Bilal-i Habeşi Ümeyye b. Halef’in kölesiydi, ama diğer kölelerden farklı bir yanı vardı ki o da Müslüman olmasıydı. Nitekim Ümeyye Müslüman olduğunu işittiğinde adeta küplere binmişti. Derken kölelere emr edip Bilali Habeşi’yi kırbaçlatmaya kadar işi götürür de.
İman gücü bu ya, Habeşi köle her inen kırbaçta:
-Ahad! Ahad! Ahad… Yani Allah, Allah diyerek direnecektir.
İkinci gün putlarımıza secde et dediler. Fakat Bilal-i Habeşi (r.a) puta doğru ilerlediğinde tükürüverir, ardından üzerine inen kırbaç darbeleri arasında yine Ahad! Ahad! Ahad diyerek direnişini sürdürür.
Baktılar ki iflah olmayacak, bu defa para karşılığında mahallenin çocuklarına taş yağmuruna tutturulurlar. Çocuklar sanki oyuncak malzeme bulmuşçasına onunla habire taş atmaca oynarlar. Olsun, O yine de her pahasına olursa olsun; Ahad! Ahad! Ahad, demekten kendini alıkoymayacaktır. Zaten her türlü eza ve cefa karşısında en güzel kelam hiç kuşkusuz 'Ahad' diyebilmektir.
Sokaklar arasında dolaştırılıp taşlattırılan Bilal-i Habeş’in acı halini yerinde görmek adına çocukların arasına gelen Ümeyye:
-Durun! Emrini verir. Böylece çocuklar taş atmaca oyunlarına son verirler.
Tabii bu iş burada bitmez, devamında bu kez kızgın kumlara yatırıp göğsüne büyükçe iri yapılı kaya parçasını koymak vardır.
Bilal-i Habeşi (r.a) kızgınca güneş altında göğsünde ağır taş parçasına rağmen yine dilinden dökülen;
-Ahad! Ahad! Ahad diye vird eylediği o kutlu kelime olur.
Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a) günlerdir işkence altında Ahad! Ahad! Ahad, diye inleyen Bilal-i Habeş’in durumundan haberdar olduğunda derhal harekete geçip;
-Ya Ümeyye! Hiç mi vicdanın yok, Allah'tan kork. Bak şimdi beni iyi dinle. Benim Kıstas adlı bir kölem var, gel istersen onu Bilal’le takas edelim teklifini götürür.
Ümeyye bu teklife karşılık şöyle der:
-Bir şartla. Kıstas’ın kızı ve karısı, ayrıca üstüne 200 dirhem verirsen ancak kabul ederim.
Ebû Bekir-i Sıddîk (r.anh):
-Peki, der.
Böylece kızgın kumlarda yatan Bilal’in gözlerinin içi sevinç bürür. Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a) Bilal-i Habeş (r.a)’a seslenerek:
-Haydi! Kalk, bundan böyle özgürsün artık. Şimdi Allah için seni serbest bırakıyorum der ve elinden tutup yerden kaldırır da.
Bilal-i Habeşi bu durum karşısında:
-Allah Razı olsun deyip şükranlarını bildirir.
Hani her çilenin ardından ferahlık var derler ya, gerçekten de Bilal-i Habeşi kazandığı özgürlük tutkusunun verdiği imanı güçle enerjisini daha da kat be kat artırıp, ilerisinde İslam’ın simgesi ezan-ı şerifi okuma şerefine de nail olacaktır. Şöyle ki; Allah Resulü (s.a.v) yüce sahabe arkadaşlarıyla namaz vaktinin nasıl bildirilmesi konusunda görüşlerine başvurmasıyla birlikte kimi çan çalalım, kimi boru sesi ile çağıralım, kimi bayrak dikelim, kimi ateş yakalım tarzında değişik görüşler ortaya koyar, ama hiçbiri kabul görmez. Sadece Abdullah b. Zeyd (r.a)'ın gördüğü rüya kabul görüp düğümü çözecektir.
Nitekim Abdullah b. Zeyd (r.a) rüyasında gördüğü hadiseyi şöyle dile getirir de:
Rüyasında yeşil elbiseli bir adamın elindeki çanı görünce:
-O çanı bana ver dedi.
Yeşil elbiseli ihtiyar adam:
-Çanla ne yapacaksın?
Abdullah b. Zeyd (r.a):
-Namaz vakitlerini bildirmek için çalacağım.
Yeşil elbiseli adam:
-İstersen bunun yerine sana namaz vakitlerini bildiren bundan daha güzel bir şey öğretebilirim.
Abdullah b. Zeyd (r.a):
Peki, öğret bakalım neymiş deyince, Yeşil elbiseli adam Ezanı Muhammedî’yi tane tane öğretiverir.
Uykusundan uyanıp rüyasını anlattığında, Habib-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):
-Kalk bu rüyayı Bilal’e de öğret, beraberce evin damına çıkın, Namaz vakti olduğunda ezanı ilan edin diye beyan buyurur.
Bunun üzerine namaz vakti girdiğinde önce Abdullah b. Zeyd (r.a) okumaya koyulur, akabinde Bilal-i Habeşi (r.a) yüksek sesle insanlara ilan etmiş olur. Zira Ezan ilan demekti. Böylece Bilal-i Habeş (r.a)’ın gür seda çağrısıyla birlikte yerle gök arasında insan, hayvanat, nebatat her ne varsa bu ilandan nasiplenmenin ötesinde tevhide çağrının eşya ile değil, insana ait bir sesle çağrılabileceğinin duyurusu yapılmış olur. Ve bu çağrı iman edenlerin nezdinde dinin direği namaz duyurusu olarak anlam kazanır da. Hem nasıl anlam kazanmasın ki, bakın günlerden bir gün Allah Resulü (s.a.v) derin bir uykuya dalmıştı ki, Bilal-i Habeşi mescide giderken Resulullah (s.a.v)'in evden çıkmadığını görünce kapıya vurup;
-Essalatü hayrün minen nevm (Namaz uykudan güzeldir) sözüyle uyandırması namazın uykuya feda edilemeyecek derecede İslam Dininin direği olduğu gerçeğini ortaya koyar zaten. Tabii Allah Resulü (s.a.v) bu durum karşısında tebessümle:
-Ya Bilal! Bu ne güzel kelamdır. Sen sen ol bu sözü sabah vakti girdiğinde ezana ilave eyle diye beyan buyurur.
İşte o gün bugündür her seher vakti bu güzel kelam ruhumuzu terennüm edip ötelere kanatlandırır da.
Düşünsenize O, bir zamanlar Ümeyye’nin kölesiydi, şimdi ise Habib-i Ekrem (s.a.v)’in izniyle İslam’ın gür seda sesi baş müezzinidir. İyi ki de baş müezzin olarak layık görülmüş, O’nun sesiyle Müslümanlara çilelerini unutturan güç kaynağı olur bile. Öyle ki her vakitte okunan ezanla birlikte gönüller mesrur olup her dem canlar yeniden can tazeler de. Derken Bilal’in her namaz vakti duyurusuyla saflar her geçen gün artış kaydedip, artık Bedir gününün yakın olduğuna işaret teşkil eder.
Evet, Müminler okunan Ezan-ı Muhammediyeler eşliğinde omuz omuza safları sıklaştırıp güç tazelerken bu arada müşriklerden Ümeyye’yi ise bir telaş alır. Çünkü Ebu Cehil’den Bedir seferine katılma haberini almıştı, istemeye istemeye de olsa Bedir’e gitmek zorunda kalır. Oysa korkunun ecele faydası yoktu, ama o yine de savaş meydanında Ebu Cehil’in başsız bir şekilde yere yığılmış halde can çekişini gördüğünde aynı akıbetin sıra kendisine de gelmiş olmanın korkusuyla tir tir titreyecektir. Bir ara içinden nasıl olsa cesetler arasında sıyrılır ümidi taşısa da ilerlemeye başladığında kazın ayağı hiçte öyle değilmiş, ansızın karşısına Bilal çıktığında soğuk terler döküp dona kalır. Zaten Bilal-i Habeşi de duasında;
-Allah’ım Ümeyye’yi bana göster diye yalvarıyordu habire.
Malum, Ezan-ı Muhammedî’yi cümle âleme ilan eden Bila-i Habeş dua eder de karşılık bulmaz mı? Elbette bulur. Rabbül Âlem'in işte al dercesine Ümeyye'yi ansızın karşına çıkardığında göz göze gelirler. Öyle ki; bu manzara karşısında Bilal-ı Habeşi (r.a) yüksek sesle:
-Allah-u Ekber! İlanıyla coşup çağlamaktan kendini alamayacaktır. Yani bu sefer ki ‘Allah-u Ekber’ çağlaması ezanın ilanı değil, bizatihi Ümeyye’nin sonunun yaklaştığı ilanının çağlayışıdır. Öyle ki Bilal-ı Habeşi (r.a)’ın “Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım. Yırtarım dağları enginlere sığmam, taşarım… Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var” misali 'Allah-u Ekber' gür seda haykırışı etrafta çoktan yankı bulur bile. Böylece olay mahalline koşup gelenler Ümeyye için artık çemberin artık daraldığını ve indirilen her kılıç darbesiyle layık olduğu yere can vererek gönderildiğine şahit olurlar.
O halde şimdi sormak gerekir; Hani o Mekke’de borusu öten Ebu Cehiller şimdi neredeler, hani çocuklara taşlattırıp ardından da göğsüne kocaman taş yerleştiren Ümeyyeler neredeler? Hani atalarımız demiş ya “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” diye, aynen öylede bu veciz söz yerini bulup hepsi birer birer tarihin çöplerine gömülüp yok oldular da.
Evet, Kâfirler istemeseler de akıbetlerinin hüsranla noktalanacağı her an karşılarına çıkması kaçınılmaz bir gerçekliktir. Nitekim Yüce Allah (c.c) “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar, oysa kâfirler hoşlanmasa da Allah nurunu tamamlayacaktır” diye beyan buyurmakta (Saff, 8).
Hiç kuşkusuz Nebiyy-i Ekrem (s.a.v)’in ahirete irtihali Bilal-i Habeşi (r.a)’ı çok derinden etkilemişti; O yoksa bende yokum deyip, Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a)’dan Şam taraflarına gitmek için izin ister. Hz. Ebubekir Sıddık (r.a) bunun üzerine şöyle der:
- Eğer şimdiye kadar sana kusurum olduysa söyle, yok eğer bir kusurum yoksa Allah için burada kalmanı istiyorum.
Bilal-i Habeşi (r.anh) bu can alıcı sözler karşısında gitmekten vazgeçip böylece Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.anh)’ın halifelik döneminin de gür seda sesi olmaya devam eder.
Derken Hz. Ömer (r.anh) döneminde her fani gibi onun da ecel kapısı çalındığında vefat edip ardından bıraktığı o eşsiz güzel sesiyle müezzinlerin üstadı olarak ilelebet gönüllerde yaşar hep.