Ay balam Karabağ’da talan var
Meni derde salan var
Çek bayraktar bayrağı
Yarı yolda kalan var

Ay balam bu meni bu da meni
Koydun çukurda meni
Sadıklığın bu mudur
Yedirdin kurda meni

Karabağ’da yakılmış bu türkü... Dilden dile dolaşmış, mal ve dert yüklü bir kervanın eliyle, Erzurum’a ulaşmış. Erzurum radyosu unutulmaz sanatçılarından merhum Raci Alkır, 1967 yılında derleyerek TRT repertuarına kazandırmış. Uzun yıllar söylenmiş de... Sonra, Türk müziğinin son direniş ve icra yeri olan TRT’de görünmeyen bazı eller rafa kaldırmışlar bu türküyü, söylenmez olmuş.

Oysa ne mesajlar var bu türküde, ne gerçekler var. Şairini bilmediğimiz bu türkü, Azerbaycan Türk’ünün yanık yanık çalıp, çığlık çığlığa söylediği Karabağ Şikestesi’yle ses ve gönül birliği içinde Türk’ün derdini dökmektedir. Odlar Yurdu’na ve Anadolu’ya.

Karabağ Şikestesi de ne? Olur a, bilmeyenler vardır, anlatalım. Şikeste’nin sözlük anlamını deyiverelim önce. Şikeste; kırılma, yenilme, mağlubiyet, kırık, yenilmiş demek.  Azerbaycan halk musikisinin en önemli ürünlerinden biri olan Karabağ Şikestesi, ezgisiyle de, bu yenilmişliğin feryadını yükseltmekte, isyanını çığırmaktadır.

“El bilir ki sen menimsen
Yurdum, yuvam meskenimsen
Anam doğma vetenimsen
Ayrılar mı könül candan
Azerbaycan Azerbaycan!”
dizeleriyle, Azerbaycan’ın milli şairi unvanını kazanan Samet Vurgun, aynı şiirin bir başka beşliğinde şöyle der:

Könlüm keçir(1)  Karabağ’dan,   
Gâh o dağdan, gâh bu dağdan,
Akşam üstü koy uzaktan
Havalansın Han’ın (2) sesi,
Karabağ’ın şikestesi.

1-Gönlüm geçiyor 2-Han Şuşinski, Karabağlı ünlü ses sanatçısı Han Şuşinski’yi internetten  bulun ve dinleyin, Karabağ’ın bir kartal yuvası olduğunu o ses size pek güzel anlatır.

Tarih ve coğrafya bakımından Karabağ…

Karabağ, Küçük Kafkaslara bağlı Karabağ sıradağlarının kuzey kenarında 4.400 kilometrekarelik bir alanı kaplar. Bitki örtüsü son derece değişken bir yapı gösterir. Alçak Kür düzlüklerindeki bozkırlar dağların aşağı yamaçlarında yerini gür meşe, gürgen ve kayın ormanlarına bırakır. Daha yüksek yamaçlar ve Gamiş Dağı (3724 m.) gibi doruklar huşağacı ve Alp tipi çayırlarla kaplıdır. Üzüm bağları, meyve bahçeleri ve ipekböcekçiliğine dönük dut ağaçlarının bulunduğu vadilerde tahıl ekimi de yapılır. Nüfusu SSCB döneminde 192.000’di. Bu nüfusun %76’sı Ermenilerden, %23’ü Azerbaycan Türkleri’nden, kalanı da Rus ve Kürtlerden oluşuyordu.

Karabağ’ın başkenti Hankendi (Stephanekert), diğer en önemli ve büyük şehri ise Şuşa’dır. Karabağ’da oturan insanların çoğu, yüz yıldan fazla yaşar. Azerbaycan Türkleri’nin “Karabağ sefalı yerdir, gezmeli yerdir” demeleri boşuna değildir.

Prof. Dr. Umay Türkeş, Türklerin Tarihi adlı kitabında,  “Gence-Karabağ Beylerbeyliği’nin halkını, Bayat, Şahseven, Afşar, Dulkadir, Kebirli boyları oluşturmasına rağmen beylik makamına Kacarlardan Ziyadoğlu getirilmiştir. Ziyadoğulları, Beylerbeylik, Gence Hanlığı’na dönüştükten sonra da Rusya’nın bütün hanlıkları ilhakına kadar yönetimde kalmışlardır. Gence-Karabağ Beylerbeyliği arazisinin büyüklüğü, nüfusunun fazlalığı, ekonomik ve askeri gücü ve siyasi etkinliği ile diğer beyliklerin önünde yer almıştır” diyor.

Karabağ hakkında en eski bilgileri kim vermiş biliyor musunuz? İslam’ı gönül fethi yoluyla yaymayı başarmış Ulu Ahmet Yesevî’nin soyundan geldiğini ifade eden, ünlü gezginimiz Evliya Çelebî. Evliya Çelebî; fotoğrafın, filmin, hatta matbaanın olmadığı devirde; Osmanlı’yı; şehir şehir, insan insan ve olay olay, öyle tatlı bir üslup ve kurguda anlatmıştır ki, parmak ısırmamak, hayran olmamak mümkün değildir.

Evet, işte Çelebi’nin kaleminden Karabağ:

“Arasbüzük ırmağına geldik. Başlangıcını Van eyaletinde ’Pityanis’Kürtleri dağlarından alıp kuzeye akar, Zengi Nehri’ne karışır. Atla geçit vermez, büyük bir sudur. Buradan hareketle bir saat kadar sonra; bakımlı, yeşillik kasabalar içinde yol alarak Karabağ şehrine geldik.

Karabağ Şehri: Küçük Azerbaycan şehirlerindendir. Eğri Fatihi Sultan Mehmet Han vezirlerinden büyük kumandan Koca Ferhat Paşa bunu yıkmıştır. Sonra gene bakımlı hale gelip, IV. Murat Han, halkının serkeşliğinden ötürü, Revan fethinden dönerken yeniden harap etmiştir. Şimdiki halde yavaş yavaş imar edilmektedir. Tebriz sınırında ayrı bir sultanlıktır. Bin askeri vardır. Kalenteri vardır. Darağası, münşisi, binbaşısı ve diz çöken ağası vardır. Şehir geniş bir ovada, cennet bağına benzer, üç bin evli, yedi camili, yedi hamamlı, üç hanlı, altı yüz dükkânlı şirin bir şehirdir. Bağları güzel ve sevimlidir. Ekili tarlaları çok, hayır ve bereketi bol, bakımlı bir ülkedir. Su ve havası güzel, nehirleri çok ve temiz olup lezzetli, berrak akarsuları vardır. Bağ ve bostanları, geniş Dost Sahası’nı süsler. Yiyecek ve içeceklerinin seçkinlerinden on cins sulu lal renkli üzümleri, şarabı, abşelesi, on sekiz cins tatlı ve sulu nar’ı ünlüdür. Suları yer yer kuyuları ile yer altından akar. Eski usul cami ve mescitlerinin kubbeleri sivri sivri yapılmış, çeşit çeşit kurşunlarla kaplıdır. Şehirde on bir minare görünüyordu. Ama yerlileri yetmiş tane ibadethane olduğunu söylerler. Şehir halkı şehri mamur etmek şartı ile vergilerden bağışık tutulmuştur. Yalnız İran Şahı’na yılda yüz deve yükü ordubari, meceleye abbasi armutları kurusu, zerdali, kayısı, ayva, encas, kuru üzüm gibi çeşitli meyveler götürürlermiş. Kısacası, Azerbaycan’da üç tane Karabağ vardır ki, her biri cennet bahçelerine benzer.”

Karabağ, 1813 Gülistan Antlaşması ile Rusya’nın payına düştü. 1822’de Karabağ’da hanlık lağvolundu. İşte bu tarih çok önemli, çünkü bu tarihte, Rus Çarlığı, Karabağ’a ve şimdi Ermenistan olarak adlandırılan kadim Oğuz Yurdu’na, Türkiye ve İran’dan 1 milyonu aşkın Ermeni getirip yerleştirdi. Ermenilerin Dağlık Karabağ’a göç ettirilmeleri ile başlayan Azeri-Ermeni çatışmalarının neticesinde Azerbaycan Türkleri’nin önemli bir kısmı Karabağ’ı terk etmek durumunda kaldılar. Ermenilerle yaşadıkları sorunlar yüzünden Azerbaycan Türklerinin tarihte ilk göç hareketleri de böylece başlamış oldu. Ermenilerin “Büyük Ermenistan’ı” kurmak için Azerbaycan Türklerini ilk planlı tehciri 1905-1907 yılları arasında gerçekleşti. Azerbaycan Türkleri daha sonra 1918-20 yıllarında ikinci defa güç tatbik edilerek tehcire tabi tutuldular. 1923’te Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti kuruldu ve coğrafi bütünlük, ulaşım kolaylığı ve tarihi sebepler dolayısıyla Karabağ, Azerbaycan’a bağlandı. Ermeniler bu bağlanmayı asla içlerine sindiremediler. Sovyetler Birliği’nin çözülme sürecine girdiği 1988 yılında gösteri ve terör eylemleri ile, Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasını talep ettiler. Sovyet Yönetimi 1989 yılında Karabağ’ın özerk statüsünü kaldırarak doğrudan Moskova’ya bağladı, ancak olaylar durmadı, SSCB’nin dağılmasından sonra da Azerbaycan-Ermenistan savaşına dönüştü. Ermeniler, Karabağ’ı ele geçirmekle kalmayıp, Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini işgal ettiler.

Azerbaycan tarafı, bu çarpışmalarda 20 bin askerini şehit verdi. Kayıp ve esir sayısı ise 5100 dolayındadır. Bu tutsakların içinde çocuklar da bulunmaktadır. 1994’te Bişkek’te ateşkes ilan edildi. Halen bu ateşkes uygulanıyor. Peki nereler işgalde? Bunları da yazalım: 1988-1993 yılları arasında, Karabağ ve çevresindeki Laçin, Kelbecer, Gubadlı, Zengilan, Cebrail (iki köyü dışında), Şuşa, Hocalı, Toğuz, Ağdam (ilçe merkezi köylerin çoğunluğu), Füzuli (ilçe merkezi ve köylerin çoğu) adlı şehirler Ermenilerin eline geçmiştir. Ermeniler bununla yetinmemişler, Ermeni topraklarında yaşayan Azerbaycan Türkleri’ni zorunlu göçe tabi tuttuktan sonra, bunların meskûn bulunduğu 172 yerleşim yerini yerle bir etmişlerdir. Bu zorunlu göçlerde, 20 bin kişi ölmüş, 50 bin kişi sakat kalmıştır. 

Sovyet devrinde Karabağ'a giden  Türkiye Türk'ü iki yazar...

Oktay Akbal ve Samet Ağaoğlu, biri soldan, biri sağdan... İkisi de Karabağ kökenli ailenin çocukları, Ağaoğlu'nun doğum yeri bile orası... İkisi de SSCB'nin en katı haliyle hüküm sürdüğü yıllarda Karabağ'a gittiler, gördüler ve yazdılar...

Oktay Akbal'ın yazdıklarından başlayayım. Akbal, 1968 yılında gider ilkin Sovyet'e. Semerkant'ta oraya yerleşmiş bir Azerbaycanlı şairle tanışır, adı İhtiyar olan bu şair, Karabağ Hanı İbrahim Halil'in dedesinin dedesi olduğunu söyleyince Akbal, şaşırır "Akbala'yı öldü bilirdik biz" der. Meğer Akbalam, Han'ın küçük oğluymuş, Rus Ordusu Karabağ'a girince İstanbul'a kaçmış, öteki kardeşi Karabalam ise İran'a sığınmış. İhtiyar da İbrahim Han'ın kız kardeşi ünlü şair Natevan'ın torunlarındanmış. Böylece akraba çıkar kucaklaşırlar.

Akbal, 11 yıl sonra 1978'de SSCB'ye ikinci seyahatini yapar ve bu kez Azerbaycan'a da gider. Karabağ'ı görmek de vardır kafasında. İzin verilir, e ne de olsa solcudur rahmetli Akbal Usta. Bahtiyar Vahapzade ile birlikte Şeki'den biniyorlar bir otomobile, ver elini Karabağ. Önce Şuşa'ya, bu kartal yuvasına. Akbal şöyle anlatıyor o gün gördüklerini ve duyumsadıklarını: "Şuşa Kalesi'ne gidiyoruz, kale onarılmış. Bir restoran açılmış. Mazgal deliklerinden Karabağ ovasına bakıyorum. Bir bardak şarap... Bir daha, bir daha... Düşte miyim? Konuşuyorum, gülüyorum ama çok uzaklardayım tarihin derinliklerinde... Çocukluğumda anlatılanlar diriliyor belleğimde... Babamın yüzü, Kâmil Bey amcamın beyaz sakalını titreterek anlattıkları... (...) Bahtiyar anlıyor duygulandığımı... Gözleri yaşarıyor. Şiirler okuyoruz, karşılıklı söylevler...(...) Gece uyku tutmadı beni. Soğuk. Anıların saldırısı bir yandan da... Yaşamadığım anılar bunlar. Söylencelerin izleri. Herkes uyurken kalkıp yöreyi dolaştım. Derin derin soluk aldım. Niye ağlamak gelir böyle anlarda?"

Şimdi de liberal Türkçü Ahmet Ağaoğlu'nun oğlu DP'li politikacı ve değerli yazar Samet Ağaoğlu'nun "Sovyet Rusya İmparatorluğu" adlı eserinde Karabağ'a dair yazdıklarından aktaralım. Ağaoğlu 1966 yılında gitmiştir SSCB'ye, 2 ay gezmiş, 20 bin km. yol kat etmiş, Sibirya da dâhil birçok yerini görmüştür. Karabağ, Bakû'ya 400 km, yabancılar özel izinle gidebiliyorlar o tarihte, Ağaoğlu'na kendi arabasıyla gitmemesi ve yanına "inturist" idaresinden bir yetkili alması kaydıyla izin veriyorlar. Annesi, Ankara Keçiören'i Karabağ'a benzetirmiş, babası ise, Karabağ'ın büyülü doğasını, dedesinin avlarını ve Abdallar köyünden getirttiği âşıkları dinlemesini anlatırmış durmadan. Şunları yazıyor Ağaoğlu:

"Ben babamın işte böyle anlattığı Karabağ'a giderken evde işittiklerimin yerinde yeller estiğini, sadece dağını taşını göreceğimi sanıyordum. Fakat hayır, babamın kartal yuvası diye anlattığı Karabağ hemen hemen olduğu gibi kalmış. O kadar ki annemin doğduğu evi, babamın büyüdüğü, evlendiği evi, Kurtlar Mahallesinin birçok evlerini yerinde buldum."

Ağaoğlu kitabına bu evlerin fotoğraflarını koymuş... Acaba şimdi Ermeniler o evleri netmişlerdir, tarihi camileri bile ahır yapan Ermeni vandalizmi, yıkmıştır bu evleri?
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
fatih kaleli 3 yıl önce

Türk milleti neden bu kadar duyarsızdır...tarihine ve mülküne karşı....