Turgut Akaslan'la edebiyata dair...

Edebiyat dünyasına 2013 yılında “Benim Şiirim Yalnızlık” kitabıyla adım atan ve ardından “Hepimiz Güzel Çocuklardık”, “Ölmeden Az Önce Maviye Bakalım ve Çay İçelim” adlı şiir-deneme kitaplarını okuyucuyla buluşturan Turgut Akaslan, şu günlerde ilk romanının heyecanını yaşıyor.

Turgut Akaslan'la edebiyata dair...
Bayburt Postası - Edebiyat dünyasına 2013 yılında “Benim Şiirim Yalnızlık” kitabıyla adım atan ve ardından “Hepimiz Güzel Çocuklardık”, “Ölmeden Az Önce Maviye Bakalım ve Çay İçelim” adlı şiir-deneme kitaplarını okuyucuyla buluşturan Turgut Akaslan, şu günlerde ilk romanının heyecanını yaşıyor.

Gazetemiz yazarlarından genç edebiyatçı Akaslan, kısa süre önce okuyucuyla buluşan 'Ateş Gecesi' adlı romanı hakkında konuştu. Ateş Gecesi adlı ilk roman çalışmasının beklediğinin üstünde bir ilgi uyandırdığını ve ikinci baskı için hazırlık yaptıklarını söyleyen Akaslan, romanın devamı niteliğinde Ermeni halkı ile Türk halkının içine düştükleri durumu ele alan bir eser daha yazacağını belirtti.

Akaslan, Türk dilindeki yozlaşma, Türk Edebiyatı'na bakışı, edebiyata olan ilgisine dair düşüncelerini paylaştığı söyleşide, geleceğe dair planlarını da anlattı.

Röportaj: Sinem Ayaz - Erman Tükenmez

Dilimizdeki yozlaşma teknolojiyle yarışırcasına devam etmekte. Yediden yetmişe bu yozlaşmayı görebilmekteyiz. Dile bakış açınız nedir, dilimizin bugünkü durumu hakkında neler söylemek istiyorsunuz?
- Milletler; ekonomik özgürlüğünü kaybedebilir, toprakları da işgal olabilir yeter ki dili yozlaşıp, kültürü çöplüğe dönmesin! Benim için dil ve kültür birbirini tamamlayan iki en mühim unsurdur. Kültürlerdeki yozlaşma ve dilde de sömürünün başlıca sebebi teknolojik gelişmelerdir.Teknolojiyle birlikte nesiller arasında ciddi manada kuşak çatışması başladı, kuşaklar artık üç yılda bir değişir oldu. Teknolojik gelişmeleri ben Tanzimat sonrası batının sömürgesi olmamak için batılaşmamıza benzetiyorum. Sadece acı ve ürkütücü! Bunun etkileri de dil ve kültüre yansımıştır. Burada bütün görev başta ebeveynler olmak üzere eğitimcilere düşüyor tabi sorumluluk hepimizde, herkese büyük yük düşüyor… Dil, millettir! Türk milletini varlığını korumak için Türk Dili'ne sahip çıkmamız gerek…

Gerek şiirlerinizi kaleme alırken, gerek romanlarınızda ilham kaynağınız nedir?
- Şiirde kaynağım sokaklar, biraz da yaşamak. Yıllar önce kendime bir soru sormuştum, “Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?” işte o gün bir sırt çantasına iki kitap koyarak düştüm yollara. Gel zaman git zaman derken okuduğum kitaplar ve içinde bulunduğum şartlar beni yazmaya itti. Çok bilimsel konuları seçmiyorum ki bilimsel de yazmıyorum sadece yaşanmışlıkları yazıyorum, sanırım okurun kalbinde büyük intiba uyanma sebebi bu olsa gerek.

Eleştirilmeye çok da açık bir toplum olduğumuzu düşünmüyorum. Ki, eleştiriler olumsuzsa hemen kendimizi savunmaya geçiyoruz. Olumlu-olumsuz birtakım eleştiriler alıyorsunuz, bu eleştiriler sizi nasıl etkilemekte?
- Eleştiri yapıcı olduktan sonra kalbimin üstüne. Her gelen eleştirilere yahut methiyelere hususi olarak kendim cevap veriyorum. Eğer açık adres varsa mektupla dönüyorum. Mektup günümüzde unutulan bir samimiyet, maalesef teknolojiyle birlikte o da çöpe gitti. Postane çalışanları mektup verince garipçe yüzüme bakıyorlar!

'Şu yönden bana katkı sağladığını düşünüyorum, hayatımda birtakım değişiklikler oluşturdu' dediğiniz bir eleştiri oldu mu?

- Yıllardır dergilerde şiirlerim ve denemelerim yayınlanıyor, birçok methiye ve eleştiri geldi lakin benim için en önemlisi kitaplarımda beni yalnız bırakmayıp editörlük yapan Erman Ağabey'dir. Nezaketen yanlışlarımı düzelterek sürekli yanımda olması beni içten hep mutlu etmiştir ve yazı hayatımda soluk almama sebep oldu.

Biliyoruz ki insanın kendini değerlendirmesi zordur. Bir şiirinizi okuduğunuzda, romanınızı gözden geçirdiğinizde, geçmişten günümüze yaşantınıza baktığınızda kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Eser satışa sunulunca ilk önce ben almaya çalışırım. Her hangi bir kitapçıya girerek raflar arasında gezinirim. Sanki kendi eserimi değil de epey zamandır beklediğim bir yazarın eserini alıyor muşum gibi bir heyecanla alıp kurcalarım. Hani bir insanın bilmediği bir şeyi kurcalaması gibi benim kendi eserimi kurcalamam. En ağır eleştiriyi kendi kitabıma kendim yapıyorum. Şiirlerim kapalı olduğu için kimine göre basit, kimine göre büyük derinlik ifade ediyor benim içinse zümre içinde zerreyi ifade eder. Yaşamak diyorum kısaca günümüzde ev, iş, para, makam derken unutulan yaşamak…

Romanınızda gerçek karakterler kullandığınızı biliyoruz, bunlar dışında romana eklediğiniz karakterleri nasıl oluşturdunuz?

- Gerçek karakter olarak Okutmuş Ailesi'nin merhum dedeleri Hoca Ali Efendi’yi baş karakter aldım. Hem aileyle yakın dost olmam, hem de ailenin Bayburt’ta yerli ve birçok alanda şehrimizi onurla temsil etmiş olmaları büyük etkendir. Romanı yazarken o karakterlerle özleşiyor insan, sürekli onlarla yaşıyorum, sabah onlarla uyanıp akşama kadar onlarla konuşuyorum. Geçen şehirler için de aynı şeyi söylemek mümkün, mesela İstanbul’u yazmak için bu şehre yerleştim ve sokaklarında karakterlerle kol kola dolaştım, yahut sürekli bir kenarda onları izledim.

Türk Edebiyatı'na bakışınız nasıl, öncesiyle, sonrasıyla yazarlarımızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendinize örnek aldığınız yazar ya da yazarlarımız var mı?
- Türk Edebiyatı yazılı edebiyatın başladığı 8. yüzyıla kadar sözlü kültüre dayalı olarak gelişir (koşuk, sagu, sav, destan). İslamiyet’in kabulünden ve orta dönem Türk tarihindeki siyasi-sosyal gelişme ve değişmelerden dolayı iki farklı biçimde şekillenmiştir. Bir, Arap-Fars geleneklerine dayalı olarak doğup, gelişme süreci içinde millileşen divan edebiyatı. İki, Türkler'in ilk milli edebiyat geleneklerine bağlı gelişen, yeni öğelerle zenginleşip çeşitlenen Türk Halk Edebiyatı'dır. Türk Edebiyatı da, Türk kültürü gibi köklü ve geniş bir umman, içinde gezinmek keyif veriyor. Bu soruyu daha geniş bir sohbette uzunca düşüncelerimi anlatarak izah etmek isterim. Her yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da çağa damga vuran şairler ve yazarlar mevcut. Ben Türk Edebiyatı'na Nihal Atsız Bey’le merhaba dedim, sonrasında üç bini aşkın kitap okuyup not çıkardım. Lakin Osmanlıca öğrenince eserleri dilinde ve yazısında okuma şansını yakaladım.

Asırlardır 'sanatın, sanat için mi, toplum için mi?' olduğuna dair tartışmalar süregelmiştir. Bu konu hakkında düşünceleriniz nedir?
- Sanatçı toplum için önemli lakin sanatçının kaynağı da toplum olduğu için ikisi de birbirinden ayrılamaz. Ben bu konuyla alakalı geçenlerde bir kitapta okuduğum cümleyi paylaşmak isterim, her şeyi izah eder. “Her şey değişecek fakat Beethoven’in 9. Senfonisi hala çalıyor olacak…”

Edebiyata ilginiz nasıl başladı?
- Ankara Fuarı'nda liseden arkadaşım Âdem Özdamar geldi ve laf arasında “Ders defterlerinin arkasına da şiir yazıyordun.” dedi. Demek ki; alakam varmış lakin bende ki şiir ve edebiyat sevgisinin keşfi Yavuz Bülent Bakiler hocamızın “Cebeci İstasyonu ve Sen” şiiriyle başladı. Sonra Ankara’ya yerleşip Cebeci İstasyonu'na yakın bir yerde ev tuttum. Her sabah o sevgililere “merhaba” deyip geçerken, trende ki kimsesiz yolculara el sallıyordum, daha sonrasında istasyona uğrayan diğer yazar, şairlerin eserleri derken bu yüzeysel duygu derinleşti. Dünya Klasikleri, Türk Klasikleri, İkinci Yeni, Osmanlıca sonrası Divan Edebiyatı derken topal karınca misali edebiyatı var eden yazarlarla kol kola gezinmeye başladım.

Bugüne kadar çeşitli yerlerde sizinle, yaşamınızla ilgili yazılar çıktı. Buralardan hakkınızda kimi bilgiler edindik, kısaca hikâyenizi bir kez daha sizden dinleyebilir miyiz?

- Benim kendimi “kalbimi” keşfim de, edebiyatı keşfim gibi rastlantıyla oldu. Çok yaramaz ve geçimsiz bir çocukluk geçirdim, ta ki Sevgi “Deli Sevgi” ile aramda geçen tılsımlı olaya kadar. Sonra kalbime yöneliş başladı. Benim hakkımda birçok yerde, pek farklı şeyler söyleniyor, yazılıyor bunları okuyor yahut duyuyorum. Sadece gülüyorum. Herkes bir kalıba sokma uğraşında, herkes kendine ve kendi ideolojisine yakın bulma beni o ideolojiden gösterme çabasında. Bunun sebebi belki sevgi, belki nefret… “Komünist Turgut, Faşist Turgut, çok dağınık ve umursamaz bir hayatı var, meczup yahut deli…” bu aralar bir de “Din düşmanı gibi gösteriliyorum.” Tabi sadece gülüyorum. Ben kalbiyle, içinden geleni yaşamayı seven birisiyim. Bu beni mutlu ediyor… İnsanların dediklerini, hayatın dayattığını değil kendi bildiklerimi, kalbimden gelenleri yaşıyorum.

Yıllar sonra kendinizi nerede görmek istiyorsunuz?

- Kendimi görmek istediğim bir yer yoktur. Sadece nesillere kalıcı eserler bırakmak gayesindeyim! Ve elimden gelip gücüm yettikçe sokakta yaşayanların, sokak çocuklarının yanında oldum, yanlarında olmak istiyorum…

Bundan sonraki hedefiniz nedir?
- Otostop, tren, otobüs, uçak yahut gemiyle 80 il 10 ülke gezdim hedefim Antalya’ya giderek Türkiye gezisini tamamlamak ve dünyaya açılmak. Üzerine çalıştığım yaklaşık 4 yıldır süren “sosyalizmin türbanlı gelini” isimli romanımızı okura sunmak için çalışmalarıma tekrardan hız verdim.

Romanınızın devamını getirmeyi düşünüyor musunuz? Eserlerinizde işlemek istediğiniz başka tarihi konular var mı?
- Var evet, 1820’de gerçekleşen ve bir gecede 10 bin Müslüman'ın katledildiği Patras Vakası’nı yazmayı düşünüyorum.

Yazmaya nasıl, ne zaman başladınız?
- İlk yazım yine sanırım 2004 yılıydı Bayburt Postası Gazetesi'nde yayınlandı. Nihal Atsız üzerine bir deneme yazısı. Sonra edebiyat dergilerinde birçok şiir ve denemem yayınlandı. Artık dergilere yazı göndermiyorum, sadece haftalık yahut aylık Bayburt Postası'na yazı gönderiyorum.

Turgut Bey, edebiyata şiirle başladınız, romanla devam ediyorsunuz. Sizi roman yazmaya iten nedir? Ateş Gecesi okurda nasıl bir etki uyandırdı?
- Yazmaktan önce iyi bir okur olduğumu düşünüyorum. Kitap ve dergileri, yazarları takip ediyorum. Yazmakla alakalı bir isteğim var mıydı, neden yazmak gereği duydum bilmiyorum. Okurken bir baktım yazmaya itmiş okuduğum kitaplar. Sonra yakın çevremin isteğiyle şiir ve yazıları dergilere göndermeye başladım. Ateş Gecesi ilk roman çalışmam ve beklediğimin üstünde bir alaka uyandırdı okurda, iki hafta gibi kısa sürede birinci baskısı tükendi. Şuan ikinci baskı için hazırlık yapıyoruz. Ve nasip olursa Ateş Gecesi’nin devamı niteliğinde Ermeni halkının ve Türk halkının düştükleri durumu ele alan bir eser daha yazacağım.

Sizin için ‘Yaşadığını yazan, yazdığını yaşayan şair’ denilmekteydi. Romanda durum biraz farklı tabii; lakin benzer şeyleri romanlarınız için de söyleyebilir miyiz?
-Bu benzetme beni çok güldürmüştü. Çok mutlu olmuştum. Yakın çevrem iyi gözlemlemiş beni, ben bazen yazar, yazdığımı yaşarım. Bazen de önce yaşar sonra yaşadığımı yazarım. Güzel bir tahlil beni çok mutlu etmişti, şimdi tekrar sizden soru gelince mutlu oldum. Bayburt Postası ailesine (Ben de bu ailenin bir mensubuyum, büyük gururla her yerde söylerim) çok teşekkür ediyorum, ilk kitabımda olduğu gibi yine beni yalnız bırakmadı.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Fatma Çetin Kabadayı 9 yıl önce

Öncelikle tebrik ediyorum başarılarınızdan dolayı, Söyleşi de çok içten ve başarılı olmuş. Nice eserlere diyorum.

Avatar
Berat DURĞUT 9 yıl önce

kardeş gazeteden okuyordum ama bu kadarını bilmiyordum açıkçası. çok sevindim ve gururlandım. Allah yolunu açik etsin