İosif Abramovich Orbeli'nin Bayburt Kalesi notları

Ünlü tarihçi akademisyen İosif Abramovich Orbeli’nin kaleminden 1911 Bayburt gezisi...

İosif Abramovich Orbeli'nin Bayburt Kalesi notları
Bayburt Postası - St. Petersburg Üniversitesi’nde okuyan İosif Abramovich Orbeli, şarkiyatçılık alanında eğitimi sürdürdüğü 1911’de Osmanlı topraklarını da ziyaret etti... Trabzon’dan Van’a uzanan yolculuğu sırasında izlenimlerine Bayburt macerasını da katan Orbeli’nin şehirde dikkatini en çok Bayburt Kalesi çekti... Anadolu’nun -kimi kaynaklara göre bilinen, kimi kaynaklara göre bilinmeyen- geçmişinden kalan en önemli eserlerden birini anlattığı yazısında, Orbeli’nin Bayburt Kalesi ile ilgili kaleme aldığı tespitleri oldukça ilginç...

L. T. Guzalyan tarafından 1988'de Orbeli'nin anısına yayımlanan ve özetlenmiş haliyle dikkat çeken notları, St. Petersburg Üniversitesi’nden mezun olan Fatih Mehmet Ekşi de gündeme getirdi.
Fatih Mehmet Ekşi / Bayburt Postası
18’inci yüzyıldan itibaren batıda düzenli ve sistemli olarak doğuyu anlama, bilme çabası neticesinde üniversitelere bağlı fakülteler, enstitüler kurulmuştur. Şarkiyatçılık genel başlığında yapılan bu çalışmalar başlıca filoloji, tarih, folklor, dini, etnografya, coğrafya, sanat alanlarında kendini göstermiştir. Doğuya merak salan batılı bilim insanları doğu ülkelerini adeta açık laboratuar olarak kullanmış, sayısız araştırma ve tetkiklerde bulunmuşlardır.

Şarkiyatçılık alanında önemli bir yere sahip olan Rusya’da ise doğuya yönelik ilgi ve merak Avrupa devletleri kadar büyük olmuştur. Rus şarkiyatçılar daha öğrencilik yıllarında alanlarına göre Osmanlı, İran, Orta Asya ülkeleri, Çin, Hindistan gibi ülkelere staj amacıyla gönderilir, akademik hayatlarının devamında ise defalarca bu ülkeleri ziyaret eder ve böylece geniş bir bakış açısına sahip olurlardı.

St. Petersburg Üniversitesi’nde okuyan İosif Abramovich Orbeli, 1911’de öğrenim hayatı devam ettiği yıllarda Van’a giderken yol üzerinde Bayburt’a uğrayıp Bayburt Kalesi hakkında genel tespit yapmış ve burçlardaki kitabelerin fotoğraflarını çekmiştir. St. Petersburg’da büyük şarkiyatçı V.V. Bartold’a resimleri göstermiş fakat kalenin yapılışını anlatan kitabeler büyük şarkiyatçının ilgisini pek çekmemiştir.  İosif Abramovich Orbeli’de Bayburt kalesi hakkında hazırladığı bu raporu yayımlamamıştır.  Yıllar sonra fotoğrafları L. T. Guzalyan’a vermiş, L. T. Guzalyan’da kitabeler hakkında “Bayburt Kalesinin Yayımlanmamış Kitabeleri” adlı bir makaleyi 1956’da kaleme almıştır.

Aşağıda çevirisini yaptığımız İosif Abramovich Orbeli’ye ait el yazısından alınma; “Bayburt Kalesi” adlı çalışma L. T. Guzalyan tarafından 1988’de ilk defa yayımlanmıştır. Bu rapor ve fotoğrafların Bayburt Kalesi’nin 104 yıl önceki durumu hakkında bilgi vermesi açısından önemli bir yere sahiptir. 

İosif Abramovich Orbeli’nin kaleminden, 1911 Bayburt gezisi
Çeviri:  Fatih Mehmet Ekşi


*

St. Petersburg Üniversitesi’ni bitiren İosif Abramovich Orbeli, akademisyen N. Y. Marr’ın başkanlığını yaptığı kürsüde akademik hayatına devam etti. Türkiye’nin doğusunda, Van Gölü etrafında bulunan Ermeni ve Kürt dillerinin ağızlarına yönelik çalışmalar yapmak üzere 1911’de bölgeye gitti.

Trabzon’dan Erzurum’a giderken yol üzerinde küçük bir şehir olan Bayburt’ta gördüğü kale dikkatini çekti. Bu kale bazı özellikleriyle, öğrencilik yıllarında kazılarına katıldığı Ani kalesine çok benziyordu. Kale hakkında bazı tespitler yaptı. Dikkatli tetkiklerin neticesinde Bayburt kalesi burçlarındaki Arapça kitabelerin fotoğraflarını çekti ve genel bir tasvir ortaya çıkardı. 

İosif Abramovich Orbeli fotoğrafları St. Petersburg’ta akademisyen V. V. Bartold’a gösterdi. V. V. Bartold’un sadece burçların yapımı hakkında bilgi veren kitabelere önem vermediği fotoğrafların sonunda ise İosif Abramovich Orbeli’nin kendi el yazısı bulunuyor. Mevzu kitabeler tarafımdan 1956 yılında “Bizanskiy Vremennik”in  VIII. cildinde yayımlanan “Bayburt Kalesinin Yayımlanmamış Kitabeleri”  (306-330) adlı makalede anlatılmıştır. İosif Abramovich Orbeli’nin 100. doğum gününe atfen onun ilk çalışmalarından olan kalenin kısa raporunu ilk kez yayımlıyoruz… (L. T. Guzalyan)


*

29 Temmuz 1911’de Trabzon’dan Erzurum’a giderken yol üzerinde yerli halkın Bayburt veya Babert dediği küçük ve çamurlu olmasına rağmen güzel manzaraya sahip bir şehre uğramak zorunda kaldım. Bayburt isimli bu yerleşim yeri, küçük bir kasaba olmasına rağmen Trabzon – Van arasında (eğer Erzurum’u saymazsak) geniş pazar yeriyle ve birkaç kapalı çarşısıyla önemli bir merkez. Trabzon’dan Türkiye’nin doğu eyaletlerine götürülen bütün malların Bayburt üzerinden geçiyor olması şehrin zenginleşmesine katkı sağlıyor.

Bayburt’a mahsus olarak birkaç saat kaldım. Daha şehre girerken epeyce yüksek bir dağın üzerine taç gibi giydirilen yıkıntı halinde büyük bir kale dikkatimi çekti. Kaleye çıkıp gezmeye başladığımda görünüşünün birçok özelliğiyle bana Ani surlarını anımsatan bu yapıya ilgim daha da arttı.

Şehrin ana bölümü doğu yönünde, kalenin alt tarafına düşen Çoruh’un ikiye böldüğü yerde kurulu. Nehir burada yavaş ve sakin akıyor. Yalnız, Bayburt’un bir mahallesi, kalenin üzerinde yükselen dağın diğer açık yamaçlarına yerleşmiş. Dağın tepesinde bulunan kayalıklardan kolayca geçilebilmesine rağmen tırmanışın zor olduğu sur önlerinde öyle dar yerler var ki dönebilme ve hareket kabiliyeti azalıyor. Bu, surlara saldırı yapanları doğal olarak zorlayan bir durum olduğu için duvarların dış görünüşleri kolayca koruna gelmiş. Bu olumsuzluk ve büyük zorluklara rağmen surlardaki yazıtların fotoğraflarını çekmeyi başardım. Kitabelerin uzaklık mesafesini ayarlama esnasında makineyi kayalıklardan düşürmeden çekmemde ve yere tutturmada, Varzahan köyünde mola esnasında tanıştığım ve Erzurum’a kadar beraber gittiğimiz yol arkadaşım Erzurumlu sempatik ve genç tüccar Ervand Yagutyan’ın büyük katkısı vardır.

Ervand’ın bana söylediğine göre geçtiğimiz yüzyılın ortalarına kadar kale içerisinde yaşam vardı. Arkadaşlarından birinin doksan yaşındaki ninesi evlenene kadar yerleşim yeri olarak kullanılan bu kalede yaşamış. Yaşlı kadının hatırladığı kadarıyla o zamanlarda dağın yamaçlarına şehir daha kurulmamış. Ancak bu görüş şüpheli gibi görünüyor çünkü şehir yakın zamana kadar bu denli gelişemez.  Yaşlı kadın ya unutkanlık yaşadı ya da torunları ve dostları onu yanlış anladılar.

Kalenin Çoruh’a dönük arka tarafı ve şehre bakan kısmı diğer bölgelere oranla çok daha sarp, orta kısmında ise yaylanın içerisinde kalan bir tepeden ibaret. Kalenin iç alanı 910 metre civarlarında olmasına rağmen bu rakama bazı düzeltmeler yapılabilir.  Duvarların boylarını ölçmek için on metrelik mezura kullanmama rağmen kurdelede küçük açıklıklar kaldı. 910 metrelik mesafe, kalenin merkez suru ile tamamlayıcı dış duvarlar arası değil. Zira bunların mesafesi Ani surlarının ki gibi hatta daha da uzak. Buranın kapısı Ani kapısı gibi aralıksız daire şeklinde değil. Dış duvarlar kaleyi sadece şehir tarafına bakan yerde,  kuzey-batı yönünde ve bazı noktalarda koruyor. Bu duvarların ilginç bir özelliği de arka taraflarının tamamen doldurulmuş olması. Öyle izlenim veriyor ki buralar sanki yapılış aşamasında oluşturulmuş. Surlar üzerindeki siperler dışında, arka tarafın kasıtlı doldurulması savunma amaçlı olabilir.

Bunun dışında ikinci sırada,  ana hattan ayrılan dağın yamaçlarındaki kayalıklardan aşağıya doğru inen başka surlarda var.  Görüldüğü üzere ikisi Çoruh’a bakan yerde biri ise arka tarafta olmak üzere üç tane böyle sur var.  Bütün bu surlar burçları tamamlayıcı nitelikte olup ana surlar kadar güçlü değiller. Sol tarafta şehre bakan iki duvardan bir duvar daha ayrılıyor ve ana surlarla beraber eşmerkezli olarak uzanıyor. Bütün bu ikinci sıradaki surların ve dağın üstünden aşağıya doğru süzülen duvarların ana surlarla aralarında bir benzerlik bulunmuyor. Ayrıca görünüş, örme, kalınlık, yükseklik ve siperler bakımından gözle görünür biçimde daha kötü bir durumu muhafaza etmekteler. Bundan sonra onları gezmeyeceğim.

Kalenin ana duvarlarının görünüşleri ve örme işlemlerine bakılırsa hepsi bir döneme ait değil, öyle ki birbirinden çok farklı olan bu taşlar arasında uzun devirler olduğu anlaşılıyor. Taşlar üzerinde yenileme ve kaplama çalışmaları açıkça görülüyor. Birçok yerde Ani Kalesindeki gibi birbirinden farkı kolayca ayırt edilebilen iki-üç kat kaplama yapılmış.  Ani kalesi surlarının ön yüzündeki taşlar gibi sıkıca örülerek arka tarafı siyah ön tarafı parlak görünen yeni bir duvar oluşturulma tekniği benzer katmanlaşma özelliğini taşıyor Burçlar etrafında sıralanan duvarlarda birbirleriyle uyumsuz, iç içe geçmiş bu kaplamaların duvarları ve burçları sağlamlaştırmak için ayrı dönemlerde yapıldığı daha ilk bakışta anlaşılıyor. Kalın duvarları yenileyenlerin, duvarların yükselişi konusunda pek özentili davranmadıkları açıkça görülebiliyor, en azından ben böyle bir hassasiyeti fark etmedim.

Bayburt’un surları değişik zamanlarda çok defa yenilenmesi ve iki kat kaplama yapılmasına rağmen Ani surlarından fark edilir derecede ince bir yapıya sahip. Bayburt kalesinin zapt olunmaz fevkalade yüksek bir yere yapılmasından dolayı koçbaşı ve mancınığa maruz kalma ihtimalinin düşük olması bunu sebebi olarak gösterilebilir. Ani kalesi ise daha açık bir alana yerleşmiş.  Öyle anlaşılıyor ki koçbaşının kullanılması gibi bir tehlike olmamış bile. Duvarların inşa aşamasında, bütün dönemlerde yapılan en iyi ve özellikli iş ahşap hatıllar olmuş. Deprem endişesinden dolayı yapılan bu ahşap hatıllar duvarların orta tabakalarına uzunlamasına yerleştirilmiş. Ahşap hatıllara seyrek ve küçükte olsa her yerde rastlanabiliyor. 

Uzunlamasına konulan ahşap hatıllar duvar aralarında birbirleriyle bağlantılı durumdalar. Hatıllar kalenin her yerinde düzenli olarak kullanılsaydı daha iyi olurdu. Bu ahşap hatıllar yapıya sağlamlık kazandırmada yardımcı olmuşlar. Uzunlamasına dizilen hatıllar bazı yerlerde tamamen çürümüş ve onlardan geriye uzunca boş bir yuva kalmış. Buraların kolay bir şekilde doldurulabilmesine rağmen gereken kalınlıkta doldurulmamış. Bu hatılların her biri duvarlara üst üste yerleştirilmiş, öyle geliyor ki bunların sayısı nicelik bakımından ikiyi üçü geçmez. İki katlı burçta olduğu gibi çok seyrek olarak dış kaplamada bunlara rastlanılıyor.

Bayburt’un burçları dış görünüş ve plan olarak Ani kalesine oranla çok daha çeşitlilik gösteriyor. Burada üç-dört çeşit orijinal burç var. Bayburt kalesini yapan daha doğrusu yapanlar burçları ve yapı genelini inşa ederken ortak bir karakter oluşturma kaygısı gütmemişler. Oysa burada çok güzel bir şekilde asimetrik tutku oluşturulabilirdi. Bazı yerlerde arazi şartlarına uymayan ve araziden bağımsız yapılan surlar acayip ve uygunsuz görüntü veriyor. Sade bir planla inşa edilen Bayburt burçları küçüklü büyüklü dikdörtgen şeklinde yapılmış kare görünümleriyle birbirlerine ve surlara birleştirilmiş.

Burçlar dar dikdörtgen şeklinde veya  geniş dikdörtgen görünümünde yapılmışlar.  Yine sık olarak rastlanan yarım daire şeklinde iki tip burç var.  Ön tarafa yarım daire şeklinde çıkıntısı olan bu burçlarda köşelere rastlanmıyor ve her iki yanından dikey ve paralel olarak duvarlar genişliyor. Kalenin kuzey-doğusunda şehrin arka tarafında kalan köşelere yerleşmiş çok kalın ve yaklaşık üç dört tane olan burçların görünümü ise tünel şeklinde. Çok orijinal iki burç ise şehre bakan tarafa yerleşmiş. Onlardan biri kare şeklinde yapılmış (diğer duvarlardan daha kısa) sağ köşesi keskin bir şekilde kesilmiş gibi görünüyor.

Burçların bu şekilde yapılmalarını yer sıkıntısı veya diğer koşullara bağlayamayız. Yan taraftaki diğer burç ise ön tarafa dikey bir şekilde çıkmasına rağmen, geniş açılı olarak üç tarafa değil de dört tarafa doğru bakış açısı var. Yine yan tarafta küçüklü büyüklü üçgen şeklinde burçlar da bulunuyor. Bu kadar çeşit burcun olma sebebini duvarlara payanda mahiyetinde görebiliriz.

Burçların içyapılarını nitelendirebilmek için kazı çalışması yapabilme imkânı dört kuleden başka yerde maalesef yok. Yapılış şekilleri buna imkân vermiyor. Görünüşe göre sadece iç kısma bakan taraflarda açıklık var. Şimdilerde baya yığılmış ve dolmuş olan burçların etrafında istenilen şekilde kazı çalışmaları yapılıp bazı tetkiklere ulaşıldığında Ani kalesiyle yakınlığı ve ilişkisi yönünde birçok sorunun cevabı ortaya çıkacaktır. Şehre bakan dört burcun içyapısına bakılabiliyor (kısmen de olsa) ki bunların üçü yan yana. İçlerinden en büyüğü dört köşeli, çok kalın ve kabaca örülmüş. Direk olarak Çoruh nehrinin üzerinde kurulu köprüye bakıyor. İçerisine kare biçiminde her köşesi 8.5 metre uzunluğunda bir oda bulunuyor. Oda içerisinde güneye bakan tarafta aşağı katıları görmek için kirişler arasına duvardan bir yer açılarak oluşturulan iki pencere bulunuyor. Hala korunmuş bu pencereler savaşçılar için ferah bir ortam sağlıyor.

Burçların içyapılarını nitelendirebilmek için kazı çalışması yapabilme imkânı dört kuleden başka yerde maalesef yok. Yapılış şekilleri buna imkân vermiyor. Görünüşe göre sadece iç kısma bakan taraflarda açıklık var. Şimdilerde baya yığılmış ve dolmuş olan burçların etrafında istenilen şekilde kazı çalışmaları yapılıp bazı tetkiklere ulaşıldığında Ani kalesiyle yakınlığı ve ilişkisi yönünde birçok sorunun cevabı ortaya çıkacaktır. Şehre bakan dört burcun içyapısına bakılabiliyor (kısmen de olsa) ki bunların üçü yan yana. İçlerinden en büyüğü dört köşeli, çok kalın ve kabaca örülmüş. Direk olarak Çoruh nehrinin üzerinde kurulu köprüye bakıyor. İçerisine kare biçiminde her köşesi 8.5 metre uzunluğunda bir oda bulunuyor.

Oda içerisinde güneye bakan tarafta aşağı katları görmek için duvardan bir yer açılarak kirişler arasına oluşturulan iki pencere bulunuyor. Geniş mazgal görünümünde olan bu pencereler iyi korunmuşlar. Hemen sol tarafta bulunan burçta şimdilerde iki katlı görünüyor, bir katında pencere yok, belli ki korunamamış ve üzeri yığılmış. Genişliği 5.4 metre, uzunluğu 7.2 metre ve yüksek bir tavana sahip. Kalan üst kat ise öyle bir izlenim veriyor ki sanki şehrin bütün yönlerini görür bir hali var. Yan duvara tonoz ve kiriş yardımıyla değil de ahşap hatıl yardımıyla duran üç büyük pencere yapılmış. Bu pencerelerden ikisi güney duvarına, biri ise kuzey duvarına yerleştirilmiş. Yan taraftaki burcun içerisinde, genişliği 3.5 metre, derinliği 2.5 metre olan büyük bir duvar var. Duvarın ortasında sonradan yapıldığı anlaşılan büyük bir pencere var. Ayrıca duvar üzerinde bulunan iki yuvarlak mazgal iyi bir şekilde korunmuş. Sol tarafta uçta bir tane daha burç var ki büyük ölçüleriyle ve kendine özgü döşemeleriyle dikkat çekiyor. Orta yerinden kenarlara doğru uzanan dört kemerle yapılmış, köşegen duvarlara sahip. Anlaşıldığı kadarıyla bu burç kapılardan birini oluşturuyordu. 

Burç ve surlar üzerindeki siperler dış görünüşe sağlamlık yönünden katkı sağlayamadıkları gibi iyi bir şekilde de korunamamışlar. Ana burçlardan sadece birinde üstelik yapıdan daha iyi korunmuş bir siper gördüm.  Bu siper görünüşüyle renkli Ani burçlarındaki örme şekilleriyle aynı özellikleri taşıyor. Siperler yapılışlarıyla duvarları tamamlayıcı unsurlar olmalarına rağmen her yerde izlerine rastlanıyor ama pekiyi halleri yok ve bana pek sağlam görünmediler.

Bayburt mazgalları gayet geniş bir şekilde yapılmış. Burada Ani kulelerindeki gibi ince uzun pencereler bulmak çok zor. Bayburt mazgalları pencereye o kadar benziyor ki bazen ayırt etmek bile çok güç. Daha öncede söylendiği üzere bunlara benzer iki büyük mazgal duvara sonradan yapılmış. Böyle ince deliklerden Bayburt kalesi duvarlarında o kadar fazla var ki onların mazgal mı yoksa gözlem deliği görevi yaptığını anlamak çok güç. Buna rağmen ikinci ihtimal daha kuvvetli gibi görünüyor.  

Bayburt kalesi duvarlarının örülme tarzı genel olarak Ani kalesinden büyük ölçüde farklı bir yapıya sahip. Kaplama taşlar, Ani kalesindeki gibi piramit şeklinde değil de birbirine daha yakın küp şeklinde dizilmiş.  Moloz taşları ise daha küçük ve düzensiz örülmesine rağmen güzel ve yoğun görünüşüyle Ani’den ayrılıyor. Harç için kullanılan kum iri taneli taşlarlardan elenmeden kullanılmış. Moloz taşlarının tarihi olduklarına dair bir kanıya varmadım öyle ki eski ev veya anıt yerlerin duvarlarından alınmışa benziyor. Duvar içlerinin hemen her yerinde kaplama yapılmasına rağmen kaba ve nahoş bir görüntü var. Taşlar iyi yontulmamış gelişigüzel kesilmiş ve çıplak bir şekilde örülmüş. Ancak duvarların bazı yerlerinde özenli bir şekilde yerleştirilmiş düz taşlara da rastlamak mümkün. Ancak bu taşlar çekiç yardımıyla düzlenmemişler, görünüşlerindeki düzlük kendilerinin doğal hali gibi görünüyor.

Surların dışa bakan kısımları çeşitli dönemlere göre ayrılıyor.  Duvarların küçük bir bölümü çok temiz ve düz bir şekilde yontulmuş taşlarla kaplanmış ve tıpkı Ani kalesinde ki gibi birbiri üzerine ustalıkla ve sıkıca örülmüş. Üstünlük ve düz taşların güzel bir şekilde örülme tarzı bakımından Ani duvarlarını andıran duvar en uçta sol köşede ki (şehirden bakanlara göre) şehre bakan burçta var.  Bu duvarda türüne az rastlanan çok fazla işaret ve sembol bulunuyor. Özellikle bu burcun alt kısımlarında ki taşların motifleri çok orijinal bir görünüme sahip.

Taşlar arasında harçlarda yoğun kireç kullanımından dolayı surların bazı yerleri kötü bir görünüme sahip. Burçlar ise harçsız bir şekilde örülmüş. Duvarların örülme yerlerinde, düzgün şekilde sıvanmayan ve taşların büyük bir bölümünü saklayan kirecin görüntüsü çok daha kötü bir durum sergiliyor. Hemen hemen ortalarda kalan, şehre doğru bakan iki büyük burçtaki taş örülme sistemi, “Bana” (Penek) kilisesine yapılan tamamlayıcı duvarlardan çok daha çirkin bir görünüme sahip. Değişik yerlerde görülen kaplamaların ve örme işlemlerinin farkları o kadar fazla ki hepsini bir döneme ait olarak nitelendirmek imkânsız. Onlar mutlaka farklı insanlar tarafından yapılmış.  

Duvarların yapımında genel olarak yumuşak koyu-sarı taşlar kullanılmış. Yumuşaklık ve genel görünüm olarak Ani duvarlarına benziyor olsa da buradakiler daha küçük parçalı taşlardan oluşuyor. Duvarlarda, özellikle moloz taşlarının aralarına konulmuş çakmak taşı görünümünde soluklaşmış pembeye benzeyen taş parçalarına surlarda genel olarak rastlanılmaktadır. Her yerde çok sayıda kendine özgün görünüşüyle aralarından bitki çıkmış gözenekli taşlar görünüyor. Bu taş aralarında bitkilerin kökleri kendilerine geniş ve büyük yuvalar yapmış. Böyle taşlar yumuşak olmalarına rağmen yapıldıklarında oldukça sertmişler. Son uçta şehre bakan sağ tarafta (şehirden bakanlara taraf) kalan burca yapım aşamasında sağlamlaştırma açısından kemer ve tonozlar geç dönemde yapılmış.

Bayburt’un duvarları süsleme yönünden Ani kalesi duvarları gibi pek zengin değil. Gözle görülen en ayırıcı özellik ise burada duvarlara dantel gibi örülen oyma haç şekillerinin olmaması. Süsleme işleminin yapıldığı taşları sadece, şehre bakan, sol tarafta kalan (şehirden bakanlara göre)  bir burçta gördüm. Burç duvar taşlarının üzerinde, duvarcılara ait çok sayıda işaret var.  Bu burç üzerinde yarım daire ve bir kısmı yıkılmış kare şeklinde siperler bulunuyor. Bunların yanı sıra bu burçta büyük kabartma harflerle yazılı Arapça bir kitabe yerleştirilmiş. Kitabe içersindeki yazı bir yöne doğru yazılmış bir satırdan oluşuyor. Yazının üstünde ve yanlarında çok kabarık ve belirgin olarak görünen çerçeve içerisinde ise nazik görünümlü sepet içersine ince işlenmiş çiçek motifi yer alıyor. Buna karşılık Bayburt duvarları küçük süslemeler açısından çok zengin. 

Duvarların bazı yerlerine çini tabak ve çanaklar oturtulmuş. Duvarların muhtelif yerlerinde çok sayıda çini yuvası var. En fazla çiniyi iki burçta gördüm. Üçgen şekilli olanında koyu mavi ve camgöbeği renginde üç adet vardı. Bu çiniler duvarlar için özel olarak yapılmamış, sıradan çini tabakların duvarları süslemek maksadıyla konulduğu görüşündeyim. Tabağın birinde gördüğüm desen Ani kalesi çanakları üzerindeki desene benziyordu. Yerli halkın söylediklerine göre çeşitli renklere boyanmış tabak ve çanaklar son zamanlara kadar büyük bir oranda korunuyormuş.  Ancak gelip geçen yolcu, gezgin ve yerli antikacıların dikkatini çekmiş ve tanesi birer liradan olmak üzere satılıyormuş. Yalnız, pazarda aramama rağmen bu tabaklardan bulamadım. 

Tabakların dışında, taşların üzerine kare oyuklara döşenmiş olarak dört köşeli çinilerde konulmuş. Ben sadece bir adet dört köşeli çini gördüm o da perişan halde duran mavi renkli bir çini idi. Oyukların hemen hepsi kare biçiminde, çiniler ya kare şeklinde ya da köşeli olarak konulmuş.  Oyukların genel olarak düz kare veya yatay kare şeklinde görünümleri var.

Platonun hemen ortasında yeterince yüksek kayalıkların üzerinde düz denilebilecek bir tepe var. Dış görünümü kırmızıya benzeyen yumrulu toprakla yükselen bu tepenin dağın diğer bölgelerinden hiçbir farkı yok. Tepe üzerinin tamamında çok iyi korunmuş taş bina yıkıntısı bulunuyor. Güney-doğu köşesi altında kuyuya benzer iki çukur var. Her ikisi de kaya içerisinde düzgün bir şekilde oyulmuş bu kuyulardan küçüğü, büyüğüne oranla biraz daha köşeli ve şekilsiz duruyor. İki kuyudan büyük olanı,  güney duvarının altında bulunuyor. Doğuya kalan tarafının çapı 3,4 metreye denk gelirken derinliği ise yaklaşık olarak 1,5 metre. Bu çukurun içerisi toprakla dolmuş olduğundan kazı çalışması yapılmadan buranın gerçek derinliğinin ne kadar olduğunu anlamak mümkün gibi görünmüyor.  İkinci kuyu ise doğuya doğru bakıyor, çapı 2 metre derinliği ise birincinin derinliğine yakın bir mesafede.

Bana rehberlik eden yol arkadaşım bu kuyuların daha derine, nehir kıyısına ve başka yerlere giden yer altı yolu başlangıç noktası olabileceğinin herkesçe kabul edilir bir şey olduğunu söyledi. Kuyular hakkında ki bu söylentiler yerli halk tarafından pek yaygın ve söylenegelmesi gayet tabii bir durum. Ama bir yer altı yolunun giriş kapsını dağın en yüksek yerine ve iki giriş ağızlı olarak yapmak pek akıl işi gibi görünmüyor. Çok sert kayalıklar üzerinde üç arşınlık yani ortalama 2 metre derinliğe inmek çok zahmetli bir iş olacağından geniş platonun daha yamaç yani yüksek olmayan yerlerinde yapılması daha mantıklı olurdu. Bunun dışında dağın hatırı sayılır yüksekliği ve toprağın sertliğine bakılırsa benzeri yürüyüş yollarının yapıldığı ihtimalini akla getiriyor. Bu iki kuyu- sarnıçların yağmur suları için yapılma ihtimali de var. Kayalıklardaki oldukça çok ve büyük yarıklar açıklanmaya çalışıldığında eski zamanlardan beri birbirlerini sıkıca kapattığı anlaşılıyor. Eğer onların çok derin olduğunu tasarlamazsak kaleye yetecek derecede su depolama havuzu olarak kullanıldığı gibi bir görüşte olabilir. Her ne olursa olsun bu kuyuların önemli bir görev üstlendikleri aşikâr.

Tepenin üzerine dışarıdan dikdörtgen şeklinde görünen, üstelik doğu tarafına doğru üç yarım kubbesi olan bir kilise yerleşmiş. Dış tarafa doğru küçük yarım daire şeklinde yuvarlak (yarım çemberden daha küçük) orta tarafı büyük olmak üzere beş kenar yüzden oluşuyor. Dış yüzeyinde bazı sıva izleri var. Duvarları, kale duvarları tarzında örülmüş. Örme tekniği o kadar kaba ve düzensiz ki diziliş sıraları bile düzgün değil. Burayı yapanlar bu düzensiz ve kaba görünümü beki de sıvayla kapatmayı tasarlamışlardı. Kilise içerisinde güney ve batı duvarlarına iki kapı yapılmış. Orta ve kuzey duvarlarının kalıntıları kilise içinde oldukça yüksek bir yığıntı oluşturmuş. 

Kilise içerisinde de düzgün bir dikdörtgen şekile rastlanıyor.  Uzunluğu 12,2 metre (kubbeyi saymazsak) genişliği ise 10,5 metre. Bu üç yarım kubbe içerisi de yarım daire biçiminde. Kubbenin büyük yarım ağzı 4,7 metre, derinliği ise 3,7 metre. Güney ağzı 2 metre, derinliği 1.6metre. Kuzey ağzı ise tümüyle yıkılmış. Kubbe derinliklerine pencere yerleştirilmiş. Bu yarım kubbeler 1,1 metre kalınlığındaki çıkıntılarla birbirlerinden ayrılıyorlar. Batı duvarında kapıya bakan kısımda küçük taşlarla örülmüş genişliği 0,6 metre, uzunluğu 2.25 olan güney ve kuzey duvarlarında iki sütun bulunuyor.

Güney duvarında kapıya bakan tarafta uzunlukları eşit olan doğu duvarına doğru 3,7 metre, batı duvarına doğru 3,2 metre uzunluğunda iki kolon daha var. Özellikle batı tarafında kalan bu gömme sütunlara ve karşısında ki doğu duvarlarının çıkıntıları arasındaki yarım kubbe ile güney duvarındaki yuvarlak tonoz kalıntılarına bakarak burada merkezi kubbe değil de üçgen şeklindeki üç çatılı bir bazilika olduğu ortaya çıkıyor. Kilisenin pilonlarını genişlik ve uzunluk açısından ele aldığımızda kubbenin ağırlığını kaldırabilmesi açısından daha kalın olması gerekirdi. Kilise içerisindeki yığıntı ve çöplere özenle bakmama rağmen pilon kalıntılarına benzeyen materyallere rastlamadım. Eğer kubbeyi tutan bu pilonlar kalın olsaydı kubbe daha iyi saklanırdı. Yığıntı içersinde de bu kalıntıların az olduğu kanısındayım.  Bu nedenle bana öyle geliyor ki bu bazilikada pilon yoktu. Yerel şartlara göre iki sıra halinde ince örülmüş iki kolon bulunuyordu ve onlarında orta yerdeki yığıntıda bir iz bulmak imkânsız.

Güney duvarı kalıntılarında ki tonoz ve güneye bakan kubbe (diğer iki kubbe yıkılmış) gözenekli hafif taşlardan yapılmışa benziyor. Kilise içerisindekilerin hepsi kireçlenmiş, solmuş ve kirli bir şekilde ufalanmış. Ana kubbe kalıntısında görünmesi zor bir resim parçası dikkatimi çekti. Belki de sadece bu kubbeye resim yapılmıştı çünkü başka hiçbir yerde boya izine rastlamadım.

Kale içerisinde bu kilise dışında dikkat çeken küçüklü büyüklü iki bina kalıntısı daha bulunuyor. Platonun kuzey-doğu köşesine uzanan kalenin doğu duvarları yanında uzun bir salonla döşenmiş. Yerin altında bulunan bu salonun tonozları da yerle bir seviyede. Bu yerleşkenin genişliği 4,85 metre, uzunluğu ise 19,9 metre olup çok yüksek bir tavana sahip. Duvar örgüsü gayet temiz ve kaliteli, alt tarafı ise sıradan yumuşak taştan yapılmış, tonozları ise gözenekli yapıya sahip.  Duvarın güçsüz kalıntıları arasında yükselen tonozlara bakılırsa bu bina iki katlı gibi görünüyor. Bina ve kale arasında enlemesine duvar duruyor. Buna benzer birincinin kuzeyinde kalan diğer binada ise ikinci kat olduğu açıkça görülmekte. Ani sarayının güney yarısında ki gibi buranın bir salonunda bulunan pencere ve kapılarının da su sarnıçlarına bağlanabilir özellikte olduğunu anlayabiliriz.

Kitabeler

Bayburt yazıtlarından biri, şehre bakan sol burça konulmuş. Bundan üstte bahsetmiştik. Diğer kitabeler ise daha sade bir yapıya sahip. Düz taş levha üzerine küçük harflerle yazılmış ve etraflarına sade oyma çerçeve yerleştirilmiş. Öyle anlaşılıyor ki bunlar yapım aşamasında buralara konulmuş.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Cuma ADIBEŞ 9 yıl önce

Güzel bir dosya, hazırlayan arkadaşa teşekkürler.