Dahilden gazel...

Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’nin her bölgesinde; seçilmiş bir önceki yerel yönetimin başlattığı çalışmalar, bir sonraki dönem için hep tartışma konusu olmuştur. Dünyanın her yerinde bu böyledir... Farklı olan ise her bölgenin bulunduğu konuma göre hassasiyetlerin değişik olmasıdır. Bayburt’un en önemli meselelerinden biri olan Çoruh Nehri üzerine yapılan çalışmalar da, bölgenin sahip olduğu konuma göre hassasiyeti değişik bir konu. 1970’li yıllardan beri Bayburt Belediyesi tarafından Çoruh havzası üzerinde bir takım çalışmalar yapılsa da, çalışmalara ilişkin eleştiriler hiç bitmiyor.

Dahilden gazel...

Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’nin her bölgesinde; seçilmiş bir önceki yerel yönetimin başlattığı çalışmalar, bir sonraki dönem için hep tartışma konusu olmuştur. Dünyanın her yerinde bu böyledir... Farklı olan ise her bölgenin bulunduğu konuma göre hassasiyetlerin değişik olmasıdır. Bayburt’un en önemli meselelerinden biri olan Çoruh Nehri üzerine yapılan çalışmalar da, bölgenin sahip olduğu konuma göre hassasiyeti değişik bir konu. 1970’li yıllardan beri Bayburt Belediyesi tarafından Çoruh havzası üzerinde bir takım çalışmalar yapılsa da, çalışmalara ilişkin eleştiriler hiç bitmiyor. 

2009 yılı içerisinde İkinci Rıhtım Caddesi üzerinde, yapımı tamamlanan istinat duvarı son zamanlarda en çok konuşulan konulardan biri oldu. Çalışmanın amacı, Çoruh Nehri kenarını terk edilmiş ve izbe görüntüsünden uzaklaştırmaktı. Fakat karşı görüş; Çoruh’un her iki yanının da yaşam alanı sunamamasından şikayetçi… Yapımından kısa bir süre sonra Bayburt’a bir ziyaret gerçekleştiren Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun da katıldığı söz konusu istinat duvarı ile ilgili tartışmalar devam edecek gibi gözüküyor.

Zaten her kesimden insanın buluştuğu ortak görüş, şehrin kaderini değiştiren ve geleceğini belirleyen projelerin daha çok tartışılmasından yana…

Ahmet Çağıldak'ın kaleminden...

Ahmet ÇağıldakBir şehrin planlama sorunlarının çözümü, tasarımı ve yapımı sadece dört yılda bir değişen yerel yönetimler ile resmi kurumların iradesine bırakıldığında, Çoruh Nehri örneğinde görülen mimari ve çevresel tahribat kaçınılmaz oluyor.

Çoruh Nehri’nin karşı kıyısının duvarla çevrilerek ıslah edilecek olmasına ilişkin haberi Bayburt Postası’nda okur okumaz eyvah demiştim, eskisinden daha kötü olacak… Ve oldu… Şimdi nehrin her iki kenarını dimdik çevreleyen duvarlar; doğru çözümden uzak olmanın yanında, insanı derinden yaralayacak kadar işlev ve güzellikten nasibini almadan bitirildi. Uygulama bu haliyle; bırakın Bayburt’u Bayburt yapan değerlere saygıyı, Yerel Yönetim Yasası’na göre nerdeyse suç bile sayılır. Nehrin yanlardan “terek” gibi iki duvar arasına hapsedilmesi, insanla suyun ilişkisini yok eden, akarsudan geleneksel yararlanmaya aykırı anlayışa da örnek gösterilse yeridir.

*

Bu duvar; yazacağım nedenlerle neresinden tutulsa elde kalan, sudan çok yönlü yararlanma anlayışını gözetmeyen, malzemeyi yanlış kullanan bir inşa garabeti. Savunulacak hiç bir yanı olmayan, tasarım endişesinden uzak, yanlış düşünülmacüş, kötü işçilikle örülmüş kısa ömürlü bir set. Hapishane duvarına benzer bu çözüm; sadece söz ettiğim yönleriyle sakat olsa insan sineye çekebilir ama sürüyle eksiğinin yanısıra sanki kasti olarak nehir kenarında bir yaşam alanı olmasın diye de uğraşılmış.

Eleştirel bakışımı sağlam temellere dayandırmak için bu tür işlerde gerekli değerlendirme eşiklerinden, karşı çıkışımın nedenlerini tek tek açıklayacağım. Ayrıca yapılan her şeyi eleştirmek kolaydır, önemli olan dacoğru model önermektir. Bu yüzden yazımın sonunda da aklı başında nehir ıslahının nasıl olması gerektiğini örneklerle anlatıp, göstereceğim. Bu işin sorumlusu ister kamu kurum ve kuruluşu ister yerel yönetim olsun, insanını denetleyen, vergi alan, karar veren, seçilmiş güç yada atanmış mekanizma; bu sorumluluktan kaçamaz.

Kent planlaması…

Her şeyden önce bir kent(*); coğrafi, mimari, ticari ve kültürel varlığıyla bir bütündür. Kent planlamasına göre bir yerleşim bölgesine yapılacak her müdahale atalarımızın bize emanet bıraktığı mücevhere değmek gibi duyarlılık taşımadıkça, giderek çekilmez bir yaşam alanına dönüşür. Biz gerekli duyarlılık ve algıyı taşımadığımız zamanda; çocuklarımıza, torunlarımıza felaket sorunlar bırakırız. Çoruh Nehri, Bayburt için belki Kale’den bile önceliği olan, çok yönlü değerler taşıyan, hayati ve kültürel bir miras. Ne yazık 70’li yıllardan günümüze kadar bilinçsiz müdahaleler bu doğal mirası inanılmaz tahrip etti. İnanın kaderine bırakılsa bu kadarı olmazdı. Bir şehrin de dokunulmazları vardır.

Çoruh, Kale, eski camiler, türbeler, saat kulesi, çeşmeler, acımasızca ortadan kaldırılan üç ilkokul, sivil mimari örnekleri, anıtsal ağaçlar, şehre girişteki karakteristik kütlesel yüzey dokuları bunlardandır. Bunlara dokunulacaksa çok yönlü düşünülüp öyle planlanması ve özenle uygulanması gerekir. Bu değerleri yok etmeden de modern, yeni, çağdaş bir şehir(*) var edilebilirdi. Bayburt’un meydan odaklı canlı yaşam merkezi, görünmez bir koruma duvarıyla ve görünür bir çevre yolu yapımıyla korunabilirdi. Ulaşım ağı Erzurum-Trabzon aksında, eski kenti çevreleyerek şimdikinin çok daha dışından geçebilirdi. Şehrin kalbi; her biri ayrı telden çalan disiplinsiz yapılarla hırpalanmadan; sağlıklı, rahat ve belki bir iki yolu trafikten arındırılmış olarak huzur saçardı. Yüksek yeni binalar şehrin dışına, belirli alanlara sürgün edilebilirdi. Çoruh ise bu dokunun içinde, akış yatağı Cumhuriyet Caddesi yönüne dokunulmadan istimlak ile biraz daha genişletilip derinleştirilmiş, yeşil yaşam mekânları düzenlenmiş olarak temizlik ve huzur dağıtabilirdi. Fakat tren kaçtı… Yenisi; artık bilinçli yeni kuşaklara ve onların kökten değişime açık seçimlerine kalmış. 

Çoruh Nehri’nin karşı kıyısının duvarla çevrilmesi…

Mimari tasarım açısından bu kadar itibarlı ve önemli bir proje; yaşamı boyunca çok az mimarın önüne gelir. Eğer bu tasarım bir mimarın elinden geçmişse hayatının fırsatını kaçırmış demektir. Çünkü sorunu; sadece taşmalara karşı akarsuyu iki duvar arasına hapsederek çözmeye indirgemiş... Hoş, çok olağanüstü bir durumda suyun bu duvarları aşmayacağının da garantisi yoktur. Eğer en büyük sorun su taşmasını önlemekse o zaman nehrin yatağı derinleştirilir ve istimlak ile genişletilir. Yerel yönetimin yaptırım gücü de kimseyi mağdur etmeden asıl böyle şeyler için vardır. Oysa Bayburt’ta, ne bir akarsuyun şehir yaşamındaki önemi düşünülmüş, ne doğaya ve ne de geçmişe saygı gözetilmiş. İnsanların farklı kademelerde suya ulaşımı, taraçalı yaşam alanları ve görsel etki ise hiç umursanmamış. Tasarımcı sıradan su kanalı yapımı dışında herhangi bir estetik kaygı taşımamış. Malzemenin kalitesine ve detaylara değer vermemiş.

İnşaatın temel kazısını ve sağlamlığını bilmiyorum… Bu konuda görüş bildirmeyeceğim zaten… Beton temele oturtulan duvarın sağlamlığını seller ve zaman gösterecek. Basmakalıp çözüm yollarını takip eden yine bir başka basmakalıp inşa anlayışının ortaya çıkardığı olumsuz sonuçları üzerinde duracağım. Çünkü ben ve benim gibi düşünen herkese göre sıkıntı; inşaatın estetik ve kalite anlayışından yoksun oluşudur… Kalite ve estetik halkasından yoksun bir silsilenin sadece sağlam olmasının hiçbir anlamı yoktur… Hatta faydası da yoktur. Mutlak görüyorsunuzdur, bu topraklarda yaşamış her kültürün bıraktığı köprüler doğal bir afette ayakta kalır, beş on yıl önce yapılmış olan köprüleri, setleri ise sel alıp götürür. 

Bir başka konu işçilik… Duvarın işçilik seviyesine bakarak, “Hani nerde Bayburt’umuzun o anlı şanlı taş ustaları” demekten kendimi alamıyorum. Derzli bir taş duvar böyle mi örülür? O taşların boyutu ne öyle, biraz daha uğraşılsa -yöremize has bir tabirle- nerdeyse “hıbardan” örülecekmiş! Ayrıca bu işi maharetli ellere teslim etmek gerçekten çok mu zor? Hiç sanmıyorum… Bu noktada bir anımı anlatmak istiyorum… Şubat ayında Ankara’ya gitmiştim, bir kaç saatim boştu, Etnografya Müzesi’ne gittim. Gezdim çıkıyorum, bir usta üç beş yardımcısıyla bu erken cumhuriyet dönemi binasının bahçe duvarlarını ve döşemesini yeniliyor. Taşı tutuşu ve işini yapma şekli dikkatimi çekti, birbirimize ilgi ile baktık. “Kolay gelsin” dedim, birden taş çeşitlerinden, ustalıktan falan konuşmaya başladık. Bu saygıdeğer, kıymetli usta, bizim Garaver (Tepetarla) köyündenmiş. Şingah’lı eski komşularım olan taş ustalarından, örme biçimlerinden falan sohbet ettik. Ayrılırken o zayıf, nasırlı ve usta elini gururla, saygıyla sıktım. İşte benim tesadüfen tanıdığım bu değerli ustamız gibi bir çoklarından faydalanamamak inanılır gibi değil!

Malzeme kullanımına gelince Bayburt’ta taşa kıran mı girmiş. Hani üstüne o kadar konuştuğumuz Sarı taş, Beyaz taş ve Karataş çeşitleri ve hele Çakmaktaşı dediğimiz eskiden Cırnık’tan ve Sankot köyünden çıkan o güzelim sarı taşlar. Atalarımız, işin ustaları yada elin beğenmediğimiz ülkeleri bir nehir kenarını taşla ördüğünde mümkün olduğu kadar taşları büyük tutar. Gerçi onlar da haklılar… Çünkü, İstanbul’da Alibeyköy deresi bile böyle ıslah edilmişse, Bayburt tabiriyle “Tayuh kakar böcügi, gahar öğrenür cücügi” demekten kendimi alamıyorum.

Yaşam alanı tasarımı…

Beni en çok öfkelendiren ve bu yazıyı yazmama neden olan asıl konu bu. Allah aşkına hiç mi kimse demedi “Yahu bu Çoruh’un kıyısı çok değil bundan 35-40 sene önce Cumhuriyet Oteli, Belediye Oteli, Çoruh Lokantası ve subay Mahfili yanındaki küçük oturma alanları inanılmaz güzel kokulu pembe güllerle doluydu”. Oralarda tahta masalar ve sandalyelerde insanlar oturur, Çoruh’un o dinlendirici müziğini dinler, güllerin kokusuyla mest olurdu. Bugün katliamdan kaçıp, Şehit Nusret Parkı’na sığınmış çekicilik o vakitler çok yerde vardı. Ve çarşı içi hariç hemen her yerden nehre girilirdi. Peki o vahadan bu çöle nasıl gelindi. Bu nasıl bir körleşme sürecidir? Ey bu şehrin hala inandığım aklı selim, zevk sahibi gerçek sahipleri nerdesiniz?

Porsuk NehriSon yıllarda nehirleri iki yandan dimdik duvarlarla ıslah etme sevdası, bu sulama kanalı inşa anlayışını moda yaptı. Gerçi bırakın nehirleri, artık su kanallarının yapımı bile yaşanan üzücü olaylardan sonra, daha doğru biçimlere yöneldi. Sonra bu duvarda hiç mi küçük dönüşler, kademeler, belirli aralarla su seviyesine inen dar yada geniş merdivenler olmaz? Çözüm anlayışındaki bu tür acemilikleri, malzemeyle işçilik gibi temel konulardaki olmazsa olmazları bir yana bıraksak bile bu duvar; insanla ve çevreyle ilişki açısından da doğru bir görev üstlenmiyor. Çünkü insanı dışlayan, çevreyi umursamayan, yeşili önemsemeyen bir çözüm anlayışını; doğru olarak kabul etmek mümkün değil. 

“Biçim özün aynasıdır”

Bu kadar yetersiz düşünülmüş bir yapının ancak bu kadar çirkin bir görüntüsü olur. Neresinden baksanız estetik açıdan bir zevksizlik örneği. Dışardan serinkanlı bir biçimde, bu basmakalıp örülmüş istinat duvarına bakınca; iyi olanı algılamadaki eşiğin böylesi düşüklüğüne içerlemekten başka elden bir şey gelmiyor. Hadi diyelim yaptırım gücü bunu iyilik olsun diye iyi niyetle yapıyor ama bu şehirde sağduyulu hiç mi muhalif bir ses yok, hiç mi izan, insaf, estetik birikim taşıyan, sesini yükseltecek kimse yok?

Filtre edilmemiş aklın doğru örneklerden faydalanmadan yada uluslararası birikimde bir uzmana danışmadan, mühendislik kafasıyla sıradan bir ihale işi gibi algılayıp inşa ettiği bu duvara layık mı bu memleket?

Seyhan Nehri'ne bir bakış...Seçilmiş güç olmak hep böyle başına buyruk, kararlı, ben yaptım oldu tavırlı ve içi boş bir yaptırım özgüveni mi gerektirir? Sanırım şimdiye kadar görev yapan yerel yönetimler nehir ıslahı diyince hep böyle 3 metre yüksekliğinde dümdüz duvarlar anlıyorlar. Sorgulamayan, araştırmayan, örneklemeyen ve en önemlisi halkın katılımından sebeplenmeyen bir irade yaptığında bu kadar oluyor ne yazık. Elbet genel siyasetin destek ve icazeti, Bayburtlunun pasif onayıyla sürdürülen bu mimari vahşet, itirazsız yürütülüyor. Beni asıl şaşırtansa bu inşa katliamına karşı tepkisiz şehrin gerçek sahipleri.

Görmüş geçirmiş, eskiyi bilen, geleceği takip eden; eğitimli, eğitimsiz, geçmişe ve doğaya saygılı, nitelikli esnaf, memur, iş adamı o kadar kişi nerede? Sanırım Bayburt’ta görünmez bir tür “şehir baskısı” tepkisel karşı çıkma kültürünün boy vermesine fırsat vermiyor. Resmi kararlara karşı akıl dilini oluşturmamış, kendini doğrudan ilgilendiren işleri aralarında tartışmamış ve en önemlisi şehircilik tasarımı demokratikleşmemiş bir toplum olmuş çıkmış. Bayburt bu yönüyle tam bir malul. Bunun elbet toplumsal, parasal ve “ulu emre itaat” kültüründen kaynaklanan eğitim odaklı nedenleri var. Buna bir de kıstırılmış, sindirilmiş, benim keskin zekalı, çalışkan, dürüst hemşerilerimin “başıma dert almayayım” düşüncesi ile tepkilerini bastırma anlayışı eklenince olanlar olmuş.

Ya köprü?

Korgan Köprüsü, asırlara meydan okuyor...Köprü; sadece üzerinden geçilen, en küçük bir yarına yadigar duygusu ve tasarım endişesi taşımayan, ham demirden insanı korkutan korkuluklu, ufalanan bir beton gövde mi? Yıllarca şehri bir yandan bir yana taşıyacak bu köprü bir yüklenici, bir inşaat kalfası ve yerel yönetimin onayıyla mı yapılmalı? Hani hep ecdadımızla övünürüz ya! Biz ki Osmanlı, Beylikler, Selçuklu, Bizans, Roma, ve daha eski medeniyet miraslarının sahibiyiz. Bu kadar mıdır elimizden, aklımızdan gelen? Venedik’te abartısız binlerce köprüden her biri dayanıklılık, güzellik, işlev abidesi. Floransa’da, Frankfurt’ta öyle. Aslında o kadar uzaklara gitmeye gerekte yok. Artvin, Borçka, Hemşin yada Anadolu’nun herhangi bir yerinde gözünüze çarpan sapasağlam köprüler kanıttır buna.

Saygıdeğer bir hemşehrim Bayburt Postası’nda yazdı. Eskişehir’e yaptığı bir iş gezisinden çok etkilenmiş. O daha çok köprüleri beğenmiş. Gerçektende Porsuk üzerindeki köprüler hoş, güzel, ferahlatıcı ama orda da nehrin ıslahında Çoruh’la benzer sorunlar var. Olay sadece köprü olsaydı elbet abartısız onlarca birbirinden güzel köprüler önerirdik. Ama köprü sorunun sadece bir parçası. Şimdi sakın denmesin “maliyet” diye. Maliyet ne yazık ki, çok az farkla aynı. Konu yazının başından beri yazdığım sorunlar. Burada önemli olan sadece tercih, niyet ve arkasında durulacak doğru fikir. Burada söz konusu olan durum sadece “işi ehline teslim etmek.” Ve en önemlisi iktidar dönemine yetişsin diye yalap şap iş görmemek. Daha da  önemlisi Bayburtluyu işin içine çekip bilgi ve istek alışverişiyle bir tür toplum anlayışı ile iletişime geçmemek. Yıllardır; kötü, yanlış, çirkin, gelgeç basmakalıp, dayatmayla beğeni eşikleri aşağılara çekilen benim değerli hemşehrilerim, her şeyin iyisini onlara anlatınca; tanıyıp sahip çıkacak çaptadırlar. Yeter ki onların geleceğini doğrudan etkileyecek işlerde ufuk açıcı fırsat verilsin, işler ham halat bir beğeni düzeyi ile yapılmasın, inşaatçı mantığıyla imar anlayışı kabul görmesin.

Rüya bir şehir, VicenzaBaşka memleketlerde doğru çözümleri görme imkanım oldu. Bükreş’te Tuna’nın bir kolu, Viçenza’da Po’nun bir kolu, Paris’te Seine, Berlin’de Havel nehirleri gibi inanılmaz güzellikteki örneklerdi bunlar. Bayburt’un sahip olduğu doğal güzellik; örneğini verdiğim Avrupa şehirlerinin sahip olduğu doğal güzelliklerle eş değerde… Bu doğal güzellikler doğru projelerle desteklenmiş olsaydı, sanırım şehircilik anlamında Bayburt da örnek gösterilen şehirlerden biri olabilirdi. Gençliğimden bugüne taşıdığım Çoruh kaynaklı akarsu aşkımdan dolayı minik bir dere bile beni çeker. Bu nehirlerin ise ne sesini ne renklerini Çoruh gibi sevmediğim halde her birinin çevre düzeni beni büyüledi. Sakın şimdi birisi çıkıp “O para olsa biz daha kralını yaparız” demesin.

Çoruh’un istinat duvarına ayrılan paranın biraz fazlasıyla o güzellikte bir yaşam alanı yapılabilir. Suyun başını tutan resmi kurumlar, yerel yönetimler söz konusu bu nehirlerin ıslahı, akıl odaklı olarak tasarlanan ülkelerde nasıl çözülmüş bilmiyorlar mı? Halbuki hepsi sık sık yurt dışına gidiyorlar ama gözleri var, görmüyorlar sanırım!

Aslında bu düzey bugünün işi değil, 70’lerin başında Bayburt’ta ismini herkesin bildiği yerel yönetimin tepesindekilerce Goruğ'un katliamıyla başlatılmış bir sürecin günümüzdeki uzantısıdır. Önceleri 30’larda panayır sonra herfene ve toplumsallaşma alanı olan yerin, bugün vardığı sonuç; sanayi çarşısı veya çeşitli yerleşim mekânları. O vakit ilk ağaca ilk balta indiğinde şehirde var olan bilinçli ve örgütlü şehrin gerçek sahibi aklıselim sesini yükseltseydi iş buralara gelmezdi. Şimdi ne o yadigarı sahiplenme duygusu ne de muhalif bir ses gücü var. Bin bir emek ve özveri ile büyütülen Kale eteğindeki çok yönlü yararları olan fidanlığın, sebep ne olursa olsun yok edilmesi de öyle (Rahmetli Abbas Cilara’nın kemikleri sızlıyordur). Ve en önemlisi üç katı geçmeyen binalarıyla canlı ama sakin, sımsıcak ama serin bir rüyanın kasabasıydı Bayburt. Ören olmuş evleri bile yerel bir tasarım geleneğinin o damıtılmış zevkini ve coğrafyaya uygunluğunu yansıtırdı.

Sonra işte, herkesin bildiği gelişmişlik!

Saray Bahçesi’ne yapılan ve Kale ile rekabet eden şu on katlı cüsse! Şehrin dışında yirmi katlı yapılar için yer mi yoktu? İlk seri katliamlara bilinçli bir karşı çıkış olsaydı, Bayburt şimdi herkesin gıpta ile söz ettiği bambaşka bir şehirdi. Vaktiyle doğru dürüst birikimi olan bir şehir planlamacısı danışman tutulsaydı ve en önemlisi hemşehrilerim şehirlerini cansiperane savunsaydı daha sonraki vahşetlere kimse cesaret edemezdi.

Benim çocukluğumun Bayburt’u sarı, boz rengi, parke yolları, insani ölçekte binaları olan bir rüya şehirdi. Çoruh; kıyısında çimenler için Bahçelerbaşı dediğimiz yerde başlayan, Taşköprü, Bentköprü, ve Kaleardı’nda Yıkık Köprü’de hatta Un Pavlukası’nda biten temiz bir akarsuydu. Bu yanmışlığım klasik bir geçmişe özlem yada ağıt yakma değil sadece gerçekleri hatırlatma. Bu öyle herkesin körü körüne tutulduğu romantik eskiye hasret duygusuyla hayıflanma da değil. Yıllar sonra sıla hasretiyle memleket hatıralarına sarılmanın çaresizliği hiç değil. Bu yazdıklarım kadir kıymet bilmeyenlerin elinde zayi edilmiş, geri getirilmesi çok zor bir mücevherin kaderinin, kederli isyanı. Bir doğal ve kültürel varlığın katledilişine kızgınlıktır. Bu vahşete sessizlikleriyle yandaş olup, destek veren hemşehrilerime gönül koymamdır. Bu yüzden Bayburt’a her gelişimde tahribatı biraz daha pervasız, zevksizlik erozyonunu biraz daha cesaret toplamış görüp bir tür bastırılamaz öfkeyle geri dönüyorum. Dedelerimizin, babalarımızın bize emaneti olan sarı, ala, boz şehri yok ettiler. Bu şehri; kültür, turizm, iç ticaret, yerel sanat ve zevk bilgisinin yayıldığı odak noktasından uzaklaştırdılar. Bayburt' um bir Beypazarı bir Safranbolu’dan daha görkemli ışık saçabilirdi. Yazık… Hep dediğimiz gibi sahipsiz memleket.

Milli servet parça parça elden gidiyor!

Bir kentin şehircilik yapılanması ile işlevsel ve estetik olmasının temel belirleyicileri yerel yönetimlerdir. Onların bu işteki büyük vebal ve günahı onlara yeter. Bu işler mühendislik anlayışı ve inşaatçı kafasıyla çözümler üreterek asla doğru dürüst sonuca varamaz. Çünkü kentin bu yönlü ihtiyaç sorunlarına çok boyutlu ve yoğun birikimli tasarım cevapları gereklidir.

Çoruh Nehri'nin, yaralı sağ ve sol yanıKöklerini iklimden, tecrübeden, yerel malzemeden ve en önemlisi geleneksel şehircilik anlayışından alan algı buna kolayca cevap bulabilirdi. Ama ne yazık cılız birikim, yanlış yapısal inşa anlayışı bugün neredeyse depreme eşdeğer bir felakete sebep oldu. Bayburt’a başka yerden sürgün edilmiş yeni binalar dikilirken bayındır oluyoruz zannediliyor. Halbuki tarihsel ve doğal mirasın yok edilmesiyle kent tamamen kendi içine doğru çöküyor. Ve biz farkında değiliz. Kentin geleceği, şehrin insanını doğrudan ilgilendiren kararlar, demokratik olmayan şekilde, bilgi değerlerini umursamadan tamamen bürokratik ve hiyerarşi tercihlerle çözülüyor.

Kentsel tasarım, yaratıcı fikir, planlama ve yaptırım gücü ve de denetimin tamamı dört yıllığına seçilmiş yerel yönetimin elinde olunca; yaşam alanının görsel zenginliği yavaş yavaş fakirleşiyor. Diğer yandan kendine benzemeyen düşünce iklimi tırpanladığı için şehirden firar eden uzmanlaşmış akıl, engelleyebileceği bu sürecin dışında tutuluyor. Sonuç mu? Bütün iyi niyete rağmen sanki kente ve halka kasıt varmış gibi huzurlu yaşam alanları ve onun odağı olan nehir işte böyle kendi insanından uzaklaştırılıyor. Hadi bu olanlar İstanbul’da olsa bunun resmi siyaset ile henüz şehirli olamamış sakinlerinin umursamaz işbirliğinin sonucu olduğunu varsayarım ama benim sevgili hemşehrilerim en az beş göbektir Bayburtlular. Servetleri parça parça elden gidiyor umursamıyorlar!

“Boşuna feryat ettiğimin bilincindeyim”

Tarih; ondan aldığımız derslerle geleceği kurgulamaktır. Eğer gelecekte aklıselim, bilgi, görgü kazanacaksa şehir zenginleşecek, yoksa şimdiki karmaşık yapılanma bile mumla aranacak. Yolların asfaltlanması, bir iki yeni bina, basmakalıp ve uyduruk bir köprü yapımı modernleşme ve gelişme olarak sanılmaya devam edilecek. Aslında bunları boşuna yazdığımın bilincindeyim. Çünkü tam bir yanlışlıklar toplamı, eklektik uyumsuzluk örneği yapıyı, yerel yönetim binası olarak kullanan anlayış, böyle eleştirileri ya başarıyı kıskanmak yada hariçten gazel sayar. Oysa tam da yeri; Cumhuriyet İlkokulu gibi Bayburt’ta ki erken cumhuriyet döneminin en güzel resmi bina örneğini, okul yapılacak başka yer yokmuş gibi yenileyecek yerde katlettiler. Güzelim sarı taşlarını da gasp ederek o vahayı bir çöle döndüren zihniyet değişmeden, yetkin iş yapımı için eleştirileri dikkate alma anlayışı nasıl sağlanır ki? Sanki Şair Zihni İlkokulu’nun ikiz eski binası ile Kurtuluş İlköğretim Okulu’nun akıbetleri farklı mı olmuştu? Onların yerine alüminyumdan “tırhıç” kapılı, kışın buzdolabı, yazın fırın olan, cephe çözümü sıradan bile olamayan yeni okulları modern diye yutturmak ancak bilene danışmayan siyasi gücün yapabileceği bir iştir.

Şimdi bir şey yazacağım; tabi fincancı katırlarını ürküterek.

Bayburt’un o güzelim Saray Bahçesi, spor gösterileri yapılan, top ve cirit oynanan kamu malıydı. Orası kadirbilir bir yönetimce tasarlanıp, etrafa ağaçlar dikilip, kahve, pastane, hediyelik eşya satan, gelir getirecek yerlerin, oturulacak sıraların olduğu bir nefes alma alanı, bir buluşma mekânına dönüştürülebilirdi. Şehrin orta yerine 10 katlı, eski moda malzeme, iklimden uzak yalıtım ve yerel olana uymayan tasarımla, Kale ile rekabet eden öyle heyula bir bina olur mu? Şehrin dışına çık istersen 25 katlı yap. Bırakalım saygıyla yönetilen büyük merkezleri, küçük kasabalarda bile eski yerleşim odakları değer bilenler elinde bir mücevher gibi korunuyor.

Çok katlı gökdelenler kentin dışında yükseliyor. Şimdi bir de sahipsiz memleketimde Kale tarafından meydana bakın. Bakın ve görün; bir o narin saat kulesine, sarı kesme taştan Çarşı Camisi'ne, Ziraat Bankası'na, sol ve sağ yöndeki eski dokuyu taşıyan mimari geleneğin insaniliğine, sonra bir de soldaki beş katlı başka coğrafyanın dilini taşıyan yapıya, Saray Bahçesi'ne yapılmış on katlı kütleye ve en önemlisi yerel yönetimin 6 katlı, gecekondusuna! Ne denebilir ki? Elbet gelişmeye karşı olmak gibi aptalca bir sığlık değil amacım ama yıllardır bu şehri yönetenlerin, batı ülkelerinde bunu becerebilmiş sayısız şehri taklit etme becerileri bile olsaydı bu vahşet olmazdı. Doğruya yönelmiş, yenilik arayışında bir-iki iyi niyetli deneme de geçmiş ve gelenekle bağ kuramadığından bir tür ucubeye dönüşmüş. Bir kente yeni ihtiyaçlara göre yeni binalar yapmak illa eskiyi yıkarak, tarihi mirası yok ederek yapılmaz. Yine de bu kadar tahrip edilmesine rağmen iyi ki Saat Kulesi, Hükümet Konağı, Askeri Gazino, eski Kütüphane, bir iki türbe ve böğrü yaralı olsa da Kale; bu katliamdan şimdilik kurtulmuşlar.

Bir şehrin tasarlanması; bir hayatın tasarlanmasıdır!

Kentsel mimari dokuya saygısı olan büyük-küçük bütün yerleşimler tarihsel miraslarını korurlar. Yeni ihtiyaçlara göre yeni yerleşim alanları ve yönetim yapılarını bu değerli alanın dışına yerleştirirler. Köklerinden, geleneğinden kopmuş bilgi ve tecrübeye uzak, bir an önce yapıp parsayı toplama uğruna yozlaşmış yapı anlayışı ata yadigarını yağmalamaktan başka bir işe yaramaz.

Gelecekte şehir yapılanması ve planlanmasında tercih, değişimin yaratıcılık yönünde olmalı. Bu konuda Bayburtluyu suçlamak kolaycılık olur. Değerli hemşehrilerimin o kadar derdi, geçim sorunu varken, sağlık, eğitim, günlük dertler, toplumsal ve bireysel hayatın yükleri dururken kim bakar şehrin görseline. Yok eski binaymış, yok güzellikmiş, umurunda mı olur insanın! Zaten toplum 50’li yıllardan beri Amerikan, İngiliz kaynaklı yönlendirmelerle ne böyle kaygılar taşır ne de bunu bir sorun olarak görecek haldedir. Bu sorunun kökleri çok derinlerde ama ‘80 sonrası “haydi hoppa” kalkınıyoruz kör döğüşü esnasında tarihe, bilgiye, ecdada saygı ne varsa tümünün üzerinden silindir gibi geçildi. Bütün bu erozyon; o seviyenin sonuçlarından sadece biridir.

Halbuki Bayburtlu mimar, sanatçı, akademisyen onca nitelikli insan var. İlgili alanda eğitim almış olmasa da bu şehirde yaşayan hayatın derin imbiğinden geçmiş duyarlı yaşlı, genç, kadın, erkek onca hemşehrimiz varken bu sindirilmiş akıl bu çökertilmiş zevk niye? Aslında bu susturulmuşluk iyi fikrin uç vermesini engelleyen, bir tür Şehir Baskısı’nın sonucu. Ayrıca ve ne yazık kendisinden yana olduğu halde bilgi seçkinini toplumun geri kalanı pek sevmez. Halbuki çevresine saygılı ve koruyan, yenilikçi, toplumu ileri götüren hep azınlık olan bu bilgi seçkinidir. Toplumun algısı bu konuda şöyle; bir tarafta halka hizmet aşkı ile bağrı yanık, gelişmek için çırpınan, kendine hem benzeyen hem benzemeyen siyasetçiler, yerel yöneticiler, onlara servis sunan iş adamları; diğer yanda bilim ve sanat aşkına bunlara karşı çıkan tuzu kuru kültürlüler, nitelikli akademisyenler, her atılıma taş koyan muhalif iş bilmez aydınlar. Halbuki orta yerde olup duran şu; bilgiye sahip kişilerle, bilgiye sahip olandan korkan kişiler. Yani yanlış yapanlarla onlara yanlış yaptıklarını söyleyenler.

Mimari kültürü bilmeyen, coğrafyayı unutmuş, sahte değer taşıyan, doğal çevre ve insanla ilişki kuramayan bütün uygulamalar, toplum bilinci geliştikçe lanetle tarihin çöplüğüne atılacaklar.

Kayıp, Çoruh NehriKalıcı değer, doğru işlev taşıyan yapılar ise geleceğe ışık tutacak. Ama burada söz konusu olan şehrin kalesinden bile milyonlarca yıl eski bir sembol olan mirasın katli ise orda acımasızca eleştiri oklarını hemen hedefe göndermek gerekir. Belki mimar, mühendis ve karar verici ile bu işten para kazanan herkesin bu günahta ortak vebali var. Ama asıl vebal ve sorumluluk bu katliamı görüpte “Ne güzel yaptılar ellerine sağlık” diyen zihniyettir. Zaten onların kabul ve onayı olmasa hiç bir güç bu kazuleti oraya yapamazdı. Oysa yapı, doku yada gelenek değerlerine sahip çıkıp koruyamayan ve kültürel mirasını, kimlik kaynakları olarak yaşatmayan şehir; çağdaş olmayı da beceremez.

Bayburt’ta hizmet alanında yapılanlar belli ki, tartışılmadan sadece prosedür gereğince uygulanıyor. Her zaman ve her daim prosedüre uyulacak olursa; ihale edilen herhangi bir hizmetin artık yazılı kurallar dahilinde yüklenici firmanın insafına kalmış demektir. Yapının yapım felsefesi, oranın nasıl kamusal bir işlev kazanacağının kararı, resmi kurum yada kenti 4 yıl yönetecek kişinindir. İhaleyi açan başka resmi bir kurum bile olsa sorumluluk şehri yöneten yerel yönetimindir. Halbuki kentin geleceğiyle ilgili tüm kararlar böyle verilmez, verilmemeli. Kentin yeniden üretilmesinde sivil katılım gereği Bayburtlu gün görmüş tecrübeli insanlar, bu konuda ulusal mimariyi bilen uzmanlar, konunun eğitimcileri, şehir tasarımcıları bir araya gelir karşılıklı fikirler yerel yönetimle paylaşılır ortak karara varılır. Kent 10, 15 yıla yayılan bir yeniden tasarlama ve yeniden kurma aşamasından geçer. Şehircilik planlaması demokratikleşmemiş bir şehrin diğer tüm alanlarda iyi hizmet almasının fazla bir anlamı yok. Çünkü yaşam kalitesini belirleyen en önemli öğe budur.

Bayburt’ta olmasa bile başka yerlerde var.

Her değeri ranta kurban edilen bir ülkede bunu yapmak büyük bir görüş ufku gerektirir. Ve bu sorun her şeyden önce yüksek bir muhalif irade ister. Yoksa bu yapılan inşa garabetine “kral çıplak” diyen biri çıkana kadar rıza gösterilir.

Çoruh Bayburt’un sahip olduğu açık ara en büyük kamu malıdır ve onla ilgili üretilen her şey bir ortak kültür varlığıdır. Bu yüzden üzerinde herkesin tasarruf hakkı vardır. Ayrıca karşı model önermeyen eleştiri, içi boş korumacılıktan başka bir şey değildir. Sevgili hemşehrilerimin demokratik hakkı dört yılda bir oy kullanmakla sınırlı değildir. Kamu alanı onun ortak malıdır. Oradaki bir karara yada uygulamaya korkmadan ters tavır alabilir. Orada yapılanı sorgular, nasıl yapıldığını sesini yükselterek eleştirir, birlik oluşturur, hak arar, aile malını korur. Hatta bunu yıldırımları üstüne çekme pahasına ısrarla sürdürür. Bunu kendisi için değil çocukları, torunları için yapar.Yoksa Çoruh Nehri; yakında üstü açık bir “harıh” bir kanala dönüşür. Hem de pek yakında! Birinci sorun nehrin olağanüstü koşullarda taşmasını engellemek ise en az onun kadar önemli olan Bayburtluların topyekün nehirlerini kirletmemeleri ve onu büyük bir çöp kovası gibi görmemeleri.

Ulusların ekonomik gelişme evrelerinde elbet servet el değiştirir, buna kimsenin itirazı olamaz. Burada önemli olan o servetin kullanılma amacıdır, çünkü peşinden bu sayede zihniyette el değiştirir. Sonuçta önemli olan zihniyetin gelişmişliği ve yönüdür. İşte zurnanın zırt dediği yer de burasıdır. Aydınlanma yönünün sorgulanması açısından neyi niye eleştirdiğimiz, doğru ile yanlışın kuralları sağlam konumlandırılmazsa sonuçlarını gelecek kuşaklar ve ulus çok ağır öder. Bu yüzden bir şehrin tasarlanması aslında bir hayatın tasarlanmasıdır. Yapmadan önce akılcı çözüm, yaratıcı tasarım işi, işte bu yüzden herkesin sandığından kat be kat hayatidir. Sonuçta tasarım eşiklerinin toplamı ise yaşam kalitemizi belirler.

Saygıdeğer hemşehrilerim bütün bu nedenlerle eleştirin, ses çıkarın, karşı çıkın, ta ki doğruyu bulup, doğrusu yapılana kadar. İyi; kötünün yanında değil karşısındadır.

 (*)Kent; Doğan Kuban ile Korhan Gümüş’ün daha çok mimari yapı ve fiziki dokuyu;  şehir ise daha çok Şerif Mardin’in kullandığı anlamda bir kültürü ve yaşayanları da kapsayan toplumsal içerikli kelimeler olarak kullanılmıştır.

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.