Kar üstünde bir ömür...

1946 doğumlu Nurettin Gülhan, çocukluk yıllarıma dair at arabası üzerinde gördüğüm dev adamlardan biriydi. Belki arabasının arkasına kaçamak takılmışlığım da vardır, o farketmeden atlamışlığım, kamçı şaklamasının korkutucu sesini duymuşluğum da..

Kar üstünde bir ömür...

Bayburt Postası - O dünyaya geldiğinde yokluk yıllarıymış. Garibanın çocuğunda meslek ne arar, ya tarla sürecek ya hayvan otaracakmış. Ya reçberlik, ya hamallık, ya bilmem hangi dağda çobanlıkmış.. ‘10 yaşındaydım’ diyor.. ‘Aklım daha yeni yeni kesiyordu, evin geçim yüküne ortak olduğumda..’

5 çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu. ‘Şingâh harmanları’ ondan sorulurmuş! Reçberlik yapmış, mal otarmış, tarla sürmüş, tırpan sallamış, harman etmiş. Yaşamak, hayattan tat almak böyleymiş, doyabildiğin kadar mutlu olurmuşsun. Kış gelince çarşıda at koşmuş. Köprü, bucak demeden kızakla köyler aşındırmış. Sularda kalmış; ıslanmış, üşümüş, donmuş.. Hayat dediğin nedirmiş ki? Bata çıkaymış!

Arkadaşları daha çok ‘Koçol’ diye tanırmış. Zor bir iş mi var, çağırsalar ‘Koçol’ koşarmış. Çocukluk düşlerini geçim derdiyle harmanlamış. Derken, askerlik zamanı gelmiş. Sırtında çantası soğuk bir kış gününde askere uğurlanmış. Önce Ankara, sonra Aydın dağlarına postallarıyla iz bırakmış. 20 ay sonra baba ocağına dönmüş ve hayatın gerçek yüzüyle bir başına kalmış.

Murat Okutmuş - Bayburt Postası

Kalın parkaları, koyun yününden yapılmış pantolonları, sadece gözlerini açıkta bırakan atkıları, bereleri, deri eldivenleriyle birer dev gibi dururlardı arabalarının üzerinde.. 1946 doğumlu Nurettin Gülhan, çocukluk yıllarıma dair at arabası üzerinde gördüğüm dev adamlardan biriydi. Söğüt ağacından yontulmuş kısa bir çubuk ve ucuna takılı olan uzun kamış biz çocukların korkulu rüyasıydı. Belki arabasının arkasına kaçamak takılmışlığım da vardır, o farketmeden atlamışlığım, kamçı şaklamasının korkutucu sesini duymuşluğum da.. 

Alabildiğine soğuk bir kış gününde Şingah mahallesine doğru çıkan yüklü arabayı çekmekte zorlanan at, kalınca bir buzdan zeminde geri geriye kayar, arabacı bağırtılar eşliğinde ısrarla kamçısına ve kayışlara asılır, arabanın geriye doğru gidişine çare bulamazsa da çevik bir hareketle atlar ve arabanın arkasından tutmaya çalışırdı. O an nefesler buharlaşır, gökyüzünü kaplardı. Zihnimde onlarcası bulunan bu sahnede beni en çok etkileyen şey o soğukta atların nefeslerinin buharlaşmasıydı. Kişneme eşliğinde iki burun deliğinden çıkan buhar, o kadar yoğunlaşırdı ki bir tren lokomotifini andırırdı. Bu sahneyi heyecanla ve büyük bir üzüntüyle izlerdim. Arabacının araca sırt vermesi sonrası at nefesini toplar, nalın bile çare olamadığı o kalın buz zeminde bir iki kaymanın ardından vura vura, nalına yeni bir iz açıp, ilk adımını atar ve yoluna devam ederdi.   

Ben kızaklara yetişemedim. Hani ‘Murat 124’ marka araçlarla dolu Bayburt sokaklarını deseniz neyse de şehre ilk gelen ‘Uğur Otobüsleri’, (hani şu 'Magirus' kamyonlarıdan bozma tahta kasa otobüsler) babamın çocukluk demlerine denk geliyor. Çocukluğum eski model jeeplerin de ağır ağır Bayburt sokaklarından çekildiği yıllara denk gelir. Bir iki belki saklayanlar vardı, meraklıları diyelim.. Arada bir bu jeeplerden gözümüze takılırdı.

Nurettin Gülhan kızakla, at arabasıyla bir ömür geçirmiş. Mesleğin ondaki en ağır bakiyesi ‘Koah’ hastalığı. Şimdi evinde hava gazına muhtaç, ‘bu hastalık bana gardaş oldu’ diyor. Dışarı mı? Uzak ihtimal, belki yazın, o da bir kaç kez... Şingâh Mahallesi’ndeki evinde ziyaret ettik Nurettin Gülhan’ı, kızakçılık mesleğini dinledik. Bayburt caddelerinin kızaklarla dolu olduğu yılların son demlerine perde araladık.



“Biz oyun oynamadan büyüyen nesildeniz...”

Hayatla mücadeleye başlaması, 10 yaşında annesini kaybettiği yıllara denk geliyor. Okuması yönünde ona telkinlerde bulunan annesi vefat edince okulu bırakmış. 10 yaşından evlendiği yaşa kadar da hep çalışmış...

“Çocukluk yıllarımın da, gençlik yıllarımın da tek bir karşılığı vardır: ‘Çalışmak.’ Biz oyun oynamadan büyüyen nesildeniz. Kolay değildi, hayat öyleydi. Teknoloji başta olmak üzere her alanda yaşanan değişime hayret etmemek elde değil. Şimdi sanki asırlar geçmiş, dünya bu kısacık 50 yılda bambaşka bir dünya oldu çıktı. Okula 10 yaşıma kadar gidebildim. Evde okumamı isteyen daha çok annemdi. 10 yaşında annemi kaybedince benim okul serüvenim de sona erdi. Aklım daha yeni yeni kesiyordu ki ben evin geçim yüküne ortak olmuştum.”

"Zor yıllardı begim, çok zor yıllar!"

“O sıra kimsede bir şey yok, herkes reçber. Askere gidene kadar babamıza hizmetkar gibi, çalıştık. 20 yaşına kadar eve çalıştık. Ağabeyilerim vardı, onların tüm işlerini de gördüm. Askerlik dönüşü bir tane balta ile odun kırmaya başladım, araba yıktım, yapmadığım iş kalmadı. Biriktirdiklerimle bir at aldım, onun üzerine bir at daha aldım. 25 yaşındaydım evlendiğimde. Zor yıllardı begim anlatılmaz, çok zor yıllar..  4 duvar arasına girdik. Yavaş yavaş, dişimizle tırnağımızla bir yuva kurduk. Zamanla başımızı sokacak bir ev de yaptık. Buranın da tapusu yok, halen uğraşıyoruz.”

‘Saray Bahçesi’nin bekçisi...

Gülhan’ın şimdilerde hayatına dair pişmalığını duyduğu bir dönem var. Zamanında Bayburt Belediyesi’ne alınmış işçi olarak, fakat dışarda kazandığının 4’te 1’ine tekamül etmiyormuş aylığı. Çıkmış işten at arabacılığına geri dönmüş ama gelinen süreçte emekli değil, bunun için pişman. Gülhan, bu süreci anlatıyor:

“3-4 kişinin işini yapan adamım o yıllar. Hafız Turgut’un zamanında Belediyeye girdim, ‘Saray Bahçesi’ne bekçi olarak verdiler. Çetin Kaya vardı rahmetli, ikimiz bekçilik yapıyorduk. 2 ay hapisliği vardı. O da gidince tüm iş bana kaldı. Geceyi gündüzü boynumuza bağladılar. Orada yatıp kalkıyorum. Belediye 100 lira maaaş veriyor o zaman. Ben o paranın daha fazlasını 1 haftada alıyorum dışarda. 7 ay çalıştım ve daha dayanamadım işten çıktım. O sıra belediye işçilerinin başı Salih Çavuş. Bir gün ‘Saray Bahçesi’ne kömür almak için el arabasıyla belediyeye gittim. Gittim ki Salih Çavuş derin derin düşünüyor. Dedi, ‘Nurettin hiç sorma. Maaşları dağıttım açık var, birine para fazla para verdim.’ Ben de o ay maaşımı 125 lira almıştım. Kendi kendime ikramiye var diye düşündüm. ‘Kaç lira eksik’ diye sordum. 25 lira diyince, ‘benim maaaşım listede kaç lira gözüküyor?’ diye sordum. ‘100 lira’ dedi. ‘Bana fazla vermişsin’ diyerek parayı takdim ettim. Salih Çavuş, ‘Seni Allah yolladı’ diyip boynuma sarıldı. Belediyeden ayrılınca çok da peşime geldi ama dinlemedim Salih Çavuş’u ve halen emekli değilim.”

"Adamlar kapıya çıkmazdı, biz dağlardaydık!"

Kızakçılar Bayburt sokaklarından çekileli nerdeyse 40 sene olmuştur. 1970’lerin Bayburt’un da halen aktifler ve Nurettin Gülhan’la perde araladığımız devir 70’ler. Gülhan, kızakçıların ulaşabildikleri uzak köyleri sayıyor ve geçit vermeyen Mişangas macerasını anlatıyor...

“Tüm geçimimiz atlara bağlıydı. Gözümüz gibi bakardık atlarımıza. Yazın kum, çakıl çekerdik. Manganların Garajı’nda 20 sene kadar odun-kömür çektim. Kış gelince de çilemiz artardı. Kızağı takardık ata. O soğuklarda düşünün kızağın üstündesin. Ne giyinirsen giyin işlemezdi. Her taraf buz. Suya aşağı Çamlıkoz’a (Ahbunus) kadar giderdik. Ortakol tarafında Alapelit’e (Pazahbun) kadar, diğer tarafta Gökçedere’ye kadar. Bir keresinde Mişangas’a (Kavakyanı) yolcu götürürken dağdan aşağı yuvarladım atı, kızağı. Fırtınaya tutulduk, orada da çığ vardı. Geçeriz diye hesap ettik ama olmadı. Atı açayım da çıksın diye düşündüm. At sıçraması ile yanının üzerine vurdu yoldan aşağı. Adam boyu kar var. Arabada 2’si bayan 5 yolcu vardı. Biri de köyün öğretmeniydi, ‘Turgut’lardan... Oradan köye yaya en az yarım saat süren bir yol daha var. O öğretmeni atın biri ile köye gönderdim. Öğretmenin köye gidişi köyden adamların gelişi ile kurtulabildik. Neredeyse 2 saat oldu. Alttan ter, üstten buz, üstümdekiler ıslandı, dondu, pantolon katlanmıyor o şekilde. O günü köyde kaldım, ertesi günü akşama ancak dönebildim Bayburt’a. Adamlar kapıya çıkamazdı biz dağlardaydık. Hey gidi günler...”

Alıçlık’tan Kabaçayır’a gelin alayı!

1975’e kadar kızakçıların devri devam etmiş. 20’ye yakın bu işten geçinen aile varmış. Zahit Mahallesi’nden Fezail ve Ferhat Onat kardeşler, Faytoncu Zühtü, Tuzcuzade’den Asef Narman, Şingâh’tan Enver Girgin, Ebubekir Kayalı daha niceleri bu mesleğin Bayburt’taki temsilcileri.. Eski Zahire Meydanı’nın yakınlarındaymış duraklarının biri, diğeri ise ‘öte geçede’, şimdi yerinde Vakıflar Öğrenci Yurdu bulunan Ozulu Hanları’nın orada. Nurettin Gülhan, kızaklarla getirilen düğün alaylarına değiniyor.

“Köylerdeki kış düğünleri bizim işimizdi. Gelin gelecek ne yol var, ne iz var. Düğünlerde 2-3 kızak olmak mecburiydi. Gelin tek gelmiyor, çeyizi, davulu zurnası derken, bazen 3, bazen 4 kızakla giderdik. O zaman en önemli araç kızaktı. Çünkü jipler gider köy yolunda kalırdı. En son Alıçlık’tan (Kestesi) Kabaçayır’a (Galısgavar) gelin getirdim. Bir gün evvel düğürcüleri Alıçlık’a götürdüm. Ertesi gün yola çıktık, gelin benim araçtaydı. Bir araba çeyiz, diğer araba davul zurna. Kar erimiş, arabada kadınlar var, kalkın da diyemiyorsun. Askeri kışlanın arkasındaki Bey Dağı’na kadar gittik. Atın biri orada dayandı, daha gidemiyor. O günü hiç unutamam, bata çıka, sürüne sürüne Kabaçayır’a vardım. Atlarım dile düştü. Öyle gün olurdu ki bir günde 3-4 kez köye gider gelirdik. Motor bile dayanmaz, ne yapsın hayvanlar?”

Pekesili Yakup eminin cenazesi...

Gülhan’ın unutamadığı bir anısı da bir cenazeyi köyüne götürüşü. Hastanede günlerce beklemiş bir cenaze var, kar adam boyu ve ortada kızakçıların şanına leke sürmek gibi bir iddia da var. İşte o anısı:

“Şimdi bir gün eski hastanede Serenli Köyü’nden (Pekesi) bir adam ölmüş. Demirözü’nden yukarıda bu köy, Yukarı Hayıg’ın karşısında. Bu cenaze köye gidecek. Akşamdan hangi kızakçıyla pazarlık ediyorlarsa sabahtan cayıyorlar. Yollar kapalı. Rahmetli Murat Develioğlu vardı. Şimdi Mısır Çarşısı’nda işyerleri olan ‘Develioğulları’nın babaları. Yolda giderken Murat emi ile karşılaştık. ”Abunlar da kızakcuyuk diye ortada gezirler” diye laf attı bana rahmetli. ‘Hayrola emi ne oldu’ dedim. ‘Ulan dedi akşamdan kızakçılar tamam diyorlar, sabah oluyor kimse yok. Atları geceden iyice yedir, bu cenaze 3 gündür burada, koktu adam, gel şunu götür.’ ‘Öyle şey olur mu, tamam ben götürüm’ diye cevap verdim. Rahmetli dedi ki, ‘Savurmalı Mutlu Köyü’ne (Varıjna) kadar yolu açmış. Biz jiple oraya kadar getirelim, sen oradan al ve götür.’ Sabah erkenden Mutlu Köyü’nün oraya vardım. Birazdan getirdiler. Tabutu kızağa yerleştirdik. Adamın da 4 tane oğlu var, çam gibi adamlar. Rahmetli Yakup emi de şakacı bir adam, Bayburt’ta sevmeyeni yok.  Biraz ilerledim ama imkânı yok yoldan gidilmiyor. Atları yoldan tarlaya soktum. Çok zor bir yolculuğun ardından ikindi vaktine Demriözü’ne vardım. Zaten oraya kadar konuşmuştuk, ordan köye kadar da başka kızaklar alacaktı. Cenazeyi başka kızaklara yükledik, orada yattım. Yollar parmak parmak tığlamış. Zar zor yine bir kaç yolcu ile Bayburt’a vardım. Murat Develioğlu gördü beni boynuma sarıldı.”

Oğlu bu iyiliği unutamamış...

“Bir zaman sonra oğlunun biri rastgeldi. İşaşırlar’ın üstünde Konfor Palas vardı. 1970’li yılların başı.. Ya 71, ya 72 televizyon gelmiş Bayburt’a. O sırada televizyonlarda daha çok şarkılar dinleniyor. Çıktım, biraz kafa dinleyeyim dedim. Pekesili Yakup eminin oğlu beni görmüş, tanımış. Kalktı geldi yanıma. ‘Emi sen beni tanımadın mı, ben Pekesiliyim, cenazesini götürdüğün adamın oğlu. Seni hayatta unutmam. Sen olmasaydın ne yapardık? Sen babamı getirdin ya dünyayı bize bağışladın’ dedi.”

Şimdiki karlarda kızak da gitmez!

“Düğün konvoyları götürdük, yolcu taşıdık, erzak taşıdık. Köylü erzak alıyor, kömür, kepek, un.. Çuval çuval malzemeler iş bize düşüyordu.  Harmandan harmana para ödenirdi esnafa. Şimdiki karlarda kızakta gitmez. Son olarak at arabacılığı yapıyordum. 15 yıl oldu at arabacılığını da bırakalı. Hastalıktan daha çalışamadım. Açıkçası at arabasına da iş kalmadı. Kömürcüler şirket olunca araba aldı, kum işi büyük araçlarla yapılıyor, hazır betonlar çıktı zaten. Her gün 10 adam kapıya gelirdi, ‘şu işimi yap, köye yolcu götür, araba yıkılacak gel’ diye. Şimdi kapıyı açan yok. Daha bir şeye yarayamıyoruz.”

Birer birer çekildiler şehir hayatından...

1970’li yıllar beygir gücü ile motor gücünün çarpıştığı yıllardı. Sonucu belli olan rekabetin mağlubu tabii ki beygir gücü oldu. Faytonlar, kızaklar, at arabaları.. Birer birer çekildiler şehir hayatından, ve sürücüleri; şimdilerde çok azı yaşıyor. Nurettin Gülhan bunlardan biri. Emeğin var olsun diyelim Nurettin amcaya ve sağlıklı yaşamlar dileyelim... 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Murat 6 yıl önce

Yaş itibari ile Kısmen kızak kültürüne yetişmiş biri olarak bizleri o günlere götürdünüz.
Bu tarz hikayelerin yazı dizilerinin devamını bekliyoruz.
Selamlar

Avatar
Hakan 6 yıl önce

Harikaydi gercekten...Eskiye dair yasanan nostaljileri bekliyoruz!

Avatar
emrah 6 yıl önce

şimdiki uşahları su getirsin diye mutfağa zorla yolluyoruz....

Avatar
Nur 6 yıl önce

Babam beni cok duygulandırdı