“Futbol yalnız futbol değildir” diyorlar, doğru diyorlar. Futbol günümüzde bir sömürü aracı, ün ve statü için bir yatırım ve reklam alanı… Futbolcusu, menajeri, sponsoru, yandaş spor yazarları, köpürtücü spor basınıyla; maç nakil sektörü, yani “yayıncı kuruluş”larla; top, forma, şort, tozluk ve ayakkabı üstüne kurgulanan devasa spor endüstrisiyle, algıları teslim alınarak bir forma ve simge mangurtu haline getirilmiş fanatik taraftarlarıyla ve arena denilen stadyumlarıyla bir savaş seyri sanki…

Peki nedir işin aslı, 22 kişi oynuyor, kitleler bağırıyor, züğürt çeneleri yoruluyor, birileri malı ve şanı götürüyor ve bu yapılanlar spor sanılıyor.

İşin içinde kapitalizm olunca böyle oluyor.

Yalnız futbolda mı? Hayır. Bizim ata sporumuz güreşte bile geleneksel bir ağalık düzeni vardır ve hâlâ devam etmektedir. Söz buraya gelmişken “Gelin Bizi Ayırt Edin Ulan” adlı gülmece öykü kitabımda yer alan ve yaşanmışlıklar üstüne kurguladığım “Nevzuhur Tüylü’nün Ağalık Heykeli”(1) adlı kısa öykümü sunayım:

“Çok yoksuldular Nevzuhur’lar, acınacak haldeydiler. Kopmuş gelmişler Anadolu’nun yoksul bir köyünden. Bir bakkal dükkânı, yirmi nüfus, geçinilir mi? Kadınlar el işi oyalar ve dokumalar yapıp satmaya uğraşıyorlar mahalleye; çocuklar, su, kâğıt mendil gibi şeyler.

Nevzuhur, işte bu ahval ve şerait altında, kimi görse etekliyor, şaklabanlıklar ederek, sempatik görünmeye çalışıyor. Soyadı Tüylü’dür Nevzuhur’un. Tüylü’dür ya, çok dertlidir bu soyadından. Ne zaman soyadından söz açılsa, ‘Soyadımız Tüylü’dür ya, bir türlü tüylenememişizdir, felek yolmuştur ezelinden bütün tüylerimizi’ diyerek yakınır.

‘Derdin tüylenmek olsun, sana izin, ya kulum’ dedi bir gün Tanrı galiba, Nevzuhur’un işleri açıldı birdenbire. Açılmak saçılmaya götürdü. Nevzuhur bakkaliyeyi bir köylüsüne devredip il merkezinde göçtü. Sarraflık ve kuyumculuğa başlayıp, büyük bir dükkân açtı. Hem de ne dükkân, bütün raflar çil çil, sarı sarı altınlarla dolu.

Elin ağzı torba değil ki büzesin, konuşur dururlar, ne demiş atalarımız ‘Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar”. Efendim güya Nevzuhur define bulmuş. Bulmuşsa bulmuş size ne. Tüylendi adam işte, hem de ne tüylenme.

Nevzuhur, Ağa diye anılıyordu artık, kazandıkça yeni yatırımlara girişiyordu. İl protokoluyla, bakanlarla yan yana oturuyordu bu yatırımları sayesinde. Nevzuhur Ağa’nın ağzına bakıyorlardı hepsi. Ağa’nın cahilce sözleri, kırdığı inanılmaz potları bile, ya hoş görülüyor ya da bir hikmet aranıyordu. Hemşehrileri, kurdukları yardımlaşma ve dayanışma vakfının başına da onu getirmişlerdi. Bütün etkinliklerde, konuşması çılgınca ve dakikalarca alkışlanıyordu. ‘Memleketin medar-ı iftiharı’ydı bugüne bugün.

Nevzuhur memnundu bütün bunlardan, gelgelelim kesmiyordu bu kadarı onu. Gözü daha yükseklerdeydi. Yeni kurulmuş ve iktidara geleceği yüzde yüz görünen Aldatma ve Kandırma Partisi’ne girdi ve milletvekili seçimi için aday adayı oldu. Bütün işyerlerine büyük posterlerini astırdı. Yerel TV’lere bastırıp parayı kendisi ile ilgili haberler, beş altı saat süren söyleşiler yaptırttı.

Ama olmadı, koymadılar Nevzuhur’u listeye. Olsun, yılar mı Nevzuhur? O yıl vardı Kırkpınar’a, girdi güreş ağalığı açık arttırmasına, bütün rakiplerinden fazla vererek Ağa oldu. Artık ulusal televizyonlara çıkma olanağını da elde etmişti. İline döndüğünde uzun bir konvoy karşıladı Nevzuhur Ağa’yı. Mersedes’inin plakasında kırmızı yazıyla ‘Kırkpınar Ağası Nevzuhur Tüylü’ yazıyordu.

Nevzuhur Ağa, birkaç yıl, kimseye kaptırmadı ağalığı, sürdü keyfini. Sonra --kim aklına soktuysa- Sarayiçi Mevkii’ne yakın bir yere kendi heykelini diktirtti. Heykeli o yıl güreşler öncesinde törenle açtırtmayı planlıyordu. Ama birden o kötü haberi verdiler Ağa’ya. Belediye heykeli yıktırmak için ekiplerini yolluyordu. Hemen koştu oraya, basına da haber verdi. Yıktırmayacaktı, direnecekti zabıtalara. Heykelin önünde kahramanca durdu. Gelgelelim, kararlıydı Belediye, ittiler Nevzuhur’u bir yana, dayadılar kepçeyi, kırıldı Nevzuhur’un tunçtan gövdesi. Yüklediler bir arabaya, doğru Belediye çöplüğüne. Nevzuhur’un büyütüp beslediği birkaç muhabir hemen koştular Belediye Başkanı’nın yanına ‘Ne hakla yıktın heykeli’ diye soracak oldular. ‘Yasal hakla’ dedi Başkan ve ekledi: ’Gidin deyin ol Nevzuhur’a, mahkemeye versin beni!’

Ağalığı da yitirdi Nevzuhur o yıl. Arabasındaki ağalık ibaresini sildirip döndü oturduğu İl’e. Ne yapıp etmeli, kendini gündemde tutacak, devlet katında itibarını sürdürecek bir şeyler bulmalıydı mutlaka. Buldu. Maddi sıkıntı içinde bulunan bir yerel televizyonu satın aldı. Ulusal ölçekte yayın yapan bir medya ağasını da ortak etti bu işe. ‘Karizmayı iyice yükseltecek’ti.

Karizması iyidir şimdi Nevzuhur Ağa’nın. Arada bir maliyeciler gelir, birkaç tüyünü devlet için, bir tüyünü de kendileri için yolar giderler. Hiç etkilenmez Nevzuhur Ağa, halkın sırtından yolduklarıyla on tüy ekler onların yerine.”

Bu öykü kitabım yayımlandıktan birkaç yıl sonra, bu Nevzuhur Tüylü’nün intihar haberiyle çalkalandı o koca il. Meğer Nevzuhur, faize karşı olan dindar halktan altın ve para toplarmış, çalıştıracak, onlara da kâr payı verecek. Derken işin ucu fena halde kaçmış, umarsız kalınca da canına kıymış. 
İş kaldı kardeşlerine, onlar da bir süre sürdürdü, süründürdüler ve bir gün sarraf dükkânlarını kapatıp kayıplara karıştılar, sonra yakalandılar, azıcık yatıp çıktılar, sonrasını bilmiyorum.

Ama ben bir öykü daha biliyorum. Yıl 1981… Erzurum Hasankale’de güreş var, adam kayırma ve adil olmayan kararlar alınmasın diye beni ve birkaç arkadaşımı da eski güreşçilerle birlikte jüriye yazmışlar. İzliyoruz güreşleri, derken bir koç çıkardılar açık artırmaya, kazanan ertesi yılın güreş ağası olacak. Bazı arkadaşlarım bir adamın çevresindeler, ondan para alıp alıp artırmayı yönetene yetiştiriyorlar, o da “Niyazi Zengin Bey’den 100 lira, 200 lira…” diye anons ediyor. Ve sonunda Niyazi Zengin Bey, ağa oluyor. Paraları alıp yönetene götüren arkadaşlara soruyorum “Kim bu Niyazi Zengin, ne iş yapar?” Yanıt: “Fabrikatör abi, üç tane fabrikası var.” Hiç duymamışım adını, yine soruyorum: “Ne üretiyor, ne fabrikası var?” Kahkahaları koyuveriyorlar. Meğer Niyazi Zengin Bey, genelev patronu imiş, Erzurum Genelevinde üç tane evi varmış. Kendisi o işlerle uğraşan ünlü Şıhbızınlı aşiretindenmiş ve buraya dikkat buyurunuz hacca da gitmiş, “Hacı Nizo” diye anılırmış. 

“Yahu bu nasıl iş?” diyorum, gülen arkadaşlardan birisi ciddileşip diyor ki: “Şaşırma Abi, bu memleket böyle işte, üç gün kavat derler, dördüncü gün bey olursun!”

İşte size iki tane ağanın çarpıcı öyküsü… Hacı Nizo ve Nevzuhur Tüylü’ye kalan spor…

Tüm ağalar böyle midir? Elbette hayır. Biz ağalık kurumuna karşıyız dimdik. Ha şimdi ağa denmiyor, özellikle diğer spor dallarında “Sponsor” deniyor ve devlet tarafından vergi bağışıklığı gibi kolaylıklar da getiriliyor.

Pekii şimdi geliniz sosyalist düzende spor kültürü nasıl olur, nasıl olmuştu onlara bakalım:

“Sosyalist Toplumda Spor Kültürü: Yüzyılın emekçi devrimleri, belli ülkelerde ve dünya ölçeğinde, emperyalist kültüre karşı emekçilerin sosyalist kültürünü geliştirme koşullarını yarattı. Ve doğal olarak sosyalist ulusal spor kültürü de devreye sokuldu, çünkü kültürün içeriğini toplumsal sistem ve sınıflar belirliyor. Her yönetici sınıf, toplumsal egemenliğini iki ayak üzerine oturtur. Birincisi askeri güçtür, ikincisi toplumun rızasıdır, ideolojik-kültürel hegemonyadır. ‘Her ülkenin proletaryası kendisini ulusun yönetici sınıfı durumuna yükseltmek, kendisi bizzat ulus olmak zorunda olduğuna göre, proletarya bu bakımdan yüzde yüz ulusaldır, ama kelimenin burjuva anlamıyla değil.’(2)

Demek oluyor ki yarı bağımlı bir ülke olan ülkemizdeki takıma burjuva anlamıyla bile ‘Ulusal Takım’ denilemez. Öte yandan kelimenin tam anlamıyla ve emekçi açısından, var olan takıma ‘Komprador Takımı’ denilmesi daha çok uygundur.

Sosyalist uluslar arasında kardeşliğe dayanan, karşılıklı güvene dayanan bir birlik oluşacağı kaçınılmazdır. Öte yandan sosyalist ulusların spor kültürleri, kendi ulusal özelliklerini taşımakla birlikte, tüm ulusların, ulusal spor kültürü özelliklerini kendinde birleştirmeye de yönelecektir. Evrensel öze ön planda yer verilecektir. Bu özü Kuzey Kore’de görebiliyoruz; tam anlamıyla kitlelere açık bir spor kültürü. Bugün Kuzey Kore, ülkenin her yanını spor tesisleriyle donatmıştır. Dünyanın en büyük kapalı stadyumunda 150 bin koltuk vardır. Stadın çatısı, bir mühendislik-mimarlık şaheseridir. Ana kucağını simgeleyen stadın içinde ayrıca 38 adet kapalı spor salonu vardır. Stadın 78 çıkış kapısı var, 15 dakikada boşalıyor (Şule Perinçek).”(3) 

CUMHURİYETİMİZİN SPOR KÜLTÜRÜ VE BUGÜNKÜ DURUM

“Bedenî idman, fikri idmanla birlikte gitmelidir.” Atatürk

“Cumhuriyet devriminin kazanımları (1923-1950) öncesi ve sonrası mücadeleleri genel kültürün bir parçası olan spor kültürü bağlamında da sürmüştür. Bu mücadele, Birinci Meşrutiyetten beri süregelen demokratikleşme mücadelesidir. Yüz elli yılı aşkın bir süredir de devam etmektedir. Cumhuriyet ideolojisinin kazanımları her alanda olduğu gibi spor kültürü alanına da yansımıştır.

Devletçi bir koruma çerçevesinde, Halkçı bir spor kültürü adım adım kitlelere yayılma eğilimine, Cumhuriyetin ilk yıllarında girmiş, devrimci eğilim hemen spor yasasına yansımıştı. Cumhuriyetin ilk yasası, Mustafa Kemal imzalı Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (TiCi) tüzüğüdür ve yıl 1922’dir. Halkevlerinin sanat-spor bağlantısı ise spor adına çok ileri, devrimci bir atılımdı ve yıl 1932 idi; Hele hele Köy Enstitülerinin uygulamaya başladığı, ‘Üretim için spor’ devrimci tavrı, toplumsal gerçekçi sporun çarpıcı bir örneği idi. Bırakın Türkiye’yi, ezilen güney ülkelerinin, dahası bütün dünya için ideal bir ‘Halkçı spor’ uygulamasının benzersiz örneği idi de. Sovyet Devrimi’nin ünlü eğitimcisi Makarenko’nun 1920 yılında kurduğu Gorki Topluluğu adında, ‘Çalışma-Öğrenme-Yaşama Okulu’nu anımsatıyordu. Önemli bir fark, Köy Enstitülerinin bütün Türkiye’yi kapsamasıydı. Başka bir örneği de yoktu dünyada. Ne yazık ki yaşatılamadı.

Cumhuriyet döneminin 1950 sonrasındaki her alandaki mücadele ve kayıplar, nihayet 28 Şubat 1997’ye gelip dayandı. 21.yüzyıla girerken Devletçi, Halkçı ve Devrimci spor kültüründen artık söz etme olanağı yok. Cumhuriyetin kazanımları, kaleleri, bu arada spor kültürü de yıkıma uğradı, rayından çıktı. Ne var ki hesaplaşma her alanda sürüyor.”(4)   

1) Asıl adı Nevzuhur, soyadı da Tüylü değil elbette, asıl adını yazamadık. Adını yaptıklarına benzeterek koyduk, soyadının da köküne sadık kalıp olumsuzladık.
2) Komünist Manifesto.
3) İsmail Karali-Ulusal Spor
4) Aynı yapıt

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
ERDOĞAN ÖNER 3 yıl önce

YERDEŞİM CAZIM ABİ DEDİĞİNİZ GİBİ, HESAPLAŞMA HER ALANDA DEVAM EDİYOR.

Avatar
Nurullah Alphan İnan 7 ay önce

Enteresan hikayeler bunlar.