Cumhuriyet'in ‘yalnız’ tanığı

Kop Savunması düştüğünde, yakın tarihin en büyük çaresizliğini önüne katıp götüren göç kervanı, çoktan yollara koyulmuştu…

Cumhuriyet'in ‘yalnız’ tanığı

Birinci Dünya Savaşı  başladığında tüm Anadolu’da olduğu gibi Doğu Karadeniz'de de, hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktı…

Kop Savunması düştüğünde, göç kervanı çoktan yollara koyulmuştu… Analı-çocuklu ihtiyar ve yorgun kafileler, o gün, ardı ardına dizilmiş uzayıp giderken, geride yaşanacaklar tasavvur bile edilememişti… Zira her biri defalarca geri dönüp baktıkları bu toprakları, ‘bıraktıkları gibi’ bulabilmeyi umuyorlardı!

Semavi Ardahan / Bayburt Postası

1914 - 1916 yılları arasında, Anadolu’nun kaderini değiştiren ‘göç’ başlamıştı… Doğudan batıya doğru, şehirler-kasabalar-köyler, yavaş yavaş ve bir bir gözlerden kayboldukça; muhacirlerin kendi topraklarını çevreleyen dağların ötesine geçebilmek için attığı adımlar da, her defasında biraz daha ağırlaşmıştı.
 
Dağlar aşıldıkça, bir bir kırılan ve ayrı ayrı yollara düşen göç kervanı; Sivas, Tokat, Amasya ve nihayet Çorum’a kadar uzanabilmişti.

Gurbetten gurbete aylarca sürüp giden bu göçün ardından, varıp gidilen diyarlarda da zaman buhranlı geçti. Muhacirler, artık bütün umutlarını, savaşın tüm şiddetiyle sürdüğü cephelerden gelen havadislere bağlamıştı… Her sabah ‘umutla’ yeni bir güne uyanıyorlardı ama her defasında ‘dönüş’ umudu, bir sonraki sabaha erteleniyordu…

***
 
“Savaş sabırdan acıysa, sabır da savaştan büyüktür oğul! Ocağımız elbet yine tüter” diyen Bayburtlu Seher Hatun, umudunu bir daha tazeliyor, kucağında taşıdığı torununun yüzüne bakarak, gayri ihtiyari bir kez daha böyle sesli düşünüyordu. Seher Hatun’dan torununa kadar tüm muhacirler birbirlerine aynı duyguyu aşılıyor, hepsi birbirine benzer sözler söylüyordu; “Beklenen gün, mutlaka gelecek…”

***
 
1918 yılında Anadolu’da bazı bölgelerin Ermeni işgalinden kurtuluşu, 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa tarafından duyurulduğunda, muhacirler için de beklenen gün doğmuştu.  
 
1932...Dönemin hükümeti tarafından kendilerine vaat edilen toprakları, vatan bildikleri topraklara değişemeyenler, böylelikle bir kez daha yola koyulmuşlardı…
 
Dönüş yolunda; savaşın ardında bıraktığı tüm acılara tanık olan bu bahtsız Anadolu muhacirleri, kendi topraklarına doğru son tepeyi aştıklarında, yerle yeksan olmuş bir manzara gördüler…
 
Yerden göğe barut ve kan kokusunun henüz sindiği; zaferin, acının, hasretin, umudun her bir yüzden nemli gözlere yansıdığı bu topraklarda, onlar için artık tek bir gerçek vardı. O da, Anadolu’da yer yer başlatılan ‘diriliş’ gibi Bayburt’u yeniden ‘ayağa kaldırmaktı…’
 
***
 
Bir zaman işte böyle aktı… Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Bayburt’un Rus İşgali ile devam eden kanlı yıllar, Ermeni komitacılarının isyanına kadar sürüp gitti.
 
Ağır bedeller ödenmişti…

1918 yılından 1922 yılına kadar devam eden süreçte ise, savaşın ardında bıraktığı izler silinmeye, yaralar sarılmaya çalışıldı…
 
Savaşın hemen ardından Anadolu’nun genelinde tam bir kaos başlamıştı… Yurdun dört bir yanından Ankara’ya giden heyetler ve Ankara’dan duyurulan türlü türlü havadislerin ardı arkası kesilmiyordu. 
 
1940...Bütün yurdu kasıp kavuran ve cephe cephe sürüp giden savaşlar bitmişti ama “Osmanlı İmparatorluğu ayakta kalabilecek miydi?” sorusu henüz cevabını bulamamıştı.
 
Anadolu’yu kurtarmak isteyenlerle, bölmek isteyenlerin cevap aradığı bu soru, umutlu bekleyişin ardından Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde nihayet cevabını buldu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ilan edildi.
 
Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden İstanbul hükümetinin aksine, Milli Mücadele Savaşı’nı başlatan Ankara hükümeti, böylelikle Anadolu’da kendilerine duyulan güveni bir kez daha boşa çıkarmamıştı. 
 
***

Ankara hükümetine destek verenlerin ve “Biz, cumhuriyeti böyle kurduk” diyenlerin safında Bayburt halkı da yer almıştı. 

Cumhuriyet'in ilanı, hâlâ savaşın izlerini taşıyan Bayburt’u bir anda bayram yerine çevirdi… 1923 yılında, Ankara’dan gelen bu havadis, önce halk meclisini ayağı kaldırmış, sonra halkın tek vatan ve tek bayrak altında yeniden birbirine sarılmasını sağlamıştı...

*
 
Zaman artık Seher Hatun’un torununa anlattığı gibi akıyordu… Savaş sabırdan acıydı ama sabır da savaştan büyük çıkmıştı…

*
 
Ahmet Yavuz / 1968...İşte zaferin, acının, hasretin, umudun her bir yüzden; nemli gözlere yansıdığı Bayburt’ta, Cumhuriyet idaresinin bir sembolü olarak ayağa kalkan ilk eser ise Bayburt Saat Kulesi...

Cumhuriyet döneminde yapılan 8 ayrı saat kulesinden biri olan Bayburt Saat Kulesi, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anısına yapılan ilk saat kulesidir. 
 
1923 yılında 101 pare topla, serhat boylarına kadar duyurulan Cumhuriyet ilanından hemen sonra yapılan ve tam 7 ay süren çalışmaların ardından 1. yıl dönüm kutlamalarına yetiştirilen bu eser, 88 yıl boyunca da aynı coşkuya tanıklık ediyor…

*

Birinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü yıllarda, Bayburt’tan göç eden ve Anadolu’da değişik bölgelere yerleşen muhacirlerden bir grubun, Çorum’a doğru hareket etmesi; Bayburt’ta bir asrı devirmeye adım adım yaklaşılan bu coşkunun sembolü için, atılan ilk adımdı aslında.
 
Çünkü savaşın seyrini cephelerden gelen haberlerle takip eden muhacirlerin, diğer yandan da dönüş için kurdukları hayallere; Çorum'da gördükleri tarihi Saat Kulesi benzeri bir eserin hayali de eklenmişti. 

1985...Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte bu hayal gerçeğe dönüştürüldü…
 
Tam 9 yıl boyunca aralıksız sürüp giden buhranlı ve kanlı yılların ardından ilk kez bir şölen havasının oluşturulduğu Bayburt’ta, 30 Ekim 1923 günü toplanan belediye meclisine; Bayburt Belediye Başkanı Kamil Alp, meclis üyeleri Tevfik Çoruh ve Hamit Dönmez’in imzalarını taşıyan bir arzuhal sunuldu. Arzuhalde beyaz taşlarla örülü bir saat kulesinin, şehrin merkezi noktasına konuşlanması teklif edildi. 
 
Kısa sürede halkın desteğini alan Bayburt Belediyesi, eserin inşaatını üstlenirken, o yıllarda ‘minare ustası’ olarak Doğu Anadolu’nun nam salan ünlü taş ustaları Bayburtlu Muhyettin Usta ve Rizeli İbrahim Usta ise yapımını üstlendi.

***

'Bayburt Tarihi' adlı kitabında Bayburt Saat Kulesi ile ilgili bilgiler veren Sadri Karakoyunlu, eserin ilk kez Türkiye Cumhuriyeti’nin 1. yıldönümü kutlamalarında görücüye çıktığını belirtiyor.

Karakoyunlu, kitabında, mimari yapısıyla birlikte ilk yıllarında dikkat çeken bir çevre düzenlemesine sahip olan bu tarihi eser hakkında şu bilgileri veriyor:

Mustafa Ateş / 2011“Saat Kulesi’nin batıya bakan kapısından girildiğinde, dört tarafından akan çeşmelere su veren şadırvan görülmektedir. Daha sonra merdivenlerle “41 basamak” dönerek kuleye çıkılmakta, şerefeye doğudan açılan bir kapıdan girilmektedir. Şerefenin etrafında dönülürken, güzel manzaralarla karşılaşılır. Tarihi Kale, İmaret Tepe, Şehit Osman, Burhan Dede tepelerinin seyrine doyum olmaz. 21 metre yüksekliğindeki bu tarihi eserin bakımı da Bayburt Belediyesi tarafından üstlenilmiş olup, halen bakımı bu şekilde yürütülmektedir. Kitabesi ve makineleri üzerinde herhangi bir yazıya rastlanmamıştır. Kulenin alt kısmında, eskiden akan 4 çeşme ve etrafını çeviren demir parmaklıklı bir bahçe vardı. Saat Kulesi etrafındaki bu çevre düzenlemesi, sonradan kaldırılmıştır.”

***

18 Mart 1924 günü düzenlenen törenin ardından yükselen ve temsil ettiği ‘Türkiye Cumhuriyeti’ gibi 88 yıldır ayakta kalmaya devam eden Bayburt Saat Kulesi’ni, -bir kitabesi olmasa da- tarih böyle anlatıyor…

Engin Kaban'ın objektifinden...Yapıldığı dönemin mimarisini, yıpranmış görüntülerle yansıtan bu tarihi eser, şehrin en merkezi noktasında bulunmasına ve aradan geçen uzun yıllara rağmen 88 yıl içinde tam anlamıyla sadece bir defa restore edildi.
 
1984 yılında Bayburt Belediyesi tarafından ilk ve son kez yapılan restore çalışmalarının ardından kendi insanının gözleri önünde yalnızlığa terk edilen Bayburt Saat Kulesi, hem zamanı göstermeye hem de zamana karşı direnmeye devam ediyor…

Semavi Ardahan / 2 Temmuz 2012 / Bayburt Postası Arşivinden

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
ALOŞ 9 yıl önce

Hey gidi çınar. Sen neler gördün bu caddede. Her gelen Belediye Başkanı öncelikli işi senin altındaki caddeye kazma vurmasıdır. Kazar da kazar burasını. Sanki maden arar gibi. Bazen kaldırım yapar bazen boru döşer. Aslında sen hep yukardan bakar ve bu başkanlar ne arar burda diye düşünürsün. Aslında hiç birisi modern ve sana yakışan bir düzenleme yapmaz.Sadece kuru kalabalık yaparak devletin parasını harcarlar. Belkide çınar senin altını kazmasın bunlar,