Şair Mehmet Ali Kalkan: "Bayburt; içinden insan, şiir, edebiyat geçen bir şehir"

Eskişehir’in Türk edebiyatına armağanı şair Mehmet Ali Kalkan.

Şair Mehmet Ali Kalkan: "Bayburt; içinden insan, şiir, edebiyat geçen bir şehir"

Bayburt Postası - Bayburt’taki Şair Zihni Şiiri Şöleni’nde onu kürsüye davet eden Talat Ülker, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun izini süren, Gençosmanoğlu’ndan sonra destan türünü günümüze taşıyan değerli bir isim olduğunu ifade ediyordu.

Günü gelir kurur su
Günü gelir durur su
Günü gelir korur su
Ufuklar ardı bizim

Mehmet Ali Kalkan’ın üç şiir kitabı bulunuyor. Geceye Göz Ekledim (2001), Gök Aradık Tuğlara (2014) ve Ufuklar Ardı Bizim (2022). İlk kitabını sırf babası görsün diye apar topar kendi imkanları ile çıkarmış. Son iki kitabı Ötüken Neşriyat’tan çıkan Kalkan’ın şiirleri, az sözle çok düşündürebilen, çok şey anlatabilen, eskilerin Sehl-i Mümteni diye adlandırdığı sanatla yüklü.

Türk mitolojisi, kültürü, geleneği ve tasavvuf şiirini besleyen temel kaynaklar. Mehmet Ali Kalkan hoca ile yoğun Bayburt programında bir araya gelerek, şiirini, Türk şiirini ve Bayburt'u konuştuk.

1958, Eskişehir doğumlu. İlk, orta ve lise eğitimini doğduğu şehirde tamamladıktan sonra, 1980’de Adana Çukurova Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Şiirle tanışıklığı çocukluk dönemlerine kadar uzanıyor. İlk şiirini yayınladıktan, gazetede, antoloji kitabında ismini gördükten sonra, şiire uzunca bir ara veriyor. Sonrasında bir yarışma vesilesiyle edebiyata, şiire geri dönüyor ve bu camiadan bir daha da kopamıyor. Doğup büyüdüğü Eskişehir'de hayatını sürdürüyor. Eskişehir'deki ofisini, şiire ilgi duyan, söz söyleme kabiliyeti bulunanların soluk alabildiği bir durak noktası haline getirmiş. 

Röportaj: Murat Okutmuş

Şiire olan ilginizin ne zaman başladı, biraz bu kaynaktan bahsederek başlayalım…

Babam şiirleri severdi. Mesela ilkokulda öğretmenimiz şiir verirdi ezberlememiz için, babam da bir yandan şiirler tutuştururdu elime, Orhan Şaik Gökyay’dan şiiri ezberlettiğini bilirim. Bir tarafımız köy kökenli. Türküleri de çok severdi. Babam, delikanlılık döneminde bir saz almış. Dedem, nineme, ‘alsın o sazı götürsün evden yoksa kırarım’ demiş. Annesi babama diyince, “Sabah olmaz, utanırım. Bari akşam götüreyim” demiş. Yani sazın toplum önüne çıkarılmadığı, utanılacak bir şey gibi görüldüğü yıllar vardı. Türkülerden filan utanılan...

Babanızın içinde bir ukte adeta edebiyat ve sanat...

Hem öyle böyle değil. Düşünün, ben ilkokulu bitirdiğim gün, babam bana elden düşme bir saz hediye etti, diploma hediyesi olarak. Mahallede bağlama ile ilgilenen bir abi vardı, ona akort yaptırdım. Kendi kendime notaları aramaya başladım. Biraz da kulak dolgunluğu var. Bu vesileyle türkülere olan ilgim arttı. O dönem radyo var. Defterim, kalemim elimde. Radyodaki türküleri yazardım. Sonra o türküleri söyleyenlerle çok yakın dostluklar kurdum.  

İlk şiirinizi ne zaman kaleme aldınız?

İlk şiirimi lise yıllarımda yazdım. Edebiyat öğretmenimiz Ahmet Sever imtihanda koşmaya örnek vermemizi istemişti. Sonra 1975 yılında Ortadoğu gazetesinde bir şiirim çıktı. Tabii şiir çıkınca gece yatamıyorsun. Sanki herkes seni tanıyor hissine kapılıyorsun. O heyecan, çok hoş bir heyecan. Bir yıl sonra Adana’da bir kitapçıya gittim. Ülkücü Ozanlar Antolojisi diye bir kitap çıkmış. Kitap kapağına baktım, çok kişi var. Alparslan Türkeş’ten Hilmi Şahballı’ya kadar. Bir baktım ki ben de varım. Ortadoğu’da çıkan şiirimle kitaba girmişim. Bir heyecan daha yaşamış oldum. Ben bu tür ortamlara da kolay giremem zaten, utangaç biriyim. Mesela Eskişehir’de Şairler Derneği var, utanıyorum gideyim. Bir gün gözümü kararttım, çıktım. Baktım kapı kapalı, bir sevindim sevindim. Rahatladım. 

Adana’da şiir etkinliklerine katılır mıydınız?

Siyasi hadiseler çok yoğun o zaman. İhtilale giden süreç, Adana çok karışık. Ben üniversite yıllarında Hisar, Töre dergilerini takip ederdim. Şiire olan ilgimi bu dergiler daha da artırdı. Abdurrahim Karakoç, Yavuz Bülent Bakiler, Bahattin Karakoç, Hayati Baki, Ahmet Tevfik Ozan, İlhan Geçer, Gültekin Samanoğlu, Mustafa Necati Karaer isimlerini o yıllardan bilirim. Sonrasında birçoğuyla tanış olduk, dost olduk, ilişkilerimiz hep sürdü. 

Türkü söyleyenlere dair de bu ifadeyi kullandınız, bu dostluklar nasıl oluştu?

İnsanın elinde çekiç varsa, her şey çivi gibi görünürmüş. Sen onları seviyorsun ya, onlar seni buluyor, ya da sen onları buluyorsun. İsmet Atlı ağabeyimiz vardı, dünya şampiyonu güreşçi aynı zamanda şair. Dünyaca ünlü yenilmez güreşçi İranlı Tahti’yi yenince, İran’da üç gün yas ilan edildi. Şah dönemi, Tahti’nin heykelinin üstünü kapattılar. 1998 yılında Adana’da o güreşle ilgili bir yarışma düzenlendi. O yarışmaya şiir gönderdim. Şiir yazarken güreşin içindeki terimleri, şiirin içine koymaya çalıştım. Biraz Türkiye’nin şartlarını, kendimizi de anlatıyorum. Bir bölümü şöyle:

Kimimiz yün kazağız, kimimiz merserize,
İçimden geçenleri söyleyeceğim size,
Kimi bulgur kaynata, kimi ipe un dize.

Şimdi minderde değil piyanodadır tuşlar,
Eşek desen adama, eşip ekmeye başlar.

İsmet Atlı beni aradı. ‘Şiirin çok güzel ama yarışmaya sokmayacağım’ dedi. ‘Çünkü siyasi mesajlar var.’ Bana Eskişehirli Rasim Köroğlu’nu sordu, yarışmada Rasim birinci olmuştu. İsmet abi Rasim’i bana sorunca onu aradım, buldum, tanıştım ve sonrasında benim şiir maceram başladı. 1998’de yeniden şiire başlamış oldum. Rasim Köroğlu çok yönlü bir arkadaştı. Türkiye’deki tüm toplantılara katılırdı. Ankara’da fasıl vardı. Feyzi Halıcı şiir toplantıları yapardı. Hani şu ‘Günaydınım, Nar Çiçeğim, Sevdiğim’ şiirinin yazarı. Feyzi Halıcı hocamız da çok yönlü idi. Konya’daki aşıklar toplantılarını başlatan, Mevlevi törenlerine semahı sokan kişi. Bu toplantılara Rıza Akdemir, Abdullah Satoğlu, Nurettin Özdemir, Cemal Safi, Ahmet Ziya Şentürk derken 50’yi bulan kıymetli isim katılırdı. Eskişehir’den 5-6 kişi çıkıp gidiyorduk. Şiir okuyorum ama ağzım filan kuruyor. Ondan sonra şiiri bilen, anlayan adamlar aferin deyince faydası oluyor tabii. Gültekin Samanoğlu, İlhan Geçer, Ahmet Özdemir, onlar da oldu deyince işte eh artık, yazabiliyorum demek ki diye düşünmeye başlıyorsun. Yine Rasim Köroğlu aşık programları düzenlerdi. Erzurumlu Aşık Reyhani abiyle çok yakın tanışıklığım oldu. Sümmani’nin torunu var Hüseyin Sümmanoğlu, Cemal Divani, Murat Çobanoğlu, Mevlüt İhsani, Aşık Feymani var. Arkadaşlığımız, dostluğumuz. Abi kardeş ilişkilerimiz oldu.

Halayında, barında,
Dünyanın efkârında,
Fırat'ın kenarında,
Türküler bizi söyler.

Çocukluğunuzdaki gibi hayatınızda türkü-şiir birlikteliği devam ediyor. Birbirlerinden beslenerek şiiriniz oluşuyor sanırım…

Yani türküler tabi şiire de yansıyor. Kulak ve gönül dolgunluğu şiire yansıyor. Türküleri dinlerken hece ölçüsü kalıp oluyor. Yazmak daha kolay oluyor, biz oluyoruz, Türk milleti oluyor türkülerin içinde. Türk kültürünün motifleri oluyor. Okuduğun kitaplardan, duyduklarından, yaşadıklarından, dağ bayır geziyorsun gördüklerinden, onları da şiirlerin içine koymaya çalışıyorsun. Üniversitenin ardından 40 yaşına kadar yazmadım. Hep okudum, okudukça da birikti, şiirde kullandım. Şimdi bana televizyonu anlat desen anlatırım. Onu imal eden yerde çalışıyor olsam, üstüne çok başka şeyler koyarak anlatırım. Arada farklı şeyler yazmak lazım. Ara sıra dağlara çıkmak ve okumayı bırakmamak lazım.

Ne sıklıkla şiir yazarsınız, şiir kitaplarınıza bakacak olursak pek sık yazmıyorsunuz gibi..

Mevlana diyor ki, “Bir kabın içinde ne varsa, dışarıya o sızar”. Hülasa kabın dolması lazım. Zamanı gelince sıkılması lazım. Sıkılmış bir şeyi yeniden doldurmazsan sıkacağın bir şey kalmıyor. Bir nevi tekrara düşüyorsun. Onun için ben çok yazan şair değilim. Senede üç, beş şiir ancak olur. Onlara da bizim kültürümüzden bir şeyler koymaya çalışırım. 

Birçok şairden bahsettiniz, hepsinin de şiirinde öne çıkardığı temalar var, Mehmet Ali Kalkan şiirini tarif edin desek, neler söylersiniz?

“Ellerin yurdunda çiçek açarken/Bizim il'e kar geliyor gardaşım/Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?/Dar geliyor, dar geliyor gardaşım” diyordu Karakoç, Dilaver Cebeci ‘Türkiyem’ diyordu, henüz 80 milyonun söylemediği zamanlarda, bestelenmediği zamanlarda biz bunları şiir olarak biliyorduk ve bunlar bizi besliyordu. Yine Dilaver Cebeci ağabeyimiz,

Kalın ordu nerde olsa görülür.
Ülkülere birlik ile varılır.
Yoldaşlarımız, gök pusatlar darılır.
Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?

diyordu.

Kalın ordu, güçlü ordu demek. Kalının zıttı, ince, yufka. Yufka bizim yufka, biz yufkayı açmayız, biz onu yazarız. Yufka neyle yazılır okla, oklaç. Oklava, ok ağacı. Ok ağacından yapılır oklava. Ok mesela herkesin kendine göre bir oku var. Senin bir okun var, herkes bir oku olduğunu biliyor. Sen birine haber göndereceğin zaman, gönderiyor, okunu da veriyorsun. Mevlitleri, düğünleri okuruz mesela. Yani bizim kültürümüzün içinde bir şeyler var. Bahaeddin Ögel’in ‘Türk Kültürünün Gelişme Çağları’nı okuyorsun. Onu okuduğun, bunlara baktığın zaman bazı taşlar yerine oturuyor. Mesela biz çocuklarımıza ‘adam gibi adam ol da bizi ele güne mahcup etme’ diyoruz. ‘Ele güne’, bunun aslı ‘ile ve küne’. İl devlet, kün millet demek. ‘Bizi devlete millete mahcup etme, adam gibi adam ol’ diyoruz aslında. Demek istediğimiz o. Yani bizim üstümüzde tozlar var. O tozları kaldırırsak, binlerce yıllık bir geleneği taşıdığımızı göreceğiz. Ama biz onları bilmiyoruz. Okuduğunda bunları görmüş oluyorsun. Görünce şiirlere koyayım diyorsun. Benim yapmak istediğim bu. 

Şiirinizden bir örnekle açıklayabilir misiniz?

Gök aradık tuğlara 
Türk’ü yazdık çağlara
Aşk atını dağlara
Yıldırım’ca sürdük ya!

Mesela ilk dizede Oğuz Kağan destanına bir atıf var. Güneş tuğlarımız oldu. Gök aradık tuğlara derken kast etmek istediğim o. Dağlar bizim için çok önemli, Tanrı dağının en yükseğine Han Tanrı demişiz. Allahuekber dağlarımız var, halen birine bir şey inandırmak isterken. “Bak yukarıda Allah var” diyoruz. En yükseklerde yatırlarımız var. Mesela Cengizhan, en yüksek dağa çıkarmış dua ederken, Allah’a yakın olayım diye. Mesela biz mezarlarımızı dağ gibi yaparız. O bizim dağ kültürümüzle ilgili. Orhan Şaik Gökyay, bir şiirinde “Bu vatan toprağın kara bağrında/Sıradağlar gibi duranlarındır” diyor. ‘Aşk atını dağlara’ derken bunlar var. ‘Yıldırım’ca sürdük ya’. Yıldırım Beyazıt 15 yaşında Bursa Valisi olmuş, vücudunda 40’tan fazla yara varmış. Mercidabık’ta bir afat. Ne zaman, nerede olacağı bilinmezmiş. Mesela Niğbolu’da ‘Bre doğan, halin nicedür” diye bağırıyor. Okuyan anlar, anlamaz bilmem ama ben yazarken bunları içine koyuyorum. 

Dede Korkut şölenleri dolayısıyla Bayburt’tasınız, Dede Korkut şiirinizin neresinde? 

Dede Korkut her yerde. Boy boyluyor soyluyor. Saz çalıyor. Kopuz çalıyor. Dede Korkut'un sazı gönüllerimize kadar uzanıyor, uzanmaya da devam edecek. Dedem Korkut hikâyelerini okuyoruz, besleniyoruz.  Dede Korkut, Yunus, Nasrettin Hoca bizim şemsiyelerimiz. Onlar olmazsa Türk göğünün direkleri eksik kalır. Onlar Türklüğün ana direkleri. Mesela o bizim kopuz, Orta Asya’dan gelmiş, almış bizim ozanlarımız, aşıklarımız Ahmet Yesevi’nin hikmetlerini köy köy kasaba kasaba kopuz ile söylemişler. Televizyon, yok, radyo yok nasıl dağıtacaklar. Ali Akbaş , diyor ki: "Bağlama dediğin üç tel, bir tahta,/ Ne şaha baş eğmiş, ne taca tahta,/Tüm dersleri özetlemiş bir âh'ta/ Bozkırda naradır bizim türküler.." Türkülerin kaynağı Dede Korkut, geleneğimizi töremizi anlatan da Dede Korkut. Türk milletini anlatır Dede Korkut. Bu şenliklerde de gözledim, adam Dede Korkut’tan bahsederken ısrarla ‘milletimiz’ diyor, birileri korkuyor Türk milleti demekten… Dede Korkut Türk milletinin zamkı, birleştiricisi. Hikâyeleri okuyun, anlayın, geleneklerimizi, töremizi çoğaltmak, yaymak lazım. Yunus Emre yine aynı, bunlar bizim mayalarımız. Bunları kendimize de çocuklarımıza da anlatmıyoruz, anlatmamız lazım.

Kut’lu bildim muradımı 
Göğe vurdum kanadımı
Dedem Korkut’tan adımı
Soylanıp alışım ondan

Dede Korkut’un, Zihni’nin yurdu Bayburt’tasınız, Bayburt hakkındaki duygularınız dersek, neler söylersiniz? 

Bayburtlu Zihni, Celâli, Hicranî var. Mesela Şair Zihni denseydi Bayburt bu kadar bilinmezdi. Ama Bayburtlu Zihni. Bu çok güzel bir şey, şehirle özdeşleşmek. Bayburt’a 12 yıl önce gelmiştim. Bayburt misafirperver, içinden insan geçen, şiir, edebiyat geçen bir şehir. Aslında geliyorsun ve hepsi 5 dakikalık bir sahne alıyorsun. Bir kere de gelmişsin, gelmesen de olur fakat bazı yerlere itiraz edemezsin, Bayburt bunlardan biri. Bayburt olunca insanın hep gelesi oluyor. Kerkük, Erzurum ve Elazığ da böyle değerlendirdiğim şehirler. Bu yörelerin türkülerini çok severek dinlerim. Bazı şehirlerin içinden türkü filan geçmemiş. Buralar çok başka...”

Tanış olduğunuz Bayburtlular?

12 yıl önce Nahit İmaç'ı tanımıştık. O tanışıklık, dostane bir şekilde devam ediyor. Halil Soyuer Bayburtlu’ydu. Fırat Kızıltuğ var, tüm kitaplarını okudum. Yahya Akengin ağabeyimiz var, Baki Tosun var. Bu isimleri biliyorum. 

Mehmet Ali Kalkan hoca, inanılmaz bir hafıza. En az kendi yazdıklarını biliyor, en az kendi şiirlerinden okuyor. Söyleşide ezberden onlarca şiir ve dörtlük okudu. Türk edebiyatında sağ cenahtan bilmediği, tanımadığı, görüşmediği isim yok gibi. Hepsine dair çok kıymetli anıları var. Andre Gide'nin "Anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtamaktır" diye bir sözü var. Mehmet Ali Kalkan, bu anılarını kitaplaştırmazsa, bir dönemin yaşanmışlıkları yitip gidecek. Her ne kadar Mehmet Ali Hoca bu anılarını sosyal medyada yayınlıyor olsa da bir kısmını dinleyebildiğim bu anıların kitaplaştırılması lazım diye düşünüyorum. Onu tanımaktan onur duyduğumu belirtip, Şair Zihni Şiiri Şöleni'nde okuduğu bir şiiri ve Türk edebiyatında onun hakkında söylenenler ile bitirelim.

SONRA

İmtihansız dünya olmaz,
Kınama, başına gelir.
Güzeller hep güzel kalmaz,
Sonrasını… Allah bilir.

Giden durur, veren alır,
Arayanlar bir gün bulur,
Mevsimler arada kalır,
Sonrasını… Allah bilir.

Sözlerini dile dile, 
Az vazife düşsün dile,
Çal kapıyı ümit ile, 
Sonrasını… Allah bilir.

Başını eğ doğan güne,
Selam söyle dokuz yöne,
Aşık ol da döne döne,
Sonrasını… Allah bilir.

Dereye mi sığar gemi?
Ufuklara bırak gem’i, 
Al eline şu kalemi,
Sonrasını… Allah bilir.

Ateşin eritsin mumu,
Gözlülere atma kumu,
Yarınlara ek tohumu,
Sonrasını… Allah bilir.

Kervan yükle menzil alır,
Yürüdükçe yol kısalır,
Birkaç nesil adım kalır,
Sonrasını… Allah bilir.

Bağlısını bilir taşlar,
Göğüne sığınır kuşlar,
Efkârlı bir türkü başlar,
Sonrasını… Allah bilir.

Dolansa da şehir şehir,
Yatağında geze nehir,
Bu yazdığım en son şiir, 
Sonrasını… Allah bilir.

***

“Bu güne kadar, bir takım şiirleri -farklı zamanlarda- kırk defa okuduğum çok olmuştur. Ama bir şiir kitabının bütün şiirlerini, (hem de eksilmeyen, aksine çoğalan bir zevkle) arka arkaya üç defa okuduğumu bilmelisiniz. Mehmet Ali Kalkan'ın Gök Aradık Tuğlara isimli yeni şiir kitabından bahsediyorum.” Yavuz Bülent Bâkiler

“Eşyanın maddi değerleri milletin metafiziğini artırır; milletin metafiziği de maddi değerlerini aynı yönde fişekler; yani birbirlerini tetikleyerek ikisi at başı gider. Mehmet Ali Kalkan'ın şiirinde bunların hepsi var. Yazdıkları, sanatkârca, son derece özenilmiş, emek verilmiş, derin bir kültürün ürünü.” Mehmed Niyazi

“Mehmet Ali Kalkan, bugün sayıları bir elin parmakları kadar kalmış gerçek şairlerimizden biridir. O Yesi'de, Rey'de, Viyana ve Yemen'de ve illâ Anadolu'da yaşar, yaşadıklarını bize seslendirir.” Emine Işınsu

“Mehmet Ali Kalkan, şiirleri gözlerime yaş getiren kalemlerden biri. Arif Nihat Asya ile Yetik Ozan arasında bir yerlerden kopup gelmiş bir Horasan ereni.” İskender Öksüz

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.