İki Fırat, iki Kızıltuğ

Ağrı bu… Bir topak kar yuvarlanınca, büyüye büyüye çığlaşır gider… Ağrı bu… Kısa bir cümleyle giriş yapalım derseniz; anlatım efsaneleşir, diliniz tığlaşır gider…

İki Fırat, iki Kızıltuğ
Ata yurdum olan Ağrı, bir efsaneler diyarıdır… Ağrı’nın iklimi, tarihi, coğrafyası, sosyal hayatı birer efsanedir… En yüce dağlar, oranın göklerinden yıldız yolarlar. En uzun kışlar, o çılgın yaylalarda kurtlarla birlikte ulurlar. En uzun türküler orada örülür Zeycan’ın saçlarınca. İnsanları, en çetin hayat şartlarına, en zayıf bedenleriyle orada karşı koymaya çalışırlar. En uzun ırmaklar oradan doğar, büyür ve nice sınırlar aşarak deryalarına ulaşırlar. En…

Sadettin Kaplan'ın kaleminden...

Ağrı bu… Bir topak kar yuvarlanınca, büyüye büyüye çığlaşır gider…
Ağrı bu… Kısa bir cümleyle giriş yapalım derseniz; anlatım efsaneleşir, diliniz tığlaşır gider… Derine dalmamak gerek. Dibi görünmez derinlik, bir anda sığlaşır gider…

İki “Fırat” ve iki “Kızıltuğ”dan söz edecektik. Ağrı nerden mi dilimize dolandı? Çünkü bendeki Fırat’ın da, Kızıltuğ’un da kaynağı Ağrı’dır da ondan

Çocukluğumun en güzel anıları dere kenarlarında geçer… En sevdiğim ses, su sesidir. Sarp kayaların akşam kızıllığına boyandığı vadilerde, yanık bir sevda türküsüne dönen âşık suyun çağıltısını karlı dağlarla birlikte dinlerdim… Sesine vurgun olduğum; çocukluğumu ve ilk gençlik çağlarımı birlikte yaşadığım iki can dostumdan biri Badişan, diğeri Murat’tır…

Murat ile Badişan; Aladağ’ın emzirdiği, Tendürek’in dizinde sallayıp uyuttuğu iki kardeştirler… Bir süre ayrılsalar da, yeniden murat alıp, Murat olup birleşirler…
İşte, Murat dediğim o efsane ırmak; Fırat’ın en uzun kolu olup, Ağrı’nın yüreğinden kaynar.

Kanımız bıngıl bıngıl kaynarken yüreğimizde; “Kızıltuğ”[1] ile birlikte şahlanıp dalgalandı kahramanlık duygularımız… Kıyısında oturup gönül serinlettiğimiz Badişan çayı, bizim için Ceyan Irmağı idi. Başımızda kavak yelleri, gönlümüzde Sabiha meltemleri esiyordu efil-efil... Cengiz Han’a da, Şeyhülcebel’e de, eğilecek başımız yoktu. Ölümü, solgun ve yırtık börkümüzün en çürük ipliğine bağlamış Otsukarcı’ydık[2] artık... “Gök girsin, kızıl çıksın” diye yemin etmiştik Kızıl Tuğu yere düşürmemeye…

İşte, sevda türkülerimizi birlikte söylediğimiz Fırat ve yüzyıllar öncesi düşsel Sabiha[3] sevdasını kalbimize kor gibi koyan Kızıltuğ  ile birlikte geçirdiğimiz ilk gençlik yıllarımızdan hâlâ unutamadığımız hatıralar…

***

Aradan yıllar geçti…
Kırk yaşından sonra İstanbul’a gelirken; hatırını hep hoş tuttuğumuz o “bir Fırat” ve “bir Kızıltuğ” hatıramızı da birlikte getirmiştik…

Sesinde Fırat’ın sesini, heyecanında Fırat’ın çağıltısını, dostluğunda Fırat’ın vefasını bulduğumuz bir Otsukarcı ile kesişti yolumuz. Ve apansız, gönlümüzdeki Fırat bir iken iki oluverdi. Nasıl tanıştık bilemiyorum. Bizi birileri tanıştırmadı…

Çocukluğumuzda berrak suyunu sevda ve şifa niyetine içtiğimiz Murat ve Badişan ile de aracısız tanışmıştık… Bizim yürek vuruşumuzla, Fırat’ın dalgaları, Kızıltuğ’un yelpeleri ve Palaza’nın[4]  bozkırdaki nal sesleri aynı ritmi vuruyordu: “Tanrı Tek! Tanrı Tek!” ve birlikte söylediğimiz türkümüz “Türk”ü söylüyordu.

Muhtemelen seksenli yılların sonu veya doksanlı yılların başındaydı… Ve yine muhtemelen Türk Edebiyatı Vakfındaki bir toplantıda karşılaşmıştık. Kimler vardı? Neler konuşuldu? Hatırlamıyorum. Hatırladığım şey; Fırat nehri ile kan ve su olup karıştığımız gibi karıştık, Kızıltuğ ile deli poyrazda tel-tel olup sarıştığımız gibi sarıştık…

Bayburtlu Fırat Kızıltuğ ile tanışmamız böyle olmuştu vesselam…

Fırat ırmağı ve Kızıltuğ romanıyla olan dostluğumuz, onca ayrılıklara, yıllarca süren hasrete rağmen sürüp gitmiş ve bugüne kadar süregelmiştir… Ayrı kalışlar bu dostluğu eksiltmemiş, tam aksine daha da unutulmaz kılmıştır.

Üstat Fırat Kızıltuğ ile tanıştıktan sonra da öyle sıkça bir araya gelemedik. Ayrı şehirlerde ikamet ediyorduk. Öyle anlar oldu ki, selamlarımızı telefonlarla, e-postalarla gönderdik…

Uzun süren ayrılıklar, onun önceden bilgilendirerek İstanbul’a gelişleriyle, kısa bir süre için de olsa son buluyordu. Hayat bu. Yetinmek zorundaydık. Ama sohbetimiz yoğundu. Özgül ağırlığı olan edebiyat ve musiki sohbetleriydi… Bir dakikalık süreye bin cümleyi sığdırmak istiyorduk. Güfteden besteye, sözden öze uzanan sohbette dile getiremediklerimizi gönül telimize yükler, bizleri birleştiren bir türkünün nakaratında terennüm ederdik…

Böyle ne kadar geçti? Onu da hatırlamıyorum. Çok şükür, bu sıralar aramızdaki fizikî mesafe epeyce kısaldı. O, Üsküdar’da, biz Gebze’deyiz… Şimdi iki Fırat ve iki Kızıltuğ’u birlikte taşıyoruz yüreğimizde…

Haftada, iki haftada bir buluştuğumuz bir sohbet toplantısından birlikte çıkıyoruz Üstat Fırat Kızıltuğ ile birlikte. İkimiz de Sirkeci’den vapurla Anadolu yakasına geçmek zorundayız. İkimiz de ihtiyarız. (O kabul etmese de) İkimiz de Sultanahmet veya Çemberlitaş durağından Sirkeci’ye tramvayla, hem de bedava inmek yerine; yolumuzu ve sohbetimizi olabildiğince uzatarak, omuz omuza yürüyoruz…

Fırat ağabey koluma giriyor. Diğer koltuğumda mutlaka bir kitap filan vardır. (Kızıltuğ değilse bile) Yaşımıza göre yolumuz öylesine uzun ve engelli ki… Onu bilmem ama ben bu yürüyüşü hiç de yadırgamıyorum. Bir zamanlar koltuğumda kim bilir kaçıncı kez devirdiğim Kızıltuğ romanı, Fırat nehriyle yan yana nasıl akıp gidiyor idiysem; şimdi de değerli dost, Üstat Fırat Kızıltuğ ağabeyle öylesine akıp gidiyoruz… Bakalım bu akış nerede duracak…   Allah korktuğumuzdan emin, umduğumuza nail eylesin…

O bir aksakal, o bir bilge zât, o bir alperendir… Ehl-i dîl, ehl-i edep, musiki ve edebiyat üstadı muhterem Fırat Kızıltuğ Hoca’ya sağlık, huzur ve uzun ömürler diliyorum. Çünkü O, sönmeyen bir yanardağ, kurumayacak bir dağ pınarı, çağıltısı dinmeyecek bir Fırat ve izlenmesi gereken müstakim bir sırattır…
Bu arada bir dileğim daha var: Fırat, özgürce çağlasın; Kızıltuğ, yücelerde dalgalansın…
*
[1] Rahmetli Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun ünlü romanı.
[2] Adı geçen romanın başkahramanı…
[3] Otsukarcı’nın sevdiği kız.
[4] Cengiz Hân’ın Otsukarcı’ya armağan ettiği atın adı.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Fırat Kızıltuğ 7 yıl önce

Sadettin Kaplan bu yazıyı gönderince, o kadar memnun olmuştum ki, hazırlanmakta kitaba bu başlığı isim olarak vermeği istedim. Tek üzüntüm. Sadettin Kaplan bu kitabı göremeden dünyasını değiştirdi. Ama eminem hâtırası gibi rûhu da bizlerle beraber. Bir kere daha rahmetle ve özlemle anıyorum Sadettin'i.. Fırat Kızıltuğ