedaî yoğunluğunu bulamazsınız. Müteakip mırrâdaki “Ben bana muhâcirim….” Buluşu da çok mükemmel bir imâdır. Düşünüyorum da insan günlerce düşünse böyle bir buluşu elde edemez. Ahmet Akkoyun, o kadar vecd hâlinde bu mısrâ’ı yaratmış ki, şaşıp kalmamak elde değil. Acaba gönlüne hücum eden tahassüslerin ne kadarını söyleyebildi? Son araştırmalarda beyin dalgalarının ışık hızını geçtiği tesbit edildi. Şiir ve mûsikî yaratma ânında hissedilenlerin pek az bölümü kaydedilebilir. Yazılanların çağrışımlarının binlerce katını sanatkâr yaşar.

Makberî Ahmet Akkoyun’un dil anlayışına gelince, söylenecek hayli şey vardır. Bayburt, Azerî Kültür Muhitine çok yakındır. Zaten O lehçe ve ağızla konuşur. Doğudan batıya hareket eden  Türkmen göçlerinin orta yeridir.

Akkoyunlu Devletinin başkenti olma gurunu kuvvetle yaşayan bir Kültür Dâiresi’nin batı ucudur. Karadeniz’le arasında bir dağ sırası vardır. Adeta Doğu Anadolu’nun ön kapısıdır. Beşyüz yıllık bir savaşlar manzûmesinin herc ü merci içinde kalmış, defalarca muhacereti yaşamış bir beldedir.  Okuma yazma seviyesinin çok az olduğu zamanlarda bile, Şifâhî Edebiyat çok sevilmiş, bilhassa şiir, baş tacı  edilmiştir. Ahmet Akkoyun bu özellikleri tevârüs ederek yetişmiş, şiirlerinden anladığımıza göre çok okumuş bir şairimizdir. İleride kullandığı kelime gurupları ve sayısı araştırıldığında çarpıcı sonuçlar ortaya çıkacaktır. Şiirinde ele aldığı konular da eskilerin deyimiyle mütenevvî (çok çeşitli) bir durum arzetmektedir. Yine şiirinde yalnız Bayburt’a has, deyimler, tâbirler, mesellerin izleri vardır. Şiirleri, dünü, bu günü ve yarını kucaklamaktadır. Şiir anlayışının tamamı, kanaatimizce “Kökü mâzide olan âtî” kavramının çerçevesi içindedir. Şiirlerindeki coğrafya terimlerine bakarsak, Tanrıdağları’ndan, Balkanlar’a ve Urallar’dan Toroslar’a kadar olan hinterlandın seslerini, sularının çağıltılarını, özlemlerin özel algılanışını, “Geyik Avı” veyahut "Sarıkamış Destanı” ögelerini hissedersiniz.

Akkoyun, iki heceli şiirlerinde de çok değişik bir yöntem bulmuş. Velhasıl Makberî’nin şiir kitabını okumadan onu size tam anlatamayız.

Makberî’nin “Son Yolcu” kitabındaki “Gülistân” şiirinin iki kıt’asıyla şimdilik bu mütevâzî hemşerimize vedâ ediyoruz:

“Oy Gülistân geliyor,
Güle güle Gülistân,
Saçlarını doluyor,
Lüle lüle Gülistân,

Gülistân.

Gülistân su doldurur,
Hele hele Gülistân,
Aklıma saç yoldurur,
Yol’a yol’a Gülistân.

Gülistân

(21 Kasım 2014, Beylikdüzü)



Soldan Sağa: Makberî Ahmet Akkoyun, Baki Tosun, Ahmet Çağıldak (Türk Edebiyatı Vakfı)
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Kutsal Davam 9 yıl önce

Doğru tespit Makberî abim hecelerin şahıdır. Selamlar Makberî abime Dursun ağabeyimize.

Avatar
İlhami ERDOĞAN @Kutsal Davam 9 yıl önce

Bu güzel yazıyı yazan güzel yüreğe ve bu yazıya gerçekten lâyık olan, günümüz hecesinin Şahı Makberî/Ahmet AKKOYUN'a sonsuz selâm olsun.