Bayburt'lu iki kardeş ve Cherbourg'da bir avuç Türk

Türk göçmenler 70’lerin başlarında nükleer reaktörde çalışmak üzere kitleler halinde Fransa Cherbourg’a gitmişti... Şimdi kendi deyimleriyle 'unutulmuş topraklar üzerinde' kültürlerini kendi çabalarıyla korumaya çalışıyorlar. Gazeteci Emel Soylu, Londra'dan Cherbourg’a giderek Cherbourg’lu Türklerle görüştü. Soylu'nun usta kaleminden Cherbourg’lu Türklerin hasret dolu öyküsünü size sunuyoruz...Mavi kapılı beyaz bir duvar. Kapı bir avluya açılıyor. Kapının ötesinde Cherbourg’un Fatih Camisi var. Biz vardığımızda namaz kılınıyordu. Okunan Kuran’ı dinleyerek bekledik caminin girişinde. Duvarlar ve yerler ipek halı kaplı. Dıştaki girişin beton zeminine sıralanmış yirmi çift kadar ayakkabı, bize bir kemere tutturulmuş, kapı niyetini gören ağır ipek kapının ardında ibadet edenlerin sayısı hakkında bir fikir veriyor. Ayakkabıların arasında çocuk ayakkabıları da var. Duvara asılı bir panonun üzerine Kuran’dan alıntılar iliştirilmiş: "Komşunuzu sevin", "Başkalarının kazancına haset etmeyin". Diğerleri de öteki dinlerin kabulüne dair.

Bayburt'lu iki kardeş ve Cherbourg'da bir avuç Türk

Türk göçmenler 70’lerin başlarında nükleer reaktörde çalışmak üzere kitleler halinde Fransa Cherbourg’a gitmişti... Şimdi kendi deyimleriyle 'unutulmuş topraklar üzerinde' kültürlerini kendi çabalarıyla korumaya çalışıyorlar. Gazeteci Emel Soylu, Londra'dan Cherbourg’a giderek Cherbourg’lu Türklerle görüştü. Soylu'nun usta kaleminden Cherbourg’lu Türklerin hasret dolu öyküsünü size sunuyoruz...

Mavi kapılı beyaz bir duvar. Kapı bir avluya açılıyor. Kapının ötesinde Cherbourg’un Fatih Camisi var. Biz vardığımızda namaz kılınıyordu. Okunan Kuran’ı dinleyerek bekledik caminin girişinde. Duvarlar ve yerler ipek halı kaplı. Dıştaki girişin beton zeminine sıralanmış yirmi çift kadar ayakkabı, bize bir kemere tutturulmuş, kapı niyetini gören ağır ipek kapının ardında ibadet edenlerin sayısı hakkında bir fikir veriyor. Ayakkabıların arasında çocuk ayakkabıları da var. Duvara asılı bir panonun üzerine Kuran’dan alıntılar iliştirilmiş: "Komşunuzu sevin", "Başkalarının kazancına haset etmeyin". Diğerleri de öteki dinlerin kabulüne dair.

YAZI: EMEL SOYLU
FOTOĞRAFLAR: DAVID SPARROW

Yarım saat kadar sonra dua son buluyor ve halı kapının ardında mırıldanmalar başlıyor. Kapının ardından birer birer görünen adamlar soruşturan gözlerle bize bakıp, tek bir söz bile etmeden sessizce ayakkabılarını giyip camiden ayrılıyorlar. İbadet saatinde camide erkeklerin arasında bir kadın görmek alışılmıştan değil. İçlerinden birine yaklaşmayı deniyorum. Türkçe konuşmuyor. İngilizce de bilmiyor. Malezya’lı olduğunu sandığım bu adam arkasındaki adama Fransızca bir şeyler söylüyor. Konuşmasından aradığım kimsenin adını çıkarıyorum: Uğur Karakaya. İçeriye sesleniyor öteki adam.

İçeriden gülümseyen yüzüyle takkeli bir adam çıkıyor. Kendimizi tanıtıyoruz. Telefon görüşmelerimizden bizi hatırlıyor. Ta İngilterelerden onlarla görüşmeye gelmiş olmamız onu mutlu ediyor. Caminin avlusunun öte yanındaki toplantı odasında konuşabileceğimizi söylüyor. Üç adam ve bir çocuğun ardına takılıp, Cherbourg’daki bu bir avuç Türk’ün öyküsünü dinlemek üzere masanın etrafına çöküyoruz.

Tam karşımızda oturan adam devasa bıyıklarının altında sevimli sevimli gülümseyerek anlatıyor. Cherbourg’a ilk geldiği günü dün gibi hatırlıyor: " Türkiye’nin Kıbrıs’a girdiği gündü, 20 Temmuz 1974. Ordu Kıbrıs’a girerken ben de trenle Cherbourg’a girdim.” Gülüyor ve insanın gençken ne kadar cüretkar olduğunu söylüyor: "Ne daha önceden yurt dışına çıkmışlığım var, ne bir kelime Fransızca biliyorum. Aklımı kaçırmış olmalıyım! "

“ONLAR ÖNCÜ İŞÇİLERDİ"

Nuri Acar 70’lerin başlarında nükleer reaktörde çalışmak üzere kitleler halinde Cherbourg’a gelen Türklerden yalnızca bir kaçı idi. O zamanlar ücretler yüksek, talep de fazlaydı. Bir dönem Cherbourg’da 100-150 kadar Türk aile yaşıyordu.

"Artık reaktörde iş yok" diye söze katılıyor Uğur Karakaya ve hüzünlü bir tonla ekliyor: "Bazıları Türkiye’ye döndüler. Başka kasabalarda iş bulabilenler Fransa’da kaldılar. Buradan 20 aile Caen’e göç etti. Bugün Caen’da 150 Türk ailesi yaşıyor."

Uğur Karakaya Cherbourg Türk İslam Kültür Birliği’nin başkanı. Uğur'un rahmetli babası Aslan, nükleer reaktörde çalışmak üzere Cherbourg’a ilk gelen Türkler arasındaymış. 1973’de gelmiş buraya. "Bunun babasıyla arkadaştık biz," diyor Nuri. "Allah rahmet eylesin, çok iyi bir adamdı. Çok sıkıntı çektik birlikte. Ne dil biliriz, ne yol biliriz. Dükkanlarda ne satıldığını bilmeyiz, satılanın fiyatını bilmeyiz. Yıllar aldı ayak uydurmamız."

O zaman cami de yokmuş. Başka ülkelerin Müslümanlarının kullandığı küçük bir mescide gidiyorlarmış ibadet için. Sonra bir yer kiralamışlar. "Ama burası bizim," diyor Uğur gururla. Topluluk üyeleri hepsi bir miktar katıp aylık ödemeleri üstlenmişler ve 1988de bu binanın sahibi olmuşlar.

Kazandıklarının çoğunluğunu üyelik aidatları oluşturuyormuş. Elli kadar üyeleri varmış, ayda 5 Avro ödeyen. "Tabi bazen ödemeyenler de oluyor " diyor Uğur sıkılarak. "Bu kazanç yetmez tabi. Allahtan küçük bir işletmemiz var,” diye cami binasının yanındaki, kapısında "Dükkan" tabelası olan bir yeri işaret ediyor. "Türkiyeden lokum, kahve, çay ve kolonya getirip burada satıyoruz. Büyük bir kazanç getirmiyor ama en azından bu mallara vergi ödemiyoruz da kazanç camiye kalıyor. Fransız hükümetinden görebileceğimiz yardım da olup olacağı bu kadar işte".

Bunun üzerinde konuşma iki hükümetin de desteğinden yoksun olma konusuna kayıyor. Nuri: "Sanki burada unutulmuş topraklar üzerindeyiz. Kimsenin bizimle ilgilendiği yok," derken, o ana kadar sessizce oturup konuşmaları dinleyen Mithat söze karışıyor: "Biz sessiz bir bölgede oturuyoruz da ondan.” Mithat ve kardeşi Hakan Bayburt’lu. Mithat hemen hemen 23 yıldır Fransa’da yaşıyormuş: "Başka yerlerde insanlar daha aktif, hatta eylemci, bazan bu sorunlara yol açıyor. Ama biz kendi halimizde bir grubuz. O yüzden bize ilişmiyorlar."

Uğur atılıyor: "Ama sizin Londra’da olan gibi bir olay olduğunda hemen hatırlıyorlar bizi. Hemen belediyeden bir mektup ya da telefon geliyor, üyelerimizin listesini isteyen. Tüzüğümüz nedir, bütçemiz nedir falan bilmek istiyorlar. Bizi kötü bildiklerinden falan değil ha, yalnızca kontrol etmek istiyorlar. Kontrol altında tutmak istiyorlar. Aramıza yeni bir üye katılırsa bunu zaten belediyeye bildirmek zorundayız. Öteki zamanlarda sanki hiç yokmuşuz gibi. Hemen unutuveriyorlar bizi. Bir zamanlar Jean Lemiere Cherbourg’dan belediye başkanlığına adaylığını koyduğunda gelip bizimle konuşmuştu. Ama sonra kazanamadı. Gerçi milletvekili oldu ama, bir daha yanımıza yöremize uğramadı."

Uğur Paris’teki Türk konsolosluğuna başvurduklarını söylüyor maddi yardım için ama bürokratik engellere takılıp kalmışlar. Bütün yapabildikleri Türkiye’den imam tayin etmek olmuş ama gelen imam da kısa bir süre sonra geri dönmüş kontratı bittiği için. "Bize ayda 3-4 bin Avro verebilseler, kendi imamımızı kendimiz tutardık” diyor heyecanla. Ama fon alabilmeleri için kayıtlı kuruluş olmaları gerekiyormuş, bu da 30-40 bin Avro gerektiren pahalı bir süreçmiş. “Bizde o para ne gezer. Zaten ucu ucuna denk getirebiliyoruz.”

Konuşma Hakan’ın ince belli bardaklarda sunduğu bardak bardak çay eşliğinde sürüyor. Cübbesi ve türbanı ile bize çay sunan bu genç adam görülesi bir manzara oluşturuyor. İmam olup olmadığını soruyorum. Alçakgönüllülükle gülümsüyor. Sesi neredeyse bir fısıltı. Onun yerine Uğur yanıtlıyor: "Türk yetkililer bize yardımcı olamayınca biz de kendi göbeğimizi kendimiz keselim dedik. Fransız hükümeti imamların eğitimli ve Fransızca bilir olmasını şart koşuyor. Hakan Türkiye’de İmam Hatip okudu. Oniki yaşından beri de Fransa’da yaşıyor. İmam Hatipten sonra Fransa’da da okudu. Fransızcası mükemmel. Tam bizim imamımız olacak insan. Sağolsun kırmayacak bizi.” Hakan saygıyla gülümsüyor: "İnşallah!”

"BAŞÖRTÜ DEMOKRASİ DEMEK"

Hakan’a kılık kıyafetinden dolayı sıkıntı çekip çekmediğini soruyoruz. Hemencecik "Hayır!" diyor. Bir an düşündükten sonra ekliyor: "Din konusunda sorunları olan ya da yabancılardan hoşlanmayan birisiyse benimle karşılaşmamak için yolun karşısına geçiyor. Ama onun dışında bir sorunla karşılaşmadım." Uğur lafa giriyor: "Ama bu kılıkta okula gidemez." "Yok" diyor Mithat, "üniversiteye gidebilir ama ortaokula, liseye gidemez." Uğur iki kızı olduğunu, isterlerse başlarını örtebileceklerini ama örterlerse eşit eğitim hakkını kaybedeceklerini söylüyor: "Evde namaz kılarken başlarını örtüyorlar ama dışarı çıktıklarında, okulda falan eşarp takmıyorlar. Bana sorarsanız eşarp takmak ya da takmamak insanın demokratik hakkı olmalı."

Uğur'un akşam üzeri tanıştığımız 17 yaşındaki kızı Demet, cıvıl cıvıl bir kız. Demet ve 16 yaşındaki kardeşi Naciye babalarının kebap dükkanına yardım ediyorlar. Demet yalnızca namaz kılarken eşarp taktığını söylüyor. Eşarbını dışarda da takmak istermiş ama bu okuldaki ve arkadaşları arasındaki konumuna etki edermiş. Eşarplı fotoğrafını çekme isteğimizi bile kabul etmiyor. Bu yazı yayınlandığında arkadaşlarının onu öyle görmesini istemiyor. “Eşarbımı takmadığımda kendimi daha az müslüman hissetmiyorum ki, benim imanım içimde, eşarplı ya da eşarpsız,” diye ekliyor.

Cherbourg Türk topluluğunun üyeleri bir yandan Fransız yaşamının bir üyesi olmayı sürdürürken, bir yandan da Türk kimliğini korumaya çalışıyorlar. Uğur: "Haftada iki kez Caen’dan bir Türk öğretmen geliyor, bizim çocukların Türkçesini ilerletmek için. Hepsi çok iyi Türkçe konuşuyor aslında. Bizler dindar insanlarız ama kültürümüzü de ihmal etmeye gelmez. Benim babam şiir yazardı mesela,” derken,  Mithat:  "Ben de şiir yazıyorum. Hatta şiirlerimden biri BBC radyosunda okundu,” diye atılıyor gururla.

Cherbourg’daki Türk topluluğunun üyelerinin çoğu Fransız yaşamına ayak uydurmuş. Hepsi Fransızca konuşabiliyor, hepsinin de kendi işleri var. Çoğunluğu kebapçı dükkanları. Bu kebapçı dükkanı Uğur’un kendisininmiş. Burayı 13 yıl önce açmış. "Ben gençken gece saat 11’den sonra açık yer bulamazdınız. Şimdi bakın, görün, panayır yeri gibi. Çoğu yer  neredeyse sabaha kadar açık.  Bu sokakta ilk kebap dükkanını ben açtım. Fransızlar ilk zamanlar biraz tereddütle yaklaştılar ama bugün kebabı herkes biliyor. Sabaha kadar da müşterinin arkası kesilmiyor," diye anlatıyor Uğur kebapçı macerasını.

Uğur eleman alımı ve ödemeler politikalarının değişmekte olduğunu söylüyor. “Bu yüzden de Türkler artık Fransa’ya gelmek istemiyor,” diyor. "AB yetkilileri Türkiye üye olursa bütün Türkler Avrupa’ya doluşuverecek sanıyor. Bence bu asla olmaz. Türkiye’de asgari ücret buradaki asgari ücretten pek de farklı değil. Daha yüksek para almayacaksa o zaman neden düzenini bozup Avrupaya gelsin ki Türkler?" diye ekliyor.

Onların asıl canını sıkan göçmen yasaları. İçişleri bakanı iken milliyetçi bir tavır sergileyen Nicholas Sarkozy'nin şimdi cumhurbaşkanı olması onları oldukça endişelendiriyor. Yürekleri Türkiye’nin AB’ye kabulü yönünde, ama olur, ama olmaz, o ayrı mesele. Bu arada onlar dünyada olan bitenin dışında, Cherbourg’da, sakin, huzurlu, uyumlu bir topluluk olarak varlıklarını sürdürüyorlar.

 

 

 

 

 

 


 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.