Kop Şehitleri: "Bize bir mezar çok mu kumandanım?"

Yıl 1963, aylardan Nisan, günlerden Perşembe idi. Bugün belki bu yılın en güzel günlerinden biriydi...

Kop Şehitleri: "Bize bir mezar çok mu kumandanım?"
Gök yüzleri kadar yıldızlı, gök yüzleri kadar sonsuz, gök yüzleri kadar hatıraları bol, tarihi mefahiri zengin bir âlemin içindeyiz... Bayburtlu'nun ‘Kop Şehitler Anıtı’na kavuştuğu gün gibi...

Gözler yine parlak, alın yine ak, adımlar yine çevik, kol kola, omuz omuza birlik ve beraberlik içinde ‘Ak Tepe’ye doğru akıyorlar...



Bayburtlu böylesine günlerde, o kadar güzel, o kadar yiğit ve akıcıdır ki, seyrine doyum olmaz... Bu değişen, bu hiç durmadan akan kâinat üstünde, şehitlerini anmaya hazırlanan, en güzel ağıt, türkü ve marşlarını söyleyen, en ince teferruatına kadar barlarını sahneleyen, acı ve tatlı günlerini birer birer dile getiren Bayburtlu'yu seyretmeyenler, ona gözlerinden, yüreklerinden bir şeyler verip, onun kokusundan, sesinden bir şeyler alamayanlar bahtsızdır!

Şimdi, ona gözlerinden, yüreklerinden bir şeyler verip, onun kokusundan, sesinden bir şeyler alamayanları, 31 Ağustos günü Ak Tepe’de düzenlenecek törene davet ederek, 
‘bahtsız’ı, ‘Bahtlı’ yapmak isteyen birçok kuruluşumuz Bayburt dernekleri var.

Yönetim kurulları, "Bayburt cennetini yarınki kardeşlerimiz için kuruyoruz. Bu yolda bütün gayretle, bütün fedakârlıkla çalışma azmindeyiz" diyorlar.

*

Bu duygular içinde hatıralarımızın en güzeline geçelim.

Yıl 1963, aylardan Nisan, günlerden Perşembe idi. Bugün belki bu yılın en güzel günlerinden biriydi. Tek bulut yoktu havada, güneş serindi, ışınları dağı taşı okşuyordu.

Akşama doğru, arkadaşım, kardeşim Abdurrahman Kahvecioğlu ile 60. Piyade Alay Komutanı Kurmay Albay Sayın Bedrettin Demirel'in davetindeyiz. Değerli hocamız Sayın Kemal Güney de teşrif edince, ‘Mavi Oda’ya geçerek, masanın dört tarafını kuşatmıştık. O gece, mübarek kandil gecesiydi. Yemekten sonra tatlı bir muhabbete başladık. Erlerden Hafız'ın okuduğu Aşr'ı huşu içinde dinledik... O ne sesti Yarabbi!

O anı tespit etmek mümkün mü, diye düşündüm, altından çıkamadım. Gene de yer gök gürültülerinden bir dünya kurdum. Geniş, masmavi bir sessizliğe, ses paletimin bütün renklerini işledim… En tatlı kırmızıları, al al olmuşları, beyazla işledim… Ve inandığım en mutlu ışıklardan bir anıt kurdum göklere; onu da yakutlarla, zümrütlerle donattım.

Kop Dağı öyle büyük, öyle derin, öyle güzel... Ve öyle ışıklı, öyle aydınlık...

Şu uçup giden, akıp giden dakikalar için hiç bitmesin diyordum. Biter korkusuyla, her zaman olduğu gibi yönelttim düşüncemi:

"Şehitlerimizin aziz hatıralarına ithaf edeceğimiz ‘anıt'ın yapılmasında himmetinizi bekleriz, sayın Albayım..."

Ve bir sessizlik yayıldı çevreye, engin derinliğine... Odayı nurlu bir ışık doldurmuştu. Değerli hocam ile Kahvecioğlu, destek verdiler bu düşünceye...

Burada her şey ‘Kop Şehitler Anıtı’ içindi. Albay'ın gözleri dolmuştu. Sessizliğin hakim olduğu o anı hiç unutamam; kalbimin vuruşlarını duyuyorlardı sanki. Tüm dikkatlerimiz Albay'a çevrilmişti.

O, "Sizden üç gün izin istiyorum; bir soluk alarak düşüneyim" dedi. 

Büyük bir gerçeği kavramış gibi, anlayışın niteliğine ulaşmış gibi oldum. O geceki sohbet burada noktalanmıştı.

Ertesi sabah tan yeri ağarırken, beni çağırdılar. Kapıda Kahvecioğlu ile karşılaştık. Odadan içeri girerken, Albay'ı, akşamdan bıraktığımız gibi bulduk. Bizleri erken kaldırdığı için üzüntülüydü. Biz ise çok mutluyduk... Karar vermiş, ‘Kop Şehitler Anıtını Yaptırma Derneği’nin tüzüğünü mesai saatine kadar kavuşturmamızı istiyordu. On parmakla daktilo yazan bir er makinesiyle beraber hazırdı. İstediği saatte kaymakamlığa sunduk...

Sonra Kop Dağı'na tırmandık. Ak Tepe'ye gelince durduk. Albay, "Rüyamda gördüğüm tepe" dedi. Kararlaştırdık, anıt bu tepeye yapılacak...

Bir taşın üstüne oturduk orada, ardıçları kokladık, dalları, yaprakları filizleri yüzümüze sürdük. Küçük çam kabuklarını okşayarak, çiğdemleri severek gerçekten sevdik Ak Tepe'yi...

Kop’ları asıl o gün tattım, diyebilirim. Bahtlıtepe, Yüzbaşı Şehit, Kenantepe, Çimentepe ve Kırklartepe'si, yere dileklerince oturmuşlar, başlarını birbirinden almışlardı… Allah'tan gayrı hiç bir güç, hiç bir buyruk onları sökemezdi yerlerinden. Öyle tek tektiler, öyle sağlamdılar, Ak Tepe'nin böğründe. Onu muhafaza altına almışlardı, taaa bugünden.

İnşaat Yüksek Mühendisi Teğmen Sayın Ergun Yalçın, besmele ile başlamıştı, anıt projesine. Taşlar yontuluyordu... Böylesine günlerin birinde, Kurmay Albay Sayın Bedrettin Demirel'e rüyasını sorduk. O, sır kalmak suretiyle anlattı:

“O gece sizi uğurladıktan sonra, üzerime bir ağırlık çöktü. Elbiselerimi çıkarmadan yatağın üzerine uzandım; uyumuşum. Rüyamda, Ak Tepe’nin doruğundayım. Sonra, bana doğru tırmanan binlerce yaralı asker gördüm. Yaralarını sargı bezi ile sarmışlardı. Tepenin her tarafından tırmanıyorlardı. Başlarındaki Yüzbaşı, ‘Dikkat’ komutunu verdikten sonra, beni selâmlayarak şöyle dedi… ‘Bize bir mezar çok mu kumandanım?’"

*
Not:  Aramızdaki akdi, 28 sene sakladım. O, Allah'ın rahmetine kavuştu, akdimiz bozuldu. Yine de O'nun mübarek ruhundan af diler, en sıcak Fâtiha'larımın O'na vasıl olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ederim.
*
Osman Okutmuş/20 Haziran 1991-Arşiv

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.