Bayburt Postası
2014-07-08 15:33:40

Türk Devletinin Tarihi Hataları ve Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Anlamı

Mikdat Topçu

08 Temmuz 2014, 15:33

Devletin güvenliğini ilgilendiren konularda referanduma 
gidilmesi yanlıştır. Çünkü politikacılar veya iktidarı 
ele geçirmek isteyen güçler oy verenleri propaganda 
oyunlarıyla kandırıp yanlışa sürükleyebilirler. 

Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı seçilmesi sırasında yaptığı konuşmayı herhalde dinlemişsinizdir.

Başbakana sarsılmaz bir inançla bağlı bazı yazarlar; başbakanın bugüne kadar yaptığı işler ve Cumhurbaşkanı olunca yapacağı işler konusunda akıl almaz yorumlar yapıyorlar. Milletimizi aldatıyorlar.

Sadece bir örnek vereceğim: “150 Yılın Rövanşı” başlığı altında yazan Ergün Diler’in son iki üç makalesini okudum. Bu zat Takvim Gazetesi köşe yazarı imiş ve 1968 İzmir doğumlu imiş.

Başbakan, İngilizlerden son 150 yılın rövanşını alıyormuş! Kürdistan devletinin kurulmasıyla İngilizler “pılını pırtını” toplayarak Türkiye’yi terk edecekmiş! Gerçek bağımsızlığı 150 yıldır ilk defa yakalayacakmışız! Bunu da başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca yapacakmış!

Acaba gerçekten Türkiye Cumhuriyeti Devleti, nihayet Batı ile hesaplaşacak mı? Bu seviyeye geldi mi? Başbakanımız, cumhurbaşkanı olunca devletimizin stratejisi bu zatın buyurduğu gibi mi olacak?

Devletin böyle bir gizli ajandası var mıdır, bilemeyiz. Devlet; Batı ile hesaplaşmak uğruna, İngiltere’yi bölgemizden kovmak ve gerçek özgürlüğe kavuşmak uğruna binlerce şehit vermeyi göze alabilir! Ülkemizin parçalanmasına göz yumabilir! Musul’un ve Kerkük’ün Kürtlerin nüfuz bölgesine verilmesine göz yumabilir!

Acaba devletimizin stratejisi bu yönde midir? Devlet, yandaş basının yazarlarının anlattığı gibi, bazı basit tavizler verecek daha sonra büyük emeline mi ulaşacaktır?

Bu iddialar doğru mudur?

Bu konuda biraz empati yapmak için Osmanlı Devletinin son 150 yılda hangi kuşatmalardan geçtiğini ve nasıl yıkıldığını biraz anlamak gerekiyor.

Türk Geri Çekilişinin Sebebi:

1683 II. Viyana bozgunundan sonra Batılı ülkeler ve Rusya sürekli olarak Osmanlı Devletini kontrol altında tutmuştur. Devlet sürekli olarak toprak kaybetmiştir. Bunun sebebi; mağlubiyetin verdiği büyük bir moral bozukluğu ve devletimizin içine sızan Batılıların ne yapmak istediklerini yöneticilerimizin bir türlü anlayamamasıdır.

Kaht-ı Rical (Devlet adamı yokluğu) tabiri bunun için kullanılmıştır.

Viyana bozgunu zaafından yararlanan Batılılar, artık Türklerin de yenilebileceğini anlayıp, sürekli Osmanlının üzerine gelmişler, padişahlarımızı ve devletimizi kuşatmışlardır.

Bu kuşatma; -İstiklal Savaşından sonra, Atatürk’ün ölümüne kadar geçen dönem hariç- 1939 yılından bugüne kadar devam etmektedir. 1939 diyorum, çünkü Atatürk’ün ölümünden dört buçuk ay sonra Amerika ile “İkili Anlaşmalar” imzalanmaya başlanmıştır. O zamanki yöneticilerimiz, bu anlaşmaların ne anlama geldiğini dahi bilmiyorlardı. (Bakınız, İkili Anlaşmaların İç Yüzü – Haydar Tunçkanat)

Merak edenler araştırabilirler.

1830’lardan sonra, Sultan Abdülmecit'i, Sultan Abdülaziz'i ve II. Abdülhamit'i kimlerin kuşattığını, bu padişahlarımızı nasıl kontrol ettiklerini tarih dakika dakika yazmaktadır.

Bu konu ile ilgili olarak, bu üç padişahın etrafındaki insanların kimler olduğunu, devletin nasıl kuşatıldığını kolay anlayabilmeniz için kısa bir analiz yapacağım. Çünkü bu anlama, bizim, bugün de ülkemizde neler olup bittiğini öğrenmemize yardımcı olacaktır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışını sağlayan güçlerle bugün Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmaya, bölmeye parçalamaya çalışan güçler aynıdır. Sadece nesiller, isimler değişmiştir. Söylendiği gibi hiçbir Batılı ülke bölgemizden kovulmamıştır. Bu ajanlar milletimizi kandırıyorlar.

Padişahlar Nasıl Kuşatılmıştı:

Biliyorsunuz ki 1839 yılında Tanzimat Fermanı ilan edilmişti. Mason localarında tekris edilmiş diplomatların yanında padişah Abdülmecit çocuktu. Masonlar işte bu çocuk padişahı önlerine kattılar, Gülhane Parkı’na götürdüler, orada Tanzimat Fermanı’nı ilan ettirdiler. Tanzimat Fermanı’na göre artık “gavura gavur denmeyecek” ti.

Belki inanmazsınız! Aynen böyle oldu.

Viyana mağlubiyetinden sonra, Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri; kendilerine has, “sanki dünyayı idare etmek için yaratıldıkları” samimi fikri çoktan idarecilerin ve Türk aydınının kafasından silinmişti. Türkler, “Gaza” kabiliyetini artık kaybetmişlerdi ve ruhları körelmişti. Bir daha Batıyı yenemeyeceklerini düşünmeye başlamışlardı.

Gerçekten de Osmanlı Devlet yönetiminde artık;

- Kendine güvenen,

- Atını denize süren,

- Mohaç’ta bir anda 33 asilzade ile karşı karşıya kalınca kılıcına davranıp birkaç tanesini öldürebilen,

- Beyaz atına atlayıp, düşman kuşatması altında bulunan kalenin dibine kadar korkmadan sokularak, kale komutanına; “Bre Orhan, bre Orhan, halin nicedir?” diye bağırabilen,

- Tebaasını düşünen, tüccarının koynuna “İşbu fermanımı taşıyan Mehmet kulum benim tüccarımdır, kılına halel gelirse harp açarım” diye teminatlar koyan,

- Hıristiyan ve diğer tebaanın haklarını koruyan,

- Bir papaz efendiye; “Papaz efendi bu zaferi sizin dualarınızla kazandık!”

diyebilen yöneticiler, padişah nesli yoktur artık.

O cesur yürekler bir anda kaybolmuştur. 
Artık Sultanlar kuşatma altındadır.

Ali Paşa, Fuat Paşa, Mustafa Reşit Paşa Sultan Abdülmecit’i, 
Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Rüştü Paşa Sultan Abdülaziz’i,
İlk zamanlarında aynı ekip olmak üzere, son zamanlarında İttihat Terakki Partisi’nin kurucuları olan Enver Paşa, Cemal Paşa ve Talat Paşa II. Abdülhamit’i
kuşatma altında tutmuşlardır.

Bunların hepsi İngiltere veya Fransa tarafından destekleniyordu.

Biliyorsunuz ki, Sultan Abdülaziz, bilekleri kesilerek “intihar” süsü verilmiş ve şehit edilmiştir. Çünkü güçlü bir ordu ve donanma kurmaya çalışıyordu.

II. Abdülhamit, amcası olan Sultan Abdülaziz’in ölümünden Mithat Paşa’yı sorumlu tutmuş, yargılamış ve S. Arabistan sınırları içinde bulunan Taif Kalesi’ne sürgüne göndermiştir. Sonra İngilizler Taif Kalesi’nden Mithat Paşa’yı kaçırmak istemişler, bunu öğrenen Osmanlı yönetimi kalenin zindanında Mithat Paşa’yı boğdurmuştur.

Abdülhamit 31 Mart Vak’ası ile “hal” edilmiş, sürgüne gönderilmiştir.

Bu hatırlatmaları bugünü anlamak için yaptım!

Bugün de aynı şekilde devlet adamlarımızın Batı ile bu tür ilişkileri devam ediyor. Aynı kuşatılma devam ediyor. Başbakan, “Ben BOP ‘un eşbaşkanıyım” diyor. Ergenekon, Gezi olayları, Paralel yapı, devletin hukuk yapısıyla oynanması, Kürt devleti kurma olayları, devletin, büyük devletlerle ilişkilerini sürdüreceğine terör örgütleri ile ilişkiye girmesi hep bu kuşatılmış olmanın etkisiyledir.

Ancak henüz içinde bulunduğumuz dönem itibariyle bu ilişkilerin nasıl yürüdüğünü, bugünkü hangi yöneticinin hangi ülke ile işbirliği yaptığını, Amerika’nın, İngiltere’nin, İsrail’in, Fransa’nın, Rusya’nın bölgemizde hangi stratejileri uyguladıklarını, kimleri kullandıklarını tam olarak bilmiyoruz.

O halde devletimizin kimlerin kontrolünde olduğunu nasıl anlayacağız?

Elbette ki sonuçlara, Batılıların ülkemizde kurdukları kurumlara bakarak, değil mi?

Sonuçlara bakıldığında, olaylara hipnotize edilmiş gibi bakan, ellerine hangi programlar verilmişse o şekilde yazan, çizen, konuşan görevli danışmanların, yazarların buyurdukları gibi parlak bir durumda olmadığımız görülmektedir.

- Kürt devleti kurulmaktadır. Yani vatan parçalanmaktadır. Bugünkü yöneticiler “Kürt devleti kardeşimizdir!” diyor. Bu bize artık normal gibi geliyor.

- Türk alfabesine ait olmayan üç harf, yabancı güçlerin baskısıyla alfabemize sokulmuştur. Bu harfler bize ait değildir.

- Azınlıklar meselesi, yer adları meselesi ve Azınlık Vakıfları meselesi tam anlamıyla Türkiye Devleti’nin millî menfaatlerine aykırı bir şekilde çözümlenmiştir. Mesele Tanzimat Fermanı’nda olduğu gibi çözülmüştür.

- Yerden biter gibi Anadolu’da kiliseler yükselmektedir.

- İstanbul Batılılar tarafından “Bizans Devleti” olarak ilan edilmiştir. Paleologlar sülalesinden bir zat şu anda Rusya’da Bizans kralı olarak tanınmaktadır.

- TESEV, Açık Toplum Enstitüsü veya Açık Toplum Vakfı ve benzeri internet siteleri doğrudan doğruya Batılı güçlere hem de alenen yol gösteriyor.

Daha bunun gibi yüzlerce sorun. Komşularla sorunlar, terör örgütleriyle sorunlar, devletin içinde hükümetin yarattığı “benden olanlar ve benden olmayanlar” sorunu.

Devletin Sonunun Ne Olacağı Belli Değil

21. yüzyıl Haçlı savaşlarının sürdürüldüğü ülkemiz sathı mailinde Amerika 5. Kol faaliyeti yapmaktadır. Hâlbuki Sayın Başbakanın derin öngörüsüyle, Emniyet Genel Müdürlüğü Cemaatin kurum ve kuruluşlarında silah araması yapacakmış, örgütün silahlı bir örgüt olmadığını tespit edecekmiş. Tam anlamıyla büyük bir hata! Herkes de biliyor ki, Cemaatin Türkiye’de silahlı bir kalkışma yapması mümkün değil. Bizim Cemaate mensup çocuklarımız beş vakit namazında niyazında insanlar. Bu konuda da başbakan korkunç bir hedef saptırması yapmaktadır. Vietnam’daki Yeşil Bereliler gibi, Türkiye’de Amerika’nın kurduğu 5. Kol kuvvetlerini gizlemek için kasıtlı olarak Cemaati ortaya atmaktadır. Cemaat de Amerika’nın emrinde olabilir. Ama gerçek 5. Kol kuvvetleri Amerika’nın kurduğu ordudur. Başbakan asıl bunu açıklaması lazım. Ama o da kuşatılmış olduğu için bunu yapamaz, açıklayamaz. Cambaza bak cambaza ucuz politikası ile milletimizi kandırmaya devam etmektedir.

Başbakanın yapacağı şey işin doğrusunu açıklamak, devletin tehlikede olduğunu milletimize anlatmak, tedbiri milletimize bırakmaktır. Eğer, “Ben durumun böyle olacağını bilmiyordum, devletime ve dinime hizmet edecektim, ama durum çok farklı imiş. Devlet yönetimi farklı bir şeymiş. Amerika ülkemizi bölmeye ve milletimizi yok etmeye çalışıyor, vatanınıza sahip çıkın!” diye açıklama yaparak istifa eder çeker giderse tarih ondan “kahraman” diye bahsedecektir. Başbakanın bugün yapması gereken budur.

Yandaş zat “İngiltere’yi bölgemizden kovduk.” Diyor. Aynı zamanda Barzani’nin de demecini yayınlıyor ve Kürdistan’ın bağımsızlığını onaylıyor.

“Milletimize İngiltere’yi kovduk, 150 yılın rövanşını aldık” diye yalan söylüyor. Ama aynı yazıda “Kürdistan kardeşimizdir!” diyor. Millet İngiltere’nin kovulmasıyla Kürdistan kardeşliği arasında nasıl bir ilişki olduğunu anlayamıyor. Çünkü millete yalan söylüyorlar. Başbakan da yalan söylüyor.

Musul ve Kerkük’ün durumu ortada! Oralarda kurşuna dizilenlerin hiçbiri Amerikalı, İngiliz veya Fransız değil. Belçikalı, Hollandalı değil. Ama kurşuna dizenlerin hepsi Amerikalı, İngiliz veya Fransız! Yani Haçlı ordusu! “Allah-u Akbar” diyerek katliam yapıyorlar bölgemizde. Başbakan Batılıların bu katliamlarını onaylıyor. Haçlı güçlerini onaylıyor.

Bundan 100 yıl önce I. Dünya Savaşı’na girdiğimiz Batılı güçlerle bugün birlikte olmanın büyük tarihî ve stratejik hatasını yaşıyoruz.

Bugünkü başbakanın 10 Ağustos 2014 seçimlerinde cumhurbaşkanı olması durumunda bu politikalar tam anlamıyla resmiyet kazanacak. Irak, Türkiye, Suriye bölünecek. İran ikiyüzlü politikalarıyla, bir takım tavizlerle ayakta kalacak.

Türk Devleti ortadan kalkınca tarihin seyri işte o zaman değişmiş olacak. Tarih işte o zaman “Makas Değiştirecek!” Batılılar 1000 yıllık emellerine ulaşacak. Türk hükümdarlarının 5000 yıldan beri açık denizlere ulaşma hayalleri, Türk milletinin de yok edilmesiyle tarihe karışmış olacak.

Bu sebeplerle Türkiye Cumhuriyeti devletinin başına gerçekten Türk Ordularının başkumandanlığını yapacak bir insan getirilmelidir. Başbakanın veya Çatı Aday diye ortaya çıkarılan zatın cumhurbaşkanlığı devletimiz için tehlikelidir.

Milletimiz durumu bu saiklere göre değerlendirmelidir.

Durum son derece ciddidir. Başbakanın yalanlarına, onu destekleyen yandaş yazarların, korkudan titreyen danışmanların yalanlarına aldanmamalıdır.

Türk milleti Türkiye devletinin stratejik hatalar yapmasına müsaade etmemelidir.

Hiç ibret alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi! 



Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.