Ünlü bilgin İbn Haldun, “Mukaddime” adlı değerli eserinde bilinmeyenlerden haber verenlerin, falcılık edenlerin, gizlerini ve algı alanlarını ortaya döküyor.
“Ayna gibi saydam cisimlere, su taslarına, hayvanların yüreklerine, ciğerlerine, kemiklerine bakıp anlam çıkaranlar, çakıl taşları ve çekirdeklerle falcılık edenleri ele alalım. Bunların tümü ‘kâhinler kesimine girer. Yalnız temel yapı ve yapılarında, kâhinlerden daha aşağı aşamadadırlar; çünkü kâhinler, duyuların bilinmeyenin algılanmasını engelleyen örtüsünü kaldırmak için öyle pek yardımcıya gerek duymazlar. Öbürleriyse, duyu yollarını herhangi bir falcılık türüne yöneltme yoluyla sonuç alırlar. Yardımına başvurdukları duyu organı, duyu organlarının en önemlisi olan gözdür. Bu kesimdeki bir falcı, inceliği ve parlaklığı olan bir cisme bakışını yöneltir, alıp haber vermek istediği bilgiye ilişkin algı oluşup belirinceye dek üzerine kapanarak bakar o cisme. Çoğu kez sanılır ki, böyleleri aynanın yüzeyinde gördüklerini anlatıyorlar. Oysa gerçek öyle değil. Gerçek olan şu: Bunlar, aynanın yüzeyine bakarlar. Ayna gözlerinden yitip gidinceye ve kendileriyle ayan arasında bulut gibi bir görüntü oluşuncaya dek sürdürürler bakışlarını. Onların algı alanlarına giren bu biçimlerdir. Bu BİÇİMLER, onlara yöneldikleri amaçların ipuçlarını verir, onların olumsuz ya da olumlu bilmek istediklerini konusunda belirtileri verir. Onlar da bu belirtilere dayanarak, kendi kavrayışlarına göre ‘haber’ler verirler. Aynaya bakarken algılanan biçimlerin kendilerine gelince: Onların o anda algıladıkları bunlar değildir. Aynaya ve söz konusu biçimlere bakarken kişide bir başka tür algı oluşuyor. Algılayıcı özbenliğin (tinsel) bir algısıdır bu. Gözün algısı türünden değildir. Gözün algısı yardımıyla sonradan duyuya yansıyan özbenliksel (nefsanî) bir algıdır. Hayvanların yüreklerine, ciğerlerine su taslarına ve benzeri şeylere bakıp anlamlar çıkaranların durumları da bu açıdan değerlendirilip yorumlanmalıdır. Bunlar içinde duyularını, yalnızca tütsü için kullanılan ağaç sakızıyla (buhur), onun tütsüsüyle uğraşanlara tanık oluyoruz. Tütsülere, ardından algıya hazırlanmak için afsunlar, üfürükler yaparlar. Bunlar, havada somut biçimde gördüklerini, bu biçimlerin kendilerine, bilmek istedikleri konuda örneklerle, işaretlerle anlatımlarda bulunduklarını ileri sürerler. Dünya şaşılası şeylerle doludur.” (1)
BENLİĞİN KENDİSİNİ ALGILAMASI, ÖZDEĞER, KENDİNELİK ALGISI
“İnsan, var olmak iradesini henüz hayatı hücrenin için de yaşarken, hürriyetini kazanmıştır. Benlik, kendi kendisini idrak ettiği (algıladığı) anda bu idraki sade kendini bilmekten ibaret değildir. Onda hem bilmek hem de istediği gibi olabilmek kudreti vardır. Yani hem kendini bilir hem de kendinin hür olduğunu bilir. Ancak bu hürriyet, var olmak iradesinin şuur halinde gözükmesidir.
İşte bu var olmak iradesidir ki zaruri olarak içerisine atıldığı bir dünyada çeşit çeşit engelleri yenerek ilerler. Ve varlıkları kendine mâl etmek ister, yani o, her adımında daha fazla var olmak ister. Benliğimiz büyür, sessiz bir ırmakken bir çağlayan, bir şelâle, coşkun bir nehir olur. Önce sadece var olma isterken, sonunda her şeye sahip olmak ister.” (2)
“Hem bilmek hem de istediği gibi olabilmek.” Nurettin Topçu, algıyı iki ana koldan açımlıyor, kendini bilmek ve istediği gibi olabilmek. Bunları algının ana hedefleri, çıkış noktası olarak kabul ediyor.
Kendini bilmek, özdeğer algısı deyimiyle anlatılmakta bilimsel olarak. “Öz değer algısı, kısaca kişinin kendine verdiği değerdir, kişinin kendiyle ilgili ne hissettiğidir. Özdeğer, kişinin kendi değerini bilmesi, kendine saygıyla sevgiyle ve dürüst bir şekilde davranabilme yeteneğidir.” (3)
Özdeğer algısı böyle, böyle ama yukarıdaki tanımın dışına taşmalar oluyor kimi kişilerde. Ve kendinelik algısı çıkıyor ortaya. Evet kendinelik… Bu deyimi biz bulduk… Ne demek? Kimi kişiler, kendilerine “yeterlik payesi” vermekteler; yeterli yaşam deneyimleri, yeterli okumaları, yeterli irdeleme, usavurma yetenekleri ve geleceğe ilişkin öngörüleri olmadığı halde.
Böyle ne yazık ki… Peki bu güven bu kesinlik, bunlara nereden geliyor?
Bir: Toplumun düzeysizliğinden, toplumun çoğunluğu da bunlar gibi.
İki: Karşılarına çıkıp çapsızlıklarını, yanlışlarını yüzlerine vuran yok, eleştiren yok.
Üç: Bunların yargıları ya kutsanmış dinsel/ulusal kalıpyargılardır ya da önyargılardır. Başka bir yargı türü tanımazlar, düşünemezler, üretemezler. Aykırılıktan korkarlar bunlar, önyargılarını yeniden düzenlemeye bile cesaretleri yoktur, bir kalıba göre düzenlenmemiş olan algıları yorumlayacak bilinç sığaları da yoktur.
Dört: Medya ve sosyal medya ile oluşur kanı, yargı, algıları. Bunları tartışmasız kesin doğrular olarak görürler, tersini düşünüp açıklayanlara düşman kesilirler, taşa tutarlar.
Beş: Algı operasyonlarının da taşıyıcıları, bulaştırıcılarıdırlar bu gibiler. Komplo teorileri ile karışık algı operasyonlarına bayılırlar, gizli ve özel konuların bilişicisi gibi şişinmek pek hoşlarına gider.
1) İbn Haldun-Mukaddime/Kaynak Yayınları Çeviren: Turan Dursun.
2) Nurettin Topçu-Var Olmak/Dergâh Yayınları
3) https://www.google.com/search?q=de%C4%9Fer+alg%C4%B1s%C4%B1+ne+demek&sca_esv=770d251cd39a5541&sxsrf=AHTn8zpFYUSIAFwmWjkuCSabhAgAiFPNWA%3A1743145113641&ei=mUjmZ8LzJomKxc8Pv63mgAQ&oq=de%C4%9Fer+alg%C4%B1s%C4%B1+ne+demek&gs_lp=Egxnd3Mtd2l6LXNlcnAiGGRlxJ9lciBhbGfEsXPEsSBuZSBkZW1layoCCAAyBhAAGBYYHjIIEAAYgAQYogQyBRAAGO8FMgUQABjvBTIIEAAYgAQYogRI0iZQiAhYlhRwAXgAkAEAmAF-oAHhCKoBBDAuMTC4AQHIAQD4AQGYAgqgArwIwgIIEAAYgAQYsAPCAgkQABiwAxgHGB7CAgcQABiwAxgewgIIEAAYsAMY7wXCAgsQABiABBiwAxiiBJgDAIgGAZAGBpIHAzEuOaAH-B-yBwMwLjm4B7II&sclient=gws-wiz-serp