Tarihin Dönek Mahallinde Bir Şehit: Bayburt Kaymakamı Nusret Bey

İhsan Kurt'un kaleminden...

Tarihin Dönek Mahallinde Bir Şehit: Bayburt Kaymakamı Nusret Bey
İhsan Kurt'un kaleminden...

(Maalesef tarihin bazı dönemlerinde “dönek mahalleri” zaman zaman artmış, buralarda geleceği yazdığından habersiz tarihler hüzün hanesine kaydedilmiştir. İşte Kemal Bey’den sonra tarih sayfalarında ebedi bir olay olarak yer alan Urfa Mutasarrıfı Şehit Nusret Bey’den bahsetmek istiyorum. Bu yazımı “İki Milli Şehit” adındaki çalışmamdan faydalanarak hazırladım. Bu vesileyle en azından yeni nesillerin Nusret Bey’i kısaca da olsa tanıması adına küçük bir katkım olursa çok memnun olacağımın da bilinmesini isterim.)

Nusret Bey 1876 yılında Preveze Sancağı eski Sorgu Hâkimlerinden Behram Efendi’nin oğlu olarak Yanya’da doğmuştur. Osmanlı’nın artık can çekişmeye başladığı zamanlar içerisinde Mektebi Mülkiyeyi Şahane’nin hazırlık ve yüksek kısımlarında verilen dersleri alarak iyiye yakın derecede 1 Ağustos 1895 ve 19 Eylül 1899 tarihli diplomalarını almıştır. İlk görev yerlerinden olan Yanya Vilayetinde görev yaparken Hayriye Hanım’la evlenmiş,  Nasuhi, Mazlum ve Tarık Kuruosman adlarında üç çocukları olmuştur.

Nusret Bey’in hayatını etkileyecek olan asıl görevleri ve buralardaki hizmetleri, mücadeleleri İstanbul’dan sonra 27 Nisan 1914 tarihinde göreve atandığı Bayburt Kazası Kaymakamlığı ile başladığını söylemek mümkündür.

Nusret Bey’in hayatı başarılarına dayanan hakkıyla kazanmış olduğu ödüllerle doludur. Daha genç yaşlarında Bayburt Kaymakamı ve Ergani Mutasarrıfı iken bir üst makamların kendisine layık görmüş olduğu ödüller listesini artırmıştır. İçinde bulunduğu her türlü olumsuz şartlarda dahi başarılı çalışma azminin hiçbir şekilde kırılmasına izin vermemiştir. Bütün akranları ve arkadaşları arasında temiz kalpliliği, dürüstlüğü ve vazifesine olan düşkünlüğü ile tanınmış, seçkin idare amirlerinden biri olarak birçok defalar takdir belgesi ve çeşitli ödüllerle ödüllendirilmiştir.

Bayburt Kaymakamı görevinde bulunurken I.Dünya Savaşı’nın en buhranlı günlerinde bir yandan Bayburt Ermenilerinin salimen tehciri için çaba sarf ederken, dirlik ve düzeni sağlamaya çalışırken diğer yandan da 3.Ordu’ya erzak temini için çalışmaya devam etmiştir. Nusret Bey 3.Ordu’ya yaptığı bu hizmetlerinden dolayı değişik tarihlerde Erzurum Valiliği ve 3.Ordu Kumandanlığı tarafından mükâfatlandırılmıştır. Dördüncü rütbeden Nişanı Âliyi Osmanî ile taltif edilmiş. Bütün bu kutlama ve ödüller gösteriyor ki Nusret Bey 1.Dünya Harbi sırasında büyük bir gayret göstererek canla başla vatana ve millete faydalı olmak için var gücüyle çalışmıştır. Fakat o bütün bu çabalarının karşılığında daha sonra hüsrana uğratılacaktır ne yazık ki…

Kaynaklarda onun kişiliği konusunda hep olumlu ve takdir edici ifadelere rastlanmaktadır. Öyle ki Nusret Bey’den terbiyeli, özü sözü doğru, temiz, vatanını ve milletini seven biri olarak sıkça bahsedilmektedir. Çünkü O gerçekten Devlet hizmetini en iyi şekilde yerine getirmekten başka düşüncesi olmayan, milletin ve ülkesinin yararını her şeyin üstünde tutan, başarılı, çalışkan, verilen her görevin üstesinden gelen yöneticilerden biri olduğunu görev yaptığı yerlerdeki çalışmalarıyla göstermiştir. Devlet hizmetini en iyi şekilde yerine getirmekten başka düşüncesi olmayan, milletin ve ülkesinin yararını her şeyin üstünde tutan, başarılı, çalışkan, verilen her görevin üstesinden gelen bir yönetici olarak tanınan Nusret Bey zaten bu özelliğini kendisine verilen ödüllerden ve takdirlerden de çıkarmak mümkündür.

Nusret Bey’in görev yaptığı ilk yıllarda hemen her taraf yangın işaretleri verirken Balkanların karıştığı açıkça görülüyordu. Bu karışıklık duracağa da hiç benzemiyordu. Nitekim onun Bayburt Kaymakamı olarak göreve başlamasından kısa bir süre sonra da I.Dünya Savaşı çıktı. Osmanlının güç kaybettiği diğer ülkelerin yanı sıra içerde de azınlıkların hareketlerinden isyan hareketleri açıkça hissediliyordu. Bunun üzerine Bayburt Bölgesinin de içinde bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan Ermeniler, Rusların bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmalarına yardımcı olacağı şeklindeki kışkırtmaları sonucu gönüllü silahlı Ermeni grupları teşkil ederek Türk mahalle, köy, kasaba ve şehirlerinde katliamlara başladılar. Bu durumlar özellikle Bayburt’u da kapsayan bölgede daha çok görülüyordu. Dolayısıyla Nusret Bey’in kaymakamlık yapmakta olduğu Bayburt da bu saldırılardan etkilenmeye başladı. Burada yaşamakta olan Ermeniler de bir taraftan Ruslarla iş birliği içine girerek gizlice Rus birliklerine katılırken, diğer yandan da bölgede her türlü anarşiyi çıkarmak için çetecilik eylemlerine başlamışlardı. Bu eylemlerin başında da en ufak sebepler ileri sürerek bölgede bulunan devlet amirlerine ve askerlere iftiralar atarak Ermeni halkı tahrik etmek geliyordu. Özellikle Hınçak ve Taşnak gibi benzeri Ermeni komiteleri de bu faaliyetleri planlı bir şekilde destekliyordu.  Bu arada 1.Dünya Savaşı’nın çıkmış olması da onların işine yaramıştı.

Nusret Bey’in görev yapmakta olduğu Bayburt’ta yaşayan Ermeniler de Ruslarla işbirliği içine girerek bir kısmı gizlice Rus birliklerine katılırken diğer yandan da bölgede asayişi bozmak için çeşitli çetecilik eylemlerini sürdürüyorlardı. Hatta 1.Dünya Savaşı’nın ilanının hemen arkasından Amerika ve diğer yabancı ülkelerde bulunan Osmanlı Ermenilerinden Osmanlı topraklarındaki ailelerine gönderilen mektuplar da kışkırtmaları destekliyor, Türkler ve hükümet hakkındaki niyetlerini ortaya koyuyordu.

Doğu Anadolu Bölgesi’nde bu olaylar cereyan ederken Osmanlı idaresi,1 Haziran 1915’de savaş mıntıkasında oturan Ermeniler’in savaş alanı dışı olan Suriye dolaylarına gönderilmesini içeren“Ermeni Tehciri”kanununu çıkardı. Bunun üzerine Haziran 1915’de Erzurum’daki 3.Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşanın emriyle, Bayburt harp sahası içinde olduğu için bölgedeki Ermeniler de Nusret Bey’in idaresi altında bulunun bölgedeki jandarma güçleri vasıtasıyla gerekli tedbirler alındıktan sonra salimen Erzincan’a sevk edildiler. Nusret Bey, hayatında çok önemli bir yeri olan bu görevi kendisine verilen bir emir neticesinde yasalara ve günün şartlarına uygun olarak yerine getirmeye çalıştı. Savaşın bütün şiddetiyle devam etmekte olduğu tehcir sırasında doğrudan kendisinden kaynaklanan gayri kanuni hiçbir olay olmamıştır. Tehcire tabii tutulan Bayburt’taki Ermenilerin emval-i metrukleri de oluşturulan bir komisyon tarafından satılarak bedelleri kendilerine verilmiştir.

Nusret Bey, Bayburt’ta görev yaparken yetenekleri ve başarıları dikkate alınarak 12 Eylül 1915’de Erzincan Sancağı Mutasarrıf Vekilliği’ne, 13 Kasım 1915’de Ergani Sancağı Mutasarrıflığı’na terfian nakledildi. 14 Haziran 1917’de, o sıralarda Yıldırım Orduları 2.Grup Kumandanı bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın ataması üzerine Urfa Müstakil Sancağı Mutasarrıflığı’na yine terfian atanmıştır.

Nusret Bey, Urfa’nın işgalcilere karşı topyekun mücadele vermesinde, teşkilatlanmasında çok önemli görevleri yerine getirmiştir. Hatta işgalin başladığı daha ilk günde ortaya koyduğu kahramanca tavrı ile hem dosta hem de düşmana mücadelenin de mesajını vermek istemiştir. Şöyle ki hiç vakit kaybetmeden işgalin hemen ardından Urfa'ya gelen işgalin komutanları hiç vakit kaybetmemiştir. işgalcilerden bir İngiliz Yarbay yanında iki subayla, ellerinde silahlarla Mutasarrıflık makamına girmişlerdir. Nusret Bey bunları karşılamadığı gibi, yerinden kalkmayarak makam koltuğunu da vermemiştir.. 

''Galip bir hükümetin askeri neden karşılanmıyor?'' diye soran İngiliz kumandanına Nusret Bey tokat gibi bir cevap vermiştir: ''Haksız yere memleketi işgal eden bir kuvveti karşılamaya çıkmak bir Türk mutasarrıfına yakışmaz. Bir misafir gibi gelseydiniz, sizi Birecik'te karşılardım'' demiştir.

Urfa’yı işgal ettikten sonra, İngilizler, Mutasarrıflığa buyruklar, bildiriler yağdırmaya başlayınca, Mutasarrıf Nusret Bey, tabancasını masasının üzerine vurarak Ermeni tercümana “Git kumandanına söyle, ben kendisinin emir eri değilim… Bir daha tekerrür derse, bunu beyninde patlatırım!..” diye azarlamıştı. Nusret Bey’in bu aslanca kükreyişi, belki de, bardağı taşıran son damla olmuştu. Zira İngiliz işgal kuvveti kumandanı, makinalı tüfeklerini Mutasarrıflık makamına çevirdiğinde Nusret Bey’in kendisini karşılamamış olduğuna ve makamına girdiği zaman da koltuğunu vermediğine çok içerlemişti.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nden sonra kurulan İstanbul Hükümetleri açıkça baskı altındaydılar. Bir taraftan İtilaf Devletlerinin, diğer taraftan bu devletlerin desteğini alan Ermeniler ve Ermeni Kilisesinin bıktıran baskıları neticesinde Ermeni Tehcirini soruşturmak için önce komisyonlar, ardından da güya suiistimalleri görülenleri yargılamak için mahkemeler kuruldu. Fırsat bu fırsattı… Ermeniler hemen bu durumdan faydalanarak, Ermeni tehcirinin yapıldığı dönemde görev yapan idareciler aleyhinde yoğun bir iftira kampanyası başlattılar. Çetecilikleri, Türklere yaptıkları zulümler unutularak iftira furyaları öne çıkarıldı. Bu iftiralardan birçok namuslu Türk devlet adamı gibi maalesef Nusret Bey de nasibini aldı.

Nusret Bey Urfa Mutasarrıflığı görevinde bulunurken I.Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından 6 Nisan 1919’da Ermeni tehciri meselesinden dolayı azledilir ve İstanbul’a çağrılır. Aslında bu çağrılışın gerisinde önemli bir gerçek yatmaktadır: Mutasarrıf Nusret Bey’in davranışları, işgal güçlerine karşı olan tavırları İngilizlerin hoşlarına gitmediği için tehcir bahanesiyle görevinden azledilerek polis ve jandarma eşliğinde İstanbul’a gönderilir. Aslında Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’den sonra yeni bir kurban adayının belirlenmesinin bir göstergesi olarak böyle bir işlem başlatılır.

Nusret Bey, İstanbul’da kendisinin daha sonra “Tarihin Dönek Mahalli” dediği Bekirağa Bölüğü adındaki, şimdi İstanbul Üniversitesi kampüsü içerisinde yer alan hapsaneye konur. Burada Bayburt ve Ergani-Madeni Ermeni tehciri ve taktilinden dolayı Mustafa Nazım Paşa başkanlığındaki Divan-i Harp-i Örfi’de yargılanır ve suçsuz bulunur. Ancak yine de Nusret Bey askeri hapishanede alıkonulmaya devam edilir. Ancak 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine tüm Anadolu’da olduğu gibi İstanbul’da da hava elektriklenir. Bu durum karşısında Nusret Bey’in özgürlüğüne kavuşması çok uzun sürmez. Bunun üzerine hükümet ortamı yatıştırmak için aralarında Nusret Bey’in de bulunduğu 40 tutukluyu serbest bırakır. Nusret Bey de zaten almadığı cezadan kurtularak Erenköy’ündeki evine çekilerek eşi ve çocuklarıyla beraber yaşamaya başlar.

Fakat Nusret Bey’in bu özgürlüğü fazla sürmez. Çünkü bir kere “kurban” seçilmiştir ve peşi bırakılmaz. Yeniden ara emri çıkartılır ve güya aranmaya başlanır. Arama kısa sürer. Çünkü Nusret Bey 6 Kasım 1919’da Erenköy’de, mahallenin “Şaşkın Bakkal” adındaki bakkaliyesinde bulunurken eve iki sivil polis gelerek Nusret Bey’i ailesine sorar. Ailesi de onun mahallenin bakkalında olduğunu söyler. Bunun üzerine polisler mahallenin bakkalına gelerek Nusret Bey’i tutuklar. Evine uğramasına bile izin vermeden doğruca askeri tevkifhaneye yani Bekirağa Bölüğü’ne götürürler. Nusret Bey’de daha önce yargılanıp serbest kalmasına rağmen 6 Kasım 1919’da Ermeni tehciri meselesinden dolayı tekrar tutuklanıp cezaevine konulur.

Nusret Bey’in ikinci defa yargılanması başladığında tarihler 15 Mart 1920’yi gösteriyordu. Esad Paşa’nın başkanlığındaki 1. Divân-ı Harb-i Örfî Urfa eski Mutasarrıfı Nusret Bey’in mahkeme edilmesine bu tarihte başlandı. Ancak mahkeme başkanları ve üyeliklerinde sık sık değişmeler oluyordu. Hükümetin en önemli meselesi Ermeni tehciri davalarını hızlandırmaktı. İşte bu amaçla; hükümet 17 Nisan 1920’de I.Divan-ı Harp-i Örfi Başkanlığına Nemrut Mustafa Paşa’yı atadı. 26 Nisan 1920’de de “I.Divan-ı Harp-i Örfi Mahkemesi’nin Teşkilat ve Vazifeleri” hakkında bir genelge yayınlayarak; tehcir davalarının öncelikli görüleceğini, yargılamaların gizli yapılacağını ve sanıkların avukat bulunduramayacağını, açıkladı.

Mustafa Paşa başkanlığındaki I.Divan-ı Harp-i Örfi Nusret Bey’in mahkemesine 28 Nisan 1920’de tekrar başladı. Mahkeme heyeti Nusret Bey evraklarını inceledikten sonra 29 Nisan 1920’de bazı gazetelere ilanlar vererek; “Bayburt ve Ergani-Madeni taktil ve tehciri meselesine dair malumatı olanların Divan-i Harp-i Örfi’ye gelerek şahitlik yapmalarını istedi”. Aslında ilanla yalancı şahitler aranıyordu. Buna karşılık Nemrut Mustafa Paşa Divanı ve zihniyeti Nusret Bey’in avukat ve şahit bulundurmasına yasak getirerek nasıl da adil(!) bir yargılama yapacaklarını ortaya koymuş oldular. Fakat aynı mahkeme heyeti istedikleri kişileri istedikleri zaman mahkemeye getirtip sanık aleyhinde şahit olarak dinlemeyi ihmal etmediler. Hatta bu anlayışlarını mahkemenin sonuna kadar devam ettirdiler. Millî Mücadele kahramanlarından Fethi Okyar’ın “nemrut Mustafa kadar kindar, cahil ve merhametsiz kimselerin bulunabileceğine ihtimal vermiyorum” dediği bu divan, Ermeni patrikhanesinin devreye girmesiyle ilân yoluyla yalancı şahit aramaya başladı!

Mahkeme özellikle Nusret Bey aleyhine şahitlik yapan kişileri dinlemede ısrar ediyordu. Kendisine yüklenen ve tamamı iftira olan suçlamalar karşısında Nusret Bey; Bayburt’un harp sahası içinde olması nedeniyle 3.Ordu eski kumandanı Mahmut Kamil Paşa’nın emriyle ve buradaki Ermenilerin kendisinin idaresi altında ancak jandarma tarafından tehcir edildiğini, sevk edilenlerin Erzincan’a sağ salim ulaştırıldığını ve bu sırada bölgede herhangi bir vukuatın olmadığını, tehcir edilenlerin mallarının bir komisyon tarafından satılıp parasının da sahiplerine verildiğini, bunun da kayıtlarının sabit olduğunu, belirtti. Suçlamaların tamamını da reddetti.

Sonunda Nusret Bey, hakkında verilen karar kendisine bildirilmeden merkez Komutanlığı’na götürülür. Bir İngiliz teğmen burada Nusret beye “Malta’ya sürgün edildiğini” bildirir. Bu sırada odaya Nemrut Mustafa girmiştir. Nemrut, İngiliz teğmene, “Bu adamı Malta’ya sürmeye ne lüzum var? Biz onun idamına karar verdik!” der. Nusret Bey, idam locasına götürülmeden önce Bekirağa Bölüğü'ndeki odasının duvarına "Burası tarihin dönek mahallidir" ibaresini yazmıştır. Kardeşine yazdığı son mektuplarda Nusret Bey şu vasiyetlerde bulunmuştur:

“Kardeşim, 
Bugün hayatımın son dakikalarını yaşıyorum. Vicdanım kat’iyyen muazzeb değildir. Hayatımda millet ve vatanıma hizmetten başka gayem yoktu. Onu elhamdülillâh kemali sıdk ve istikamette (tam bir sadakât ve doğrulukla) ifa ettim. Bana isnad olunan cerâimin hiçbirisinin faili değilim. Masum ve bîgünahım. Garaza kurban oluyorum. Mustafa Paşa, garazını bugün de gösterdi. İzzeddin (Nusret Bey’in kayınbiraderi) tafsilâtıyla anlatsın. Küçük çocuklarımı, zevcemi yalnız ve pek fakir olarak bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri bile kalmayacaktır. 
Allah aşkına sokaklarda bırakma. Valdesi, çocuklarımın terbiyelerine baksın, intikamımı almak için çocuklarımı ona göre terbiye ederek büyütsün. Babaları mücrim (suçlu) değil, şehiddir. İşte son nefesimde hiçbir şeyden korkmayarak vicdanımdan kopup gelen şu ifadelerimi sana iblâğ ediyorum. Vatanım yaşasın, elbet bir gün gelir, intikamımı alır. Masumların âhı büyüktür. 
Bir masumun kaniyle oynayan şu Mustafa Paşa’nın hainâne hareketleri şu dünyada kendisine acaba kâr kalacak mı? Sabır tavsiye eder ve aileme sefalet çektirmemenizi rica ederim. Bilirim, senin de halin müsait değildir. Fakat ne yapalım, senden başka kimsem yok. 
Elveda kardeşim, hakkınızı helâl ediniz. 
Nusret"

5 Ağustos 1920 tarihinde Beyazıt Meydanı’nda işgalin zihniyetini memnun etmek için idam edilen Nusret Bey hakkında yazılmış olan şu iki hatıra da çok manidardır. Araştırmacı Feridun Kandemir “Tarih Hazinesi” (Sayı:11, Haziran 1951) düzenli ve planlı iftira kampanyalarının sonucu olarak tutuklanan Nusret Bey için şunları yazmıştır:

“Nusret Bey’in bütün şansızlığı Ermeni tehciri esnasında Bayburt Kaymakamı olarak bulunuşundan ibaretti. Zira bir yanda müthiş bir harp sürer ve cephe gerisinde yerli Müslüman Türk halkı yer yer katliamlara uğrarken alelacele yapılan bir tehcir esnasında vuku bulması tabii olan kanunsuz hareket ve taşkınlıkların hakiki mesullerini bulmak zorlaşınca, kalburun altına götürülebilecek kurban olarak, bölgenin en büyük idare amiridir diye Nusret Bey yakalanmış ve bütün siyasetin günahı onun omuzlarına yüklenmiştir”

Koğuşta beraber kaldığı arkadaşlarından Süreyya Sami Berkem’de “Unutulmuş Günler” adındaki kitabında onu şöyle anlatır:

“Bekirağa Bölüğünde tanıdığım simalar arasında Urfa Mutasarrıfı merhum Nusrat'ı hiç unutamam. Enerji sahibi, ciddî ve azimkâr bîr adamdı. Vazife başında ken­disini görmedim ama bilenlerden işittim ki çok dürüst ve çalışkan imiş. İnsanları yakından tanımak için hapishaneler kadar elverişli yer yoktur. Hapishane hayatı yaşamış olanlar bilirler ki burada insanlar birbirleriyle sıkı temastadırlar. Beraber kalkarlar. Aynı masada yemek yerler. Aynı ko­ğuşta yatarlar. Uyku zamanı müstesna bütün bir yirmi dört saatlik hayat hep müşterektir. Vakit geçirmek için herkes birbirine hayatını, mazisini, maceralarını anla­tır. Hapishanede topu topu iki ay tanıdığınız bir adamı, dışarıda on senelik muarefeniz olan bir arkadaştan daha fazla tetkik etmiş ve anlamış sayılabilirisiniz. Nitekim Nusrat'la olan muarefemiz dört beş ayı geçmemişken birbirimizi iyi anlamış ve derin bir muhabbetle sevmiştik. Nusrat'ın bence yegâne kusuru, saf oluşu idi. Bu da temiz yürekliliğinden İleri geliyordu.”

Nusret Bey’i haksız yere asarak onu unutturacaklarını ve milli mücadeleyi sindireceklerini sananlar elbette yanılmışlar ve aldanmışlardır. Çünkü 1 Ağustos 1920 sabahı tıpkı Kemal Bey gibi Beyazıt Meydanında idam edilen Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’in bu acı sonundan hemen sonra Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Başkanlığındaki TBMM 11 Ağustos 1920 tarihli kararıyla bu mahkemeleri ve benzerlerini ortadan kaldırmıştır. Daha sonra ise 25 Aralık 1921 tarihli Nusret Bey’i “Milli Şehit” ilân eden kanunu çıkarmış ve Nusret Bey’in geride bırakmış olduğu eşi ve çocuklarına maaş bağlamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, Kemal Bey’in ailesine gösterdiği yakın ilgiyi Nusret Bey’in ailesi için de göstermiş ve bizzat kendi imzasıyla bu aile için yardımlarını esirgememiş ve vatan için şehit düşen bu ailelere sahip çıkmıştır. Nusret ve Kemal dün unutulmadığı gibi bugün de unutulmayacaktır. Geleceği yazan tarih de bu doğrultuda işaretler vermektedir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Bekir yilmaz 4 yıl önce

Bu ülke, bugünlere ulaşmış ise, böyle canlarını çekinmeden feda eden, şahsiyetli yöneticilere ihtiyaç vardır.