"Küçelere su serpmişem, yâr gelende toz olmasın..."

Azerbaycan Gazeteciler Birliği Üyesi, gazeteci yazar Gülgez Yakub, 1993 ile 2020 yıllarında yaşanan Karabağ savaşı duygularını yazdı. İşte o yazı:

"Küçelere su serpmişem, yâr gelende toz olmasın..."

"Aylar öncesinden biliyorduk ki savaş olacak! Biz cephe bölgesinde yaşıyoruz. Bütün silah ve cephaneler, zırhlı araçlar gözümüzün önünden her gün peş peşe geçiyordu. 

Lakin gördüklerimiz bir an olsun bizi korkutmuyordu, aksine çok seviniyorduk. Sevinmeye de hakkımız var idi, sonunda torpaklarımızın hür olmasına sayılı günler kalmıştı.

O günleri yaşadıkça çocukluğumu elimdən almış, 1993 yılındaki günler aklıma düşerdi. O zamanlar ülkemiz bu kadar gelişmemişti. Sığınaklarda geceliyorduk, her an ölüm korkusu yaşıyorduk. Hele sonuncu defa sığınakta kaldığımız o gün hiç aklımdan çıkmaz.                                                                            Gülgez Yakup

Akşam saatlerinde çarpışma güçleniyordu o da evlerden gelen ışıklarla patlayan silahların ışıkları birbirine karışıyordu.

Yine o gece çok dehşetli çarpışma oldu, bayram günlerinde gökyüzünde parlayan top ve mermi ışıkları birbirine karışıyordu. O gün sığınakta geçireceğim son gece idi.

"Herkes sipere!" dediler.

Her mahallenin sakinleri kendi mahallesine toplanıp önceden sığınaklar kazmıştılar (dağın içini kazarak her dört bir yanı 2,5 metre yüksekliğinde toprak olmalı idi).

Evet; sığınağa gidiyoruz saray gibi evimizden götürdüğümüz tek şey canımız oldu! Evet canımıza o gece her şey olabilirdi; evimiz yanabilirdi dağılabilirdi. Düşünün insanın herhangi bir eşyası kaybolsa bütün gün onu arardı, ama biz bir gecede evimizi ve içi dolu eşyalarımızı kaybedebilirdik. Tabii ki, o anda düşüneceğimiz en son şey herhangi bir eşya olurdu.

Bir gün bir sığınağa gitmiştik! İlk bakışta sığınak bize anlatılanlardan aşina olduğumuz ayı mağarasını hatırlattı. Sığınağa her zamanki gibi ilk giren erkekler oldu, içerisinin temiz olduğunu söyleyip çıktılar. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar da içeriye girdiler.

Rutubetli, nemli ve berbat bir mağara.. Çok korktum. Büzülüp anamın kucağında oturmuştum. Çıra ışığında etrafa bakıyordum birden başımın üstünden türkü sesi geldi; "Küçelere (yollarına) su serpmişem yâr gelende toz olmasın". Bu türkünün sözlerini söyleyen komşu gelin idi. Onun sevdiği, ilk muharebede ön cephede savaşıyordu. Gelin gözlerini kırpmadan sevdiğinin yolunu bekliyordu. Ertesi gün sevdiği geldi; hiç toza batmadan beyaz kefende, tabutun içinde geldi...

Yine o gece çok yiğitler hayatını kaybetti, kahramanlar gazi oldu çok evler dağıldı harabeye döndü.

Yine o gece mağaralarda gecelemek mecburiyetinde kaldık. Herkes suskun halde oturup bekliyordu, hasta yatağında iyileşmeyi bekleyenler gibi.. Yazın ilk çiçeklerin açmasını, kışın ilk karın yağacağını bekleyenler gibi herkes bekliyor. Bakışlarımı herkesin üzerine dikiyorum, yaşlı bir nene ellerini Allah’a uzatmış bakışlarını bana yöneltmiş halde;

“Allah’ım sen bu çocuklara merhamet eyle diyordu. O anda çocuk görünebilirdim ama içimde kendimi bir kahraman gibi hissediyordum. Çünkü toprağını seven her bir kahraman gibi öz torpağımda idim korkup kaçmamıştım. O gece akranlarım yataklarında mışıl mışıl uyurken ben mağarada annemin kucağına oturmuş her an ölüm korkusu yaşıyordum...

Saatler geçtikçe içeride temiz hava azalıyordu, nefes almak zorlaşıyor, rutubet artıyordu. Sanki sabah olmayacakmış gibi gece gittikçe uzuyordu.

Anamın kucağında orada uykuya dalmışım. Tezden anamın sesine gözlerimi açtım beni çağırıyordu.: “Gülgez kalk sabah oldu!”

Sabah ışıkları ile birlikte kente sükunet çökmüştü. Kent sakinleri birer birer dağlardan, derelerden indiler. Geceler adeti üzere erkekler dağlarda siperleniyordu. Evet bu vaziyet her gün böyle devam ediyordu.

O gece çoklarının arzuları yüreklerinde dondu kaldı. O gece herkes bir şey kaybetti; kimisi dostunu, kimisi sevgisini, kimi eşini, kimi gençliğini, kimi son telefon görüşmesini, kimi okulunu. O gece bende kaybettim; ömrümün en güzel, en saf, en temiz zamanını kaybettim… Çocukluğumu… 

Çocukluk herhangi bir eşya değil ki kaybedip sonra bulasın, hatırandan çıkarasın, ya da ne ev, ne araba, ne maaş, ne devlet değil ki çalışıp elde edesin. Çocukluk ömrün en saf, en temiz, zaman yıllar geçse de aradığın ama bulamadığın hafızadan silinmeyen, bir daha geriye dönmeyen yıllardır…

1993 yılında eylül ayının 5'inde kentimiz Ermeni işgalcileri tarafından ele geçirildi. Bu hadise kent sakinlerince beklenilmez olsa da kendi evlerimizden, kendi köyümüzden, vatan toprağımızdan, yuvamızdan olduk ve göçmen durumuna düştük. Artık bize göçmen (kaçkın) diyorlardı.

Aylar geçti yıllar geçti yaşadığım her yılda ne zorluklar ne acılar gördüm, elbette güzel günlerim de oldu. Artık 38 yaşındayım ve evliyim, 2 evladım var. Şimdi benim o yıllarda gördüğüm savaşın heyecanını 2020 yılında evlatlarım yaşıyor.

Hele 2016 yılı nisan katliamında onlar henüz çocuktu savaşı biliyorlardı ama aslında ne olduğunu tam olarak anlamıyorlardı.

Şimdi ülkemiz her yönden gelişti ve kalkındı günden güne daha da gelişiyor ve güzelleşiyor. Yükselen ülkeler arasında artık kendi sözünü söyleyebiliyor ve gücünü gösteriyor. Bugün artık kendi milli siyasetini belirleyen büyük bir komutanımız var ve onun zamanında hiçbir devlet bizim karşımıza çıkamaz!.

Evet .. Şimdi komşularla mağaralarda değil evimizin yakınında olan parkta toplanıyoruz. Her gün yeni yeni haberler geldikçe biz de onları aramızda müzakere yapıyoruz.

O gün yakınlaştıkca içimizde sanki bir rahatlık bir güven duygusu vardı, gelen ateş sesleri bizi asla korkutmuyordu.

Bazen gece yarısına kadar komşularla toplanıp bahçede otururduk, her gün bir adım daha yaklaşıyorduk o güne…

Nihayet Eylül ayının 26’sında her tarafa sükunet çökmüştü, sanki cephe bölgesi değil herhangi bir sahra sessizliği idi. "Fırtınadan önceki sükut" buna deniyormuş meğer…

Aslında biz o gece bekliyorduk ama eylül ayının 27’sinde sabah vakti savaş başladı. Sokaklarda kulak zarlarını zorlayan siren sesleri ahaliyi sığınaklara davet ediyordu.

Savaşçılarımızın Allah-u Ekber sedaları hâlâ kulaklarımdadır. Büyük başkomutanımızın, yeni başkomutanımızın akıllı uzak görüşlü siyaseti sebebiyle Azerbaycan ordusu her gün yeni yeni taarruzlarla müjdeli haberleri veriyordu.

Sanki o 44 gün televizyon ekranlarına kilitlenmiştik. Tabii ki, müharebe şehitsiz olmaz ama şehit anaları morallerini bozmuyor, dimdik ayakta duruyorlardı.

Halk yumruk gibi birleşmişti, her gün muzaffer ordumuz yeni şehirleri ve kasabaları alıyor, stratejik bölgeleri dağları tepeleri ele geçirerek herkesin yüreğine su serpiyordu. Artık biz değil, Ermeniler kaçkındı. Biz ise kendi topraklarına dönen topraklarını işgalden kurtaranlar idik…

Hele Karabağ’ın gözbebeği olan Şuşa şehrinin alınması bizim için sürpriz oldu  Büyük Başkomutanımızın her sabah haberlerini, sabırsızlıkla bekliyorduk.

O gün babamın gözyaşlarına şahit oldum. Vatana, toprağa sevgisi aldığı nefes kadar vazgeçilmezdi.

Nihayet 10 Kasım gecesi saat 04:00’de evde herkes yatarken anzsızın gelen telefon sesi hepimizi telaşlandırdı. Sanki bizlerden birinin şehit haberi gelecekmiş gibi hepimizin yüreği tedirgindi. Lakin bu gelen telefon dünyanın en güzel haberini verdi bize; SAVAŞ BİTTİ…

Azerbaycan halkı ordusu ve Büyük Başkomutan galip gelmişti!"

Gülgez Yakub
Gazeteci Yazar
Azerbaycan Gazeteciler Birliği Üyesi
Füzuli Rayonu Horadiz Şeheri

Anahtar Kelimeler:
AzerbaycanGülgez Yakub
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.