Dünyanın en ünlü piyanistlerinden Paderevski, birinci dünya savaşı yıllarında Polonya başbakanı olur. Paris’i ziyaret etmektedir. Fransa’nın başbakanı da, “kaplan” lâkaplı Clemensau (Klemenso) dur. Biri piyanist, biri hukukçu iki devlet adamı, öğrencilik günlerinden yakın arkadaştırlar. Elize sarayındaki resmikabulde, Clemenseau eğilir ve: “Üstadım bu ne düşüş” der. Bir dehanın başbakan bile olması kaplana az görünür.

Maksim Gorki komünist ihtilâlcilerin en hızlı kalemi iken, Kızıl Moskoflar, Rusya’yı zaptedince onu, göz hapsine aldılar.  Evinden dışarı çıkmasına bile izin vermediler. Hatta Gorki biraz şüpheli biçimde öldü. Türkçeye çevrilen ve iki baskısı yapılan hayatı ile ilgili hazin kitabın adı, Bir Devin Düşüşü’dür.

Doğmak, bir hayatı sürdürmek, yaşlanmak ve ölmek; kâinatın kanunudur. En güzeli tevekkülle karşılamak, sabırla “kaçınılmaz son’u” beklemektir. Hazreti Ali’ye atfedilen bir söz vardır. Hiç ölmeyecekmiş gibi çalışınız, hemen ölecekmiş gibi ibâdet ediniz.

Devlerin Düşüşüne en fazla müzik dünyasında şahit olmuşuzdur. Özellikle şarkı söyleyenlerin sesleri, seneler ilerledikçe yirmili yaşlardaki taravetini, şakraklığını, heyecanını kaybeder. Hem maddî hem manevî manada  kırktan sonra baş aşağı iniş başlar.. Sanatkâr, ne kadar çabalarsa çabalasın eski günlerine dönemez. Günümüzde bu iş daha tehlikelidir. Son derece hassas kayıt cihazları vardır. Çok titizlikle yapılmış arşivler mevcuttur. Her türlü kayıp ve kusur, hem de dijital ortamlarda saklanmaktadır.

Gençliklerindeki seslerine ve yorumculuğuna hayran olduğumuz bazı Satkârların, eski şöhretine güvenerek yeni kayıtlar yapması, yapımcıların para hırsıyla bu zavallıları gaza getirmesi, yapılan kayıtların, özel radyolarda pompalanması, alınması, satılması, tezgâhlanması kültürel vatan hainliğidir.

Bir sanatkâr, asla seviyeye inmez. Avamı, kendi seviyesine yükseltmeğe gayret eder. Bu davranış, zahmetli ve meşakkatli olabilir. Sanatkâr vasfını kazanmak, şablondan kopya çıkarmak değildir ki? Elbette tutulan yol zorluklarla dolu olacaktır. Sanatın kıymeti böyle ölçülür.

***

Son zamanlarda “Tasavvuf Müziği” diye bir kavram ortaya çıktı. Bunlar günümüzde, aheng-i sanat ediyorlar. Vaktiyle kızıp içerlediğimiz arabeskçiler, bu tasavvufhoşların yanında Bursa’daki  Çekirge havuzlarında arınmış masumlar sayılır.

Yunus Emre, Mevlâna, İbrahim Hakkı hazretlerinin, Niyazi Mısrî’nin, Sebkatî’nin ( III. Murad), Eşrefoğlu Rumî’nin, Hacı Bektaş-ı Velî’nin, Cerrahî, Halvetî, Nakşî Dedelerinin, gelmiş geçmiş bütün mutasavvıfların ilâhileri, nefesleri, nutukları bu şovlarda sergileniyor.

Bunlar Allahtan korkmuyorlar.
Kuldan utanmıyorlar.

Mutasavvıfların İslâm dininin heyecanını, zühtünü, takvasını, Kur’an merkezli bir sistem içinde terennüm etdiklerini, İslâm Dini’nin Avrupa ortalarına ve Çin Seddine kadar yayılmasını, bu tarikatların aktif çalışmaları,  dinî heyecanı canlı tutmaları sağlamıştır. Ne yazık ki, şimdiki Tasavvuf Sahne Esnafı, takdimin edep gerektirdiğini kaale almıyorlar.

Bütün tarikatlarımızın, dinimizin şubeleri olduğunu bildikleri halde, yaptıkları küfürdür. Ramazan ayında bir başka hazin uygulama gündeme kondu. İrili ufaklı belediyelerin yönetici zevatı, büyük paralar ödeyerek, bu şaklabanlara şovlar düzenlettiler. Bunu da “Onbir ayın Sultanı” adına yaptılar. Giriş ücreti alınmayan bu şovlarda, arz-ı endam eden mevloş ve tasavvufhoşlar, mikrofonlarını korkunç yüksek tonlarda açarak, sesli şamatalarını utanmadan sergilediler. Yine arlanmayı bilmeyen, otel veya mağazalar, güya destek çıkıp gâvurca bir tabir olan sponsorluk bahanesi ile aslında kendi reklâmlarını yapmak için, destek oldular. İşçilerinin günlüklerini ödemeyen bu vergi kaçakçıları, kendi gözlerini ve zavallı, cahil bırakılmış sürü neşesindeki insanlarınkini boyamaya, kandırmaya çalıştılar.

En son rastladığım bir bahçe yayınındaki uygulama insanların nasıl alçalacağını sergiliyordu. Rahmetli Üstad Kâni Karaca’nın okuduğu bir kaside alınmış veya  uğrulanmış, parçalara bölünerek kuşbaşı yapılmış, aralara ve alt yapıya da  mübarek Ney sazının en kötü icrası, dümbelek, bas gitar, ekolu şamata ve Tam tam gürültüleri eklenmiş. Bu oyuncağı, masasında bilgisayar olan herkes yapabilir. Hazin olan bunu umumî mahallerde, vakit geçirme müziği gibi sergilemekteki davranış bozukluğudur. Bunu yapabilen bu hasta beyni, temenni ederim Rahmetli Kâni’nin manevî varlığı çarpar ve cezalandırır. Böylelerini Ebussuud Efendi fetvalarındaki yüz kızılcık degenegi ile yerlerinden kalkamayacak hale getirmek gerekir.

Tunus’ta Kahire’den naklen eski bir Ümmügülsüm şovu  yayınını dinlemiştim. Muganniye yarım saat “ya habibî” dedikten sonra bir ara duruyor, dinleyicilerden alkış, ıslık, haykırma şamataları kopuyordu. Ümmügülsüm, bu patırdı üzerine, tekrar baştan yalellisine ve “ya habibî” sine başlıyor. Sonra bana izah ettiler. Alkışlanan hanende ve muganniye, söylediği her neyse tekrar baştan alırmış. Şimdi aynı şeyler bizim sahnelere sıçradı. Şarkılar insana tiksinti verecek kadar uzatılıyor. Refakat sazlarındaki bilhassa kemanların cayırtısını ne su aygırı, ne vahşî fil ne de kral arslan çıkarabilir. Üstelik bu manevi zehire yavaş yavaş dinleyicilerin , üç buçuk dakikada bir koparacakları alkış ve haykırış şamatası için  alışkanlık peyda ettikleri görülüyor.

Japon teknolojisinin dünyaya çok büyük bir zararı dokunmuştur. TRANSİSTÖR… bu muhteşem buluş, ses âletlerinin yükseltilmesi yolunda düştüğü kötü ellerde, bilhassa “üçüncü dünya kolaycılığı” hastası toplumların kültürlerini mahvetmiştir. Elektrikli müzik âletleri, bilgisayar destekli çalışmalar, sadece oynanabilen müzik uygulamaları, kültürleri tehdit etmektedir. Kalbinde Hiroşima ve Nagazaki yarası taşıyan bir millet bu harekete çanak tutmamalı idi. Müzik, ruhun tezahürüdür. Maneviyatın yansımasıdır. Müzik ilâhidir. Bedenin dışı ile müzik yapılmaz. Müzik mücerrettir (soyut). Elle
tutulmaz, gözle görülmez, hissedilir ve yaşanır. Manevî yapımızdaki bizim bile bilmediğimiz gizli hasletlerin sesidir.

Müzik seçilmiş kişilere bahşedilen bir üstünlüktür. Kâinatın en gizli güçlerinden biridir. Bütün filozofların ortak kanaati, Müziğin “sanatların anası” olduğu merkezindedir.

Türk Mûsikîsi’nin iki ana şubesi vardır. “Dinî Müzik ve Lâ-dinî Müzik.” Dinî müzik, camilerde, tekkelerde, mevlid merasimlerinde icra edilir. Belli terbiye kuralları ve saygı ve edep içinde icra edilir. Konser ve sahne neşesi ile gösteri kabul edilerek icra edilemez. Dinî mûsikîyi, hâfızlar ve dinî eğitim almış, mevlidhanlar, mutrîb heyeti, neyzenbaşılar, kudümzenbaşılar icra ederler.

Meseleye hatta Diyanet İşleri Başkanlığımızın elkoyup bu edep dışı tasavvufçuların tezelden bertaraf edilmesi en büyük temennimizdir.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
ahmet çağıldak 9 yıl önce

saygıdeğer ve sevgili fırat ağabeyi çok iyi niyetlisiniz, oysa balık beyinden kokmuş!