Ağbal: "Ben hizmete odaklanmalıyım"

AK Parti Bayburt Milletvekili adayı Naci Ağbal ile yayın editörümüz Kürşat Okutmuş görüştü... İşte o söyleşi...

Ağbal: "Ben hizmete odaklanmalıyım"
AK Parti Bayburt Milletvekili adayı Naci Ağbal ile daha önce Ankara’da toplantılarda karşılaşmış, sohbet etme imkanım ise olmamıştı. Bu küçük merhabalar veya hakkında çıkan yazılarla, kendisini tanımam mümkün değildi. 

“Şahin bürokrat” veya “atom karınca” hakkında fikir vermesine veriyordu bu yazılıp çizilenler ama nasıl bir Bayburtluydu? Hikayesi nerede, nasıl başlıyor ve nereye gidiyordu? Asıl merak ettiklerim bunlardı...

Sonra, iyiden iyiye siyasete gireceği konuşulmaya başlandığında, yine Ankara’da kısa bir sohbet etme imkanı bulmuştum. O gün, Bayburt için "hak ettiği yerde değil" demişti!

Gönlünde yatan aslana dair bu "ilk" ipucuydu…

Sonrası malum…
Ankara, Çorum, Bayburt üçgeni derken adaylığı açıklandı ve Bayburt Naci Ağbal ile tanıştı…

Naci Ağbal’ı bu süreçte İstanbul ve Bayburt’ta gerçekleşen toplantılarda dinledim. Daha sonra Kenan Yavuz beyin davetiyle Beşpınar’da bir araya geldik. Aynı hafta, Bayburt Üniversitesi Konukevi’nde 1 saat kadar daha konuşabildik...

Anlattıkları ve anlattıklarından kurguladığım mekanlar beni önce “bir yaşam öyküsü” yazmaya itti. Sonra baktım ki, seçim günü yaklaşıyor, alelacele öyküyü bir kenara bıraktım ve aşağıdaki söyleşiyi hazırladım...

Söyleşi: Kürşat Okutmuş
Fotoğraflar: Abdulkadir Nişancı, Burhanettin Okumuş



- Naci bey, en baştan başlayalım mı?
- Tabi ki. 1967 yılında Bayburt’un Orsor Köyü’nde, yeni ismiyle Yoncalı Köyü’nde doğdum. Rahmetli annem, babam, amcalarım; Orsor’un Koyungölü mahallesinde oturuyorduk. 1976 yılında bir çok Bayburtlu aile gibi, bizde geçim koşulları nedeniyle Bayburt’tan ayrıldık. Babamlar 6 kardeş... Kardeşlerden 1 tanesi Orsor’da kalmaya devam etti. Diğerleri Almanya, Rize ve Samsun’a göçtü. 2 kardeşte Çorum’a gitmiş. 

- Hatırlıyor musunuz o yılları? Nasıl bir yaşam?
- Çorum’a göçtüğümüzde 5-6 yaşlarındaydım. Taşındığımız mahallede, Bayburt’un gelenek ve görenekleriyle, yemekleri ve adetleriyle yaşamaya devam ettik. O dönemleri çok net hatırlıyorum, yaklaşık 40-50 hane vardık mahallede ve kapalı bir toplumduk. Bayburt’un Orsor köyünden göçmüşsünüz, yine Baksı’dan gelen birkaç aile vardı mahallemizde. Bu tanıdık ailelerle birlikte kapalı bir toplum yapısı içinde kendi geleneklerimize, göreneklerimize bağlı olarak büyüdük. Rahmetli annem her akşam üstü tekrarlardı; “Oğlum akşam ezanı okundu, yerler mühürlendi”... Yani “eve gir” derdi. Bayburt kültürü ile büyütüldük. Bayburt’taki yemek kültürü neyse, gittiğimiz yerde de o yemek kültürü devam etti.

Muhafazakâr bir aileyiz; annem, babam namazında niyazında. Bizlere dini ve kültürel bilgileri aktarmak isteyen insanlardı. Annem hep şunu tembih ederdi, “aman oğlum, kimsenin hakkını yeme, kul hakkı her şeyden önemli.” 

Çorum merkezde, önce bir gecekonduda yaşadık, sonra kendimize bir ev yaptık. Allah’a şükürler olsun, geçimimiz fena değildi, çok sıkıntımız yoktu. Birazda o bölgeye yeni göçmüş bir ailenin çocukları olduğumuzdan, arkadaşlarımızı seçerken dikkatli olmamız tembihlenirdi. Akşamları dışarı çıkmamıza izin verilmezdi. 

Ağabeylerimden biri şu an Ankara’da, mecliste çalışıyor. Bir diğeri Çorum’da ticaretle uğraşıyor. Büyük ablam, Çorum’da yaşıyor. Küçük ablam ise vefat etti. Her Bayburt kültürü ile büyütülen çocuk gibi, devletine saygılı, insanlara sevgi ile bakan, yetim ve kul hakkına son derece özen gösteren bireyler olarak büyütüldük. Bayburtlular ile oturup kalktık, evlenirken Bayburtluları tercih ettik. 

- Eşinizde Bayburtlu o zaman...
- Evet. Eşim de Orsorlu, akrabamız, babamın amcasının oğlunun torunu…


“Bayburt muhacirleri derlerdi bize...”

- Çorum’da Bayburt’tan göçmüş ailelere karşı bakış açısı nasıldı?
- Bayburt muhacirleri derlerdi bize, biz onların gözünde muhacirdik. Dürüst insanlardır derler. Genelde inşaat işinde çalışırdı bizim Çorumdaki aileler. Kimseye zararları dokunmaz, etraflarına saygılı insanlardı. 

- O göçle birlikte Bayburt’la iletişiminiz kesildi mi? 
- Hayır. 1975 yılında Çorum’a taşınırken, babamların niyeti bir süre sonra tekrar Bayburt’a dönmek, köye gelmekti. Dolasıyla ilk gittiğimiz yıllarda babam tarlalarını bırakmıştı ama evimiz duruyordu. Ev duruyor, çünkü en kısa sürede döneceğiz. Her yaz soluğu Bayburt’ta alıyoruz. Üniversite yıllarına kadar Çorum’da kaldım ama yanlış hatırlamıyorsam 10-11 yıl, her yaz Bayburt’taydık.

- Bayburt tatilleri, çocuk Naci Ağbal için ne ifade ediyordu?
- Bayburt, benim için bir kaçıştı. Ne zaman daralsam, bunalsam, Bayburt’ta olmak isterdim. Orsor’da, eski evimizin etrafında olmak, amcamların evinde olmak her zaman için rahatlatıcı, dinlendiren, kendini güvende hissettiren bir duyguydu. 

Ortaokul 1’nci sınıfta, 2 dersten kalmışım, kabullenemiyorum, okulu terk etmeyi düşünüyorum. Canım çok sıkkın, baktım olacak gibi değil, kaçıp köyümüze, yine Orsor’a geldim. Sanırım o sıkıntıyla 1 ay köyde kaldım. Küçük ağabeyim çok sert bir şekilde, tekrar geri çağırdı. Belki de o dönem, abimin o çıkışı olmasaydı okulu bırakmış olacaktım. Tekrar döndüm ve okula devam ettim.



“Hayatımın dönüm noktası:
Cumhuriyet Oteli!

- Bu kaçışlar devam etti galiba...
- Aynen. (Gülüyor...) Samsun’da üniversite sınavlarına girdim. Sınavım iyi geçmemişti. En azından ben öyle düşünüyordum. Annemi de yanıma alarak yine dönüp köyümüze, Orsor’a sığındım. İçim içime sığmıyor, acaba sınav sonuçları ne oldu? Sanırım 1 ay, bunu düşünerek kendi kendimi yedim. Sınavım iyi geçmemişti, kazanamayacağımı düşünüyordum. Eskiden sınav sonuçlarının açıklanması 1, 1.5 ayı bulurdu. 

Bir akşam üstü, Bayburt’a, şehere gelmişiz. O gün köy arabasını kaçırdık ve o akşam Bayburt’ta, Cumhuriyet Oteli’nde kaldık. Ertesi gün kalktık, köye döneceğiz. O arada Çorum’da ağabeyim sınav sonucunu öğrenmiş. Bana telgraf çekmiş. O yıllar, bizim köylülerin telgraf adresi olarak verdikleri yer: Cumhuriyet Oteli… Otelden bir genç, bizim köylülere bakınıyor telgrafı vermek için. Biz de, köye dönüş hazırlığı yapıyoruz. Yanılmıyorsam, minübüs yok, kamyonla köye gidip geliyoruz. 

O arkadaş, bizim köylüleri görünce, “Naci Ağbal kim, sizden mi?” diye soruyor... Derken telgraf bana ulaştı. Anlayacağınız, üniversite sınavını kazandığımı Cumhuriyet Oteli maceramda öğreniyorum. Telgrafta ağabeyimden çok kısa bir not: “İstanbul siyasalı kazandın, çabuk gel!” Hayatımın dönüm noktası olduğu gibi, en müthiş anım. O telgraf, hayatımı değiştiren bir telgraftır.

- Nasıldı o yıllar Cumhuriyet oteli?
- Çok net hatırlamıyorum ama şimdiki gibi olmadığı kesindi. Sanki odalarda 4’er yatak vardı. 

Anıları tazelemek için, yeniden gittiniz mi? 
- Evet, bu gelişimde tekrar gittim ve çok üzüldüm. Maalesef o günkü koşullara göre şu anda çok bakımsız, gerçekten yüreğim sızladı.

- Naci Ağbal’ın ‘hayatımın dönüm noktasıydı’ dediği Cumhuriyet Oteli’ne de el atmasını bekleyebiliriz o zaman...
- İnşallah...

- Ve İstanbul yılları başlıyor...
- Evet, hayatımda ilk defa ailemden ayrıldım ve İstanbul’a gittim… İlkokuldan sonra üniversiteye kadar Çorum’da kalmıştım. 1985 yılıydı, üniversite sınavlarını kazandım ve İstanbul’a gittim. 4 yıl İstanbul Üniversitesi’nde okudum.

- Nasıl bir üniversite öğrencisiydi Naci Ağbal?
- İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisiydim. Çalışkan bir talebeydim, derslerime çok iyi çalışırdım. Vize sınavları bitince herkes gezmeye çıkardı, ben aynı gece yurtta çalışmaya, okumaya devam ederdim. 

- Hangi yurt?
- İstanbul’da İlim Yayma Cemiyeti’nin yurdunda kaldım. Fakültemiz İstanbul Beyazıt meydanındaki kampüsün içinde, yurt ise Vefa’da... En büyük keyfim Beyazıt ile Vefa arasında yürümekti. 

- Yurtta nasıl bir ortam vardı?
- İlim Yayma Cemiyeti’nin yurdunda kalabilmek için öncelikle çalışkan bir öğrenci olacaksın. Ki, babamız çok zengin biri değil, okumaktan ve çalışmaktan başka şansımız yok. İlim Yayma Cemiyeti’de öğrenciyi koruyan ve kollayan bir yapı içerisinde. Ortam güzel, terbiyeli ve seviyeli. İnsanların inançlarına saygılı bir ortam var. Çatı katında bir çalışma odamız vardı, en çok orada zaman geçirirdim. Son derece verimli bir 4 yıl geçirdiğimi söyleyebilirim.


“Oğlum biz inşaat ustasıyız. Okumazsan yapacağın iş bu!”

- İstanbul’un en renkli bölgesi ve hareketli yıllar... Gençlik hareketlerinde var mıydınız? Eylemler, gösteriler?
- O zamanlar gündemimizde olan konu başörtüsü meselesiydi. Başörtüsü ile okula gelen arkadaşlarımız vardı. Bir ara baskı artınca 2 kız arkadaşımız maalesef başlarını açmak zorunda kaldı. Hala o günü çok net ve acıyla hatırlarım. Çok üzüldüğümüz ve etkilendiğimiz bir gündü. Toplumumuzun genlerinde, inanca, ülkeye, kültüre yapılmış saldırıya karşı duyarlılık vardır. Kurtuluş savaşında da öyledir.  İşgalle birlikte, inancımıza karşı yapılan saldırıya yapılmış bir başkaldırıştır. İnsanın onurunu ayaklar altına alan bir tavır. O dönem yapılanlar hakikaten, unutulur şeyler değil. O insanlar hayatları boyunca, o dönemin sıkıntısını yaşayacaklar. 

- Hiç bir eyleme katılmadınız mı?
- Ben çalışkan bir öğrenciydim. İşim gücüm dersti. (Gülüyor...) Başörtü meselesinin İstanbul Üniversitesi’nde iyice gerildiği ortamlarda, yapılan bu saldırıya karşı eylemlerimizle, duruşumuzla tavır takındık. Sessiz kalamazdık, çünkü o kardeşlerimiz bizim kardeşlerimizdi. Ve onlara karşı yapılan bu saldırıyla ilgili bir eylem olduğunda, bizler de o eylemin içerisinde bulunduk.

- Sıkı bir muhafazakar ve sağcıydınız yani... 
- Kendimizce gruplarımız vardı tabii ki. Fakat biz siyasi duruşumuzu sağ ve sol ayrım üzerine hiç bir zaman için kurmadık. Bunlar bu toplum üzerine yapay bir şekilde kurulmuş ayrışmalardır. Biz sağın veya solun ayrımları içerisinde hayata bakmadık. Dersimize çalıştık, bir şeyler öğrendik ama bizi biz yapan değerleri terk etmedik. Bir çok değerli bilgiyi de ilim yayma yurdunda aldık. Zaman zaman yazarlarımız, şairlerimiz gelirdi, seminerler olurdu, katılır dinlerdik. Fatih’te çok değerli ortamlar olurdu, onlara katılırdık. 

- Muhteşem bir İstanbul var ayağınızın altında... Hep ders, hep ders, sıkılmaz mı insan?
- (Gülüyor...) Haklısınız ama bizim okumaktan başka çaremiz yoktu. Babam bana hep derdi: “Oğlum biz burada inşaat ustasıyız. Okumazsan yapacağın iş bu!” İnşaatçılığa devam yani, sermaye yok, ticaret yok. Dolayısıyla okuyacaktık ve okumaktan başka çaremiz yoktu. Ki, okumak ve gelişmek benimde idealimdi. 

- İlerde çok uzun yıllar adresiniz Ankara olacaktı... O nedenle sormak istiyorum... İstanbul’la ilişkiniz nasıldı?
- Üniversite yılları benim için son derece ufuk açıcı yıllar oldu. İstanbul’un kültürel atmosferi, büyük bir fırsattı biz öğrenciler için. Farklı renkler, farklı desenler, kültürel ve inanç gruplarının bir arada olduğu bir iklim. Her biri ile farklı bir şekilde iletişimde oluyorsunuz. Fatih, Beyazıt, Eminönü, Sultanahmet... Muhteşem bir atmosfer. Sadece tarihi olması değil, o bölge aslında kültürel anlamda bu ülkenin öz değerleri ne ise onların en fazla yeşerdiği bir bölge aslında, özellikle Fatih bölgesi…

- Üniversite arkadaşlarınızla iletişiminiz devam ediyor mu?
- Tabi ki... Bugün kamuda görev alan, siyasette görev alan birçok arkadaşımızla üniversite yıllarından tanışırız. 

- Üniversite bitmişti ama asıl mesai yeni başlıyordu... Yanılıyor muyum?
- Evet, okul bitti, ilk sınav Maliye Teftiş Kurulu Müfettiş Yardımcılığı sınavıydı. 450 kişi girdik sınava. Herkes kravatlı, takım elbiseli... Biz fakir fukara çocuğuyuz, bunların arasından acaba kazanabilir miyiz kuşkusu var içimizde! 450 kişi içinde ilk 21’e girmişim, bu başarıda benim için muhteşemdi. Ailemin yanındayken öğrenmiş, çok mutlu olmuştum. 

Geriye dönüp baktığımda, fark ediyorum ki; o dönemde bizim elimizden tutacak bir referansımız yok, etrafımızda hiç kimse yok. Tek sermayemiz vardı, oda inanç ve bilgi. Maliye müfettişlik sınavını kazanan 21 kişi ile birlikte sözlü sınava girdik. Sözlü sınavdan da 14 kişi geçti, 6’cı sırada da ben vardım.

- Torpil var mıydı?
- Mümkün değil! Bu sınavların şöyle bir özelliği vardır. Herhangi bir şekilde, hiç bir tesir bu sınavları etkileyemez, ancak mali etik kuruluna dair bilgin varsa başarılı olabilirsin. O yıl kazanan 14 arkadaşın tamamı da bizim Anadolu’nun orta gelirli, düşük gelirli ailelerin çocuklarıydı. Farklı teşvik veya referanslarla girmeniz mümkün değil. Bu benim için bir övünç kaynağıdır. Her zaman, her ortamda bunu hatırlar ve de hatırlatırım: Aslında kimsenin referansa ihtiyacı yok, bilgin varsa, emeğin varsa, çalışmışsan başarırsın. 

Yıllarca sınavlarla personel alan bir bakanlıkta çalıştım. Adil oldum, gariban ve kimi kimsesi olmayan çocukların hakkını her şeyin üzerinde tuttum. Eğer sınavda başarılı olmuşsa, o çocuğun hakkını yedirmeyeceksin.


“Kelle koltukta çalıştım!”

- Müfettiş yardımcılığı ile uzun bir bürokrat hayatı başlıyor...
- Evet... Müfettiş yardımcılığı zor bir meslektir. Günde 10, 12 saat çalışıyordum. Gündüz çalışıyorsunuz, akşam gelip sınava hazırlanıyorsunuz. 3’cü yıl sonunda yeterlilik sınavı oldu ve bu defa 6’cılıktan 2’ciliğe yükseldim. Müfettiş oldum ama durmadım, yurt dışına giderek master yapmam gerektiğine kanaat getirdim. İngilizce konusunu çözdüm. İngiltere’de 2 yıl içerisinde Exeter Üniversitesinde mba derecesi aldım. Derdim, diploma almak değil aslında. Önemli olan bulunduğunuz yerdeki ortamı,  dünyayı anlamak. Exeter Üniversitesi’nde zamanımın büyük bir bölümünü kütüphanede geçiriyordum. Uluslararası dergileri okurdum, dünyanın gittiği yönü, geleceği okumaya çalışırdım. 

Bulunduğum bütün ortamlarda sadece kendisine verilen ödevi/görevi/işi yapan bir insan olmak istemedim, daha ötesine uzandım hep. 

- Türkiye 28 Şubat’ı yaşarken, siz de aynı yıllar müfettiştiniz galiba... Biraz o yılları anlatır mısnız?
- Her görevimde olduğu gibi, o dönemde de işimizi yaptık. Çok önemli işlerin içine de girdik. O zaman hatırlarsanız, bu ülkede kamu kaynaklarının yağmalandığı, hatta bununla kalmayıp kamu gücü kullanılarak özel şahısların mallarının yağmalandığı yıllardı. 

- Özel ve kritik dosyalarda da görev almış olmalısınız...
- Tabi ki. Misal, en bilinenlerdendir; Savaş Kutlu’nun teftiş kurulu raporu. Mesut Yılmaz’ın Başbakan olduğu dönemdi. Ünlü Yahudi Nesim Malki cinayeti yaşanmıştı. O cinayetin mali boyutlarının araştırılması için kurulan ekibin içinde yer aldım. Yaklaşık 2 yıl bu dosyayı çalıştık. 

Sümerbank, Egebank, bu bankaların satışı sırasında yapılan yolsuzluklar, Nesim Malki cinayeti arkasındaki mali portre, Korkmaz Yiğit’in banka alımları ve daha bir çok büyük dosya. Bütün bu işlerin içinde, kelle koltukta çalıştım. Bu olayların aydınlatılmasında çok ciddi katkılarım oldu. Bu dosyalar bitti, ardından mavi akım soruşturması başladı. O bitti, bir başkası. 

- Naci Ağbal’a bu dosyalar nasıl teslim ediliyordu? Kimdir, nasıl bir iklimden geliyor, bilinmiyor muydu?
- İnancımızdan ve duruşumuzdan dolayı bizi takdir etmeyen yönetimler vardı ama ne zaman başları sıkışsa, ne zaman bir işin altından çıkacak adam aransa bize geliniyordu. Sağolsunlar, ‘bu arkadaş bunun altından kalkar’ derlerdi. Bütün bu yıllarda, yine annemin ve babamın bana verdiği o telkinler vardır: “Sen işini doğru yap. Sana verilen görevi ve maaşı hak et, sana bir görev veriliyorsa onu layıkıyla yap.” 

Çok iyi biliyoruz ki, kamuda çalışmasanız bile size maaşınız ödenir. Hayatımın hiç bir döneminde maaşı, parayı, öncelikleri arasına koyan biri olmadım ama hak etmeyi ön planda tuttum. Hani derler ya ‘görev adamı’, her işte görevimi yaptım. 

- Ayrımcılık yapılmıyordu manasına mı geliyor bu anlattıklarınız... 
- Yapılmaz olur mu! Yapıldı tabi ki. İnancımızdan, duruşumuzdan, aile yaşantımızdan dolayı farklı muameleler gördük… O “zor” günler geride kaldı artık. Bugün rahatlıkla şunu söyleyebilirim: Mesleğimle ilgili ülkem adına nerede bir görev varsa, orada görevden kaçmadım. 


“Bayburtlu olduğumu öğrendiğinde, müthiş bir sempati ve ilgi ile yaklaştı bana...”

- 2000’li yıllara geçelim o zaman... AK Parti 2002 yılında iktidar oldu. Siz o dönem?
- Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısıyım. AK Parti iktidarıyla birlikte, artık daha aktif görev almaya başladım. Daha doğrusu aktiftim ama mesleki ve kıdem olarak ilerleme konusunda ayrımcılığa maruz kalmıştım. Bütçe Genel Müdürlüğü’nde önce daire başkanı olarak görev yaptım. Bu durum bizim meslekte biraz geç sayılır: 13’ncü yılda daire başkanlığı, geç kalınmış bir görevdir. (Gülüyor...)

- Sanırım bu geç kalmışlığın acısını bu yıllardan sonra çıkartacaksınız... 
- Evet... Tam 1 yıl, 1 ay sürdü bu görevim. Sonra, Kemal Unakıtan sağ olsun, ‘ben bir danışman arıyorum, seninle ilgili de iyi şeyler söylüyorlar, gel danışman ol’ dedi. Kemal Bey’le ilk tanıştığımızda, Bayburtlu olduğumu öğrendiğinde, müthiş sempati ve ilgi ile yaklaştı bana. 

- Bayburtlu olmak Ankara’da “fiyakalı” olmalı... 
- Sevgiyle, inançla, dürüstlükle alınmış bir paye. Bayburt ve Bayburtlu her zaman bu payenin hakkını vermiştir. 

AK Parti iktidarında, her zaman Bayburtluya karşı bir sevgi ve teveccüh olmuştur. Sayın Başbakanımızla (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan) ilk tanıştığımda, nereli olduğumu sordu, Bayburtluyum dedim, gülümsedi ve bana karşı ilgisi değişti. Hissettim bunu. Bayburt’a ve Bayburtluya karşı Sayın Cumhurbaşkanımızın büyük bir sevgisi var. Her dönem yaşadım ve hissettim bunu. Milletvekili adaylığım sürecinde de kendisi Bayburt noktasında bizi yüreklendirmiştir. 

- En son Kemal Unakatın’ın danışmanlığında kalmıştık...
- Evet, 2 yıl danışmanlık yaptım. Kemal Unakıtan Maliye Bakanı’ydı ve benim için çok verimli bir dönem oldu. Maliye Bakanlığı’nın tüm yurt dışı finans kuruluşlarıyla görüşmelerine katıldım, sıklıkla İngiltere’ye, Amerika’ya gittik.

- Ekonomik açıdan zor yıllar...
- AK Parti hükümetinin ilk yılları... Uluslararası finans kuruluşlarının tereddütleri, kaygıları var. Kemal Unakıtan ile ülke ülke gezerek Türkiye’yi anlatırdık. Sonra Türkiye kabuğunu kırdı ve ekonomik olarak bu noktalara geldik çok şükür. 

2 yıllık danışmanlığın ardından, Kamu İhale Kurumu Başkanlığı boşalmıştı. Kemal Bey, Kamu İhale Başkanlığını teklif etti, nasıl uygun görürseniz diye cevap verdim. Kararnamemiz yazıldı, köşke gitti, 1 ay bekledi, geri gönderildi. (Ahmet Necdet Sezer dönemi...) 

- Bu veto belki de daha iyi oldu sizin için...
- Belki de... (Gülüyor...) Vekâleten Bütçe Genel Müdürlüğü görevine atandım. Bütçe Genel Müdürlüğü son derece önemli bir yer. Bu müdürlük, Türkiye’nin her derdini bilir. Mesela Maliye Bakanlığı müsteşarlığıyla Bütçe Genel Müdürlüğü’nü üst üste koyuyorum; devlet adamı yetiştirmek için en önemli yer diyebilirim. 81 vilayetle ilgili mutlaka hakimiyetiniz ve bilginiz oluyor. Her vilayetin sorunu, mutlaka size geliyor, çünkü sonuçta paraya ihtiyaç var. O nedenle her bakanlığın, her üniversitenin, her kamu kurumunun sıkıntılarını ve performansını biliyorsunuz...

3 yıl Bütçe Genel Müdürlüğü yaptım. Ardından Mehmet Şimşek bey, Maliye Bakanı oldu. O dönem Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, müsteşar olmamız konusunda sağ olsun teveccühleri oldu. 2009’un Haziran ayında müsteşar oldum. Yaklaşık 6 yıl bu görevde kaldım. 

- Aynı dönem, müsteşarlığın yanı sıra bir çok önemli görevlerde de yer aldınız...  
- Evet. YÖK kurulu üyeliğine 2008’de başladım. Açıkçası, üniversitelerle ilgili öğrencilik dışında bir bilgim yoktu. Bu vesile ile üniversitelerin sorunlarını öğrendik. Hem yapısını öğrendik hem de üniversitelerimizin gelişimi için neler yapılabilir diye artık fikir geliştirmeye başlamıştık. Yükseköğretim sisteminde, son yıllarda yapılan iyileştirmelerde karınca kararınca emeğim vardır. 

Maliye Bakanlığı aracılığıyla da bir noktada yol açıcı oldum. Üniversiteleri nasıl büyütebiliriz, kaliteyi nasıl arttırabiliriz, kaynakları daha iyi nasıl kullanabiliriz? Bütün bu sorular üzerine projeler geliştirdik, geliştirmeye de devam edeceğiz. 

- Gerek Bütçe Genel Müdürlüğü’nüz, gerekse Maliye Bakanlığı Müsteşarlığınız döneminde Bayburt’tan hangi siyasi sizi çok yordu? Veya kapınızı aşındırdı? Aslında buradan en inatçı vekil veya başkanı öğrenmek istiyorum ama cevaplar mısınız!
- Her iki görevimde de gerek Valilerimizle, gerek başkan gerekse vekillerimizle görüşme içerisindeydik. Ülkü Bey, Fettani Bey, Bünyamin Bey ile sık sık görüştük. H. Ali Bey ve son dönemde yeni başkanımız Mete Beyle hakeza. Yine Valilerimizle. Ankara’da bir Bayburtlu olarak var olacaksınız ve Bayburtlularla görüşmeyeceksiniz, bu mümkün mü! (Gülüyor...) Ben elimden ne geliyorsa, her zaman Bayburt’un sorunları ile ilgilendim ve çözüm yolları aradım. 

Bunları benim anlatmam doğru olmaz, kendileri isterlerse bahsederler. Ama şunu söyleyebilirim: Hepsi de Bayburt için sonuna kadar ısrarcıdır. Hepsinden de Allah razı olsun. Hiç kimse iş yapmamak için bir makama talip olmaz. Herkes karınca kararınca bu ülkeye, şehrimize hizmet etmeye çalışmıştır, etmiştir. Biz, ne yapılmışsa, Allah razı olsun diyeceğiz. Şimdi, halkımız teveccüh gösterirse, biz de o sınavdan geçeceğiz. 

- Bayburt Üniversitesi’ni daha güzel günler bekliyor dememize fırsat vermedeniz, hemen el attınız...
- İmkan varsa, her noktada üniversitelerin önünü açmak isterim. Çünkü eğitimin ve özellikle yükseköğretimin, bu ülkenin kalkınması için son derece önemli olduğuna inanan bir insanım. Bugün de söylüyorum; eğer kalkınacaksak, eğitim, eğitim, eğitim... Bayburt Üniversitesi’de bu anlamda önü ve geleceği açık bir üniversite. Öğrenci sayımızı 2 katına çıkaracağız. Yeni bölümler açacağız. İlçelerimize Yüksek Okul getirdik çok şükür. Eylül ayından itibaren inşallah, her iki ilçemizde de üniversiteli öğrencilerimiz dolaşacak. İlçelerimiz biraz daha renklenecek, şenlenecek, ekonomiye ve sosyal yaşama yansıyacak tüm bu canlılık. Bu arada okullarımızın tabelaları da asıldı, gördünüz mü?

- Evet. Özellikle Turizm Meslek Yüksek Okulu için ayrıca sevindik. Misal; günlük 90-100 ziyaretçi sayısına ulaşan Baksı Müzesi, Bayburt’ta çalıştıracak eleman bulamıyor! Sanırım öğrenciler için de muhteşem bir staj imkanı olacaktır. Bu arada Kop Kayak ve Turizm Merkezi’nin de talihini yenmesi adına, bu meslek yüksek okulu ile birlikte yeni adımlar atılır diye temenni ediyoruz...
- İnşallah.


“Yapacaklarımı ve nasıl yapacağımı biliyorum...” 

- O ki, siyaset ve yatırımları konuşmaya başladık, artık yavaş yavaş siyasete gelelim. Size aylar önce bu soruyu sorduğumda, ser verip sır vermemiştiniz... Ama biz “Naci Ağbal, siyasete hazırlanıyor” izlenimini edinmiştik... 
- Evet, artık siyasetin içindeyiz. Zamanı gelmişti diye düşünüyorum. Artık bir meselenin, bir konunun ağırlığını, önemini tartabiliyorum. Nasıl olur, nasıl olmaz onu bilebiliyorum. Bürokraside işler nerede çözülür, kapılar nereden açılır biliyorum. Bu ülkenin son 12 yılına hakimim. Gerek maliye politikası, gerek eğitim, sağlık veya şehircilik diyelim... Her birinde yaşanan değişim ve gelişimin arkasını, önünü bilen biriyim. Çünkü hepsinin içindeydim. 

‘Maliye Bakanlığı eşittir para’ diye bir algı var ama hepsi o değil, maliye demek sağlık politikaları demek, maliye demek eğitim, ulaştırma demek. Ülkemizde yaşanan kalkınmanın her adımında hem işin mutfağında yer aldık, yeri geldi inisiyatif almak zorunda kaldık, kararlar verdik. Evet, artık siyasetin içindeyim ve rahatım. Yapacaklarımı ve nasıl yapacağımı biliyorum. 

- Artık siyasetin içindesiniz... Köyleri, sokakları, esnafı dolaşıyorsunuz... Dertleri ve istekleri dinliyorsunuz...  Farklı bir ortam olmalı... Bu arada her sabah kalkıyoruz, başka bir kanaldasınız. Bu da Bayburt siyaseti için alışıldık bir durum değil!
- Hızlı girdim yani... (Gülüyor...) Hayatta kendimi konumlandırırken, o anda bana verilen görev ne ise ona odaklanıyorum. Siyaset benim için ancak şöyle bir anlam taşıyabilir: 3 yıl Bütçe Genel Müdürlüğü yapmışım, 6 yıl Maliye Bakanlığı müsteşarlığı yapmışım. Bunun 8 yılında aynı zamanda Yüksek Öğretim Kurulu üyeliği yapmışım. Ekonomik anlamda bir çok kurumda, komisyonlar ve kurullarda görev almışım. Toplamda 9 yıl.

Ardından, birikiminiz size diyor ki, bürokraside görev tamamlanmıştır. Benim enerjim hiç bir zaman bitmez, sürekli çalışabilirim. Bundan sonra bu birikimi ve enerjiyi, siyasi alanda değerlendirerek, yine ülkeme ve şehrime hizmet olarak yansıtacağım. Bu anlamda bizi bugünlere taşıyanlara müteşekkirim. Sayın Cumhurbaşkanımız, her dönem destek olmuştur. Bu noktalara gelmemiz konusunda hep cesaret vermiştir. Siyaseten, bu ülkeye hizmet edebileceğime inanıyorum. Ülkeye hizmet etmek dışında, ikinci bir önceliğim yok. 

“Bayburt adaylığım netleşince rahatladım! Ankara da siyaset yapmak o kadar  kolay değil. Ben hizmete odaklanmalıyım...”

- İstifa ettiğiniz günden, adaylığınızın açıklandığı güne kadar aslında bizleri bir hayli yordunuz! Ankara mı, Bayburt mu, Çorum mu? Bu süreçte neler yaşandı ve daha da önemlisi sizin gönlünüzde yatan hangisiydi?
- Yapılan istişarelerde, Cumhurbaşkanımıza ve Başbakanımıza benim söylediğim tek şey: “Ben Bayburtluyum” demek olmuştur. Fakat bu istişareler sırasında, Bayburt bir milletvekilliği ile temsil ediliyordu. Bu arada Sayın Cumhurbaşkanımız, Ankara’dan aday olmamın daha uygun olacağı değerlendirmesinde bulunmuştu. Bunun en önemli sebeplerinden biri de, Ankara’da ki Bayburtlu nüfusuydu. 

Fakat Bayburt’un milletvekili sayısı, son nüfus sayımı ile yeniden 2’ye çıkınca, adaylığımız yeniden Bayburt’a döndü. Ben Bayburt’tan aday olduğum için son derece memnun ve mutluyum. Ankara’da sizinle yaptığımız görüşmede, “Bayburt’un kaynağa ihtiyacı var, Bayburt’a daha güzel şeyler yapılabilir” demiştim. Yine aramızda kalmak kaydıyla, “milletvekili olacaksam gönlümden ilk başta memleketim olan Bayburt geçer” demiştim. Bayburt adaylığım netleşince de memnun oldum ve rahatladım aslında. Ankara da siyaset yapmak o kadar  kolay değil. Ben hizmete odaklanmalıyım. Bayburt’ta karşılandığımız ilk günden itibaren, bir iki şey hariç, her şey çok güzel gidiyor ve bütün bunlar hemşerilerim sayesinde oluyor. 

- Bayburt’a geldiniz ve hemen seçim çalışmalarına başladınız... Nasıl, siyasete ısındınız mı?
- Adaylığımız açıklandı ve ertesi gün Bayburt’a gelerek çalışmalara başladık. Herhalde Türkiye’de en hızlı aday tanıtım toplantısını yapanda biz olduk. Aynı gün Ankara’da Bayburtlu muhtarlarımız vardı. Aday olarak ilk toplantımızı onlarla yaptık ve o gün bugündür sürekli sahadayız.

Köylerimizi dolaşıyoruz, Bayburt sokaklarındayız. Kurumlarımızı dolaştık. Toplumumuzda yer alan kanaat önderleri ile bir araya geldik. Büyük bir ilgi ve alakayla karşılaştığımızı söyleyebilirim. Bayburt ve Bayburtlu bu güne kadar AK Parti iktidarına muhteşem bir destek verdi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde rekor bir destek verdi. Bayburt’un AK Parti iktidarına teveccühünün temelinde, Sayın Cumhurbaşkanımıza olan inançları ve sevgileri yatıyor. Bunu Bayburt’ta ve birebir konuştuğum insanlarda çok net gördüm.


“Bayburtlunun Cumhurbaşkanımıza olan sevgisi muhteşem...”

- Verdiği yoğun desteğe, karşılık göremediği eleştirileri de var! Bu desteğin daha çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan inanç ve sevgiden geldiğini söylüyorsunuz... Biraz açabilir misiniz bu konuyu...
- Hani bazen denir ya karşılıksız sevgi! Öyle değil, karşılığını bulan bir sevgi bu. 12 yılda Bayburt’un kazanımları ortada. Ama sorunuzdan yola çıkarak, benim çözümlemem şu: Nenelerimizi, ezelerimizi, dedelerimizi dinledik. İnsanların bir noktadan sonra yıllar boyu kaybettikleri bir özgüven var. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a kadar yaşanan süreçte, hep bu toplumun önünde yer alan insanların acziyeti görülmüş, ezikliği hissedilmiş. Bu toplum hem kendi içinde, hem de dünya genelinde, diğer ülkelerle olan ilişkilerinde Türkiye’yi öne çıkaracak bir tavrı görmemiş. Recep Tayyip Erdoğan’da bu coğrafyaya, bu medeniyete ait bir duruş görüyor halkımız. Özgüvenli ve inanan bir lider. Bence en önemli şey bu: İnanan…

Neye inanıyor? Kendi benliğine, kendi inancına ve ait olduğu topluma inanıyor. İnancını her yerde çok açık ve samimi bir şekilde ifade ediyor. Korkmuyor, yılmıyor ve açıkça kendi inancıyla mücadele eden kim olursa olsun, kim olduğuna bakmaksızın onunla mücadele ediyor. 

Toplum içerisinde kendine güvenen, cesaretli, özgüveni yüksek bir lider bekleniyordu... Recep Tayyip Erdoğan yıllarca beklenen liderdi. Bayburt’ta beklediği lideri bulunca, tabi ki ona yöneldi, sevgisini gösterdi. AK Parti’ye olan inancın temelinde Recep Tayyip Erdoğan’a olan sevgi ve inanç var. O bir tarafa, bütün dünya bir tarafa... Bu karşılıklı sevgi muhteşem bir şey. 

- İş ve aş beklentisinden öte, daha önde yer alan bir sevgiden bahsediyoruz... 
- Evet... İnsanlar hizmetleri alıyorlar, yapılan devrim niteliğinde ki değişiklikleri yaşıyorlar, eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında ki farkları fark ediyorlar ama dolaşın ve tek tek ‘neden oy veriyorsunuz’ diye sorun, önce yatırımları söylemiyorlar, Recep Tayyip Erdoğan diyorlar... Sevginin ve inancın önüne geçebilir misiniz! Bence bu çok önemli.

AK Parti’ye verilen desteği yorumlarken, bu büyük sevgiyi göz ardı edemeyiz. Bunu gözardı etmenin iki nedeni olabilir: Ya bu sevgi ve inancı görmüyorlar ya da bu sevgiyle yarışamayacaklarını bildikleri için görmezden gelmeye çalışıyorlar!

Bayburtlunun her gün yanıma gelip Erdoğan için yaptıkları duaları bir duysanız, verdikleri enerjiyi bir hissetseniz... Her gün defalarca bunu yaşıyorum Bayburt’ta. İşte o anlarda, üzerimizde ki yükün ve sorumluluğun daha da arttığını hissediyorum. 

Hizmet meselesine gelince de; bardağın boş tarafına mı bakacağız, dolu tarafına mı? Bütün mesele burada. Bardağın dolu olan tarafında, Bayburt’a yapılan yollar var, tüneller, sağlık yatırımları, göletler, sulama tesisleri, okullar var. Yani Türkiye’de AK Parti hükümeti 12 yıl boyunca ne yapmışsa Bayburt’ta onun karşılığını görüyoruz. Yeter mi? Yetmez. Ne Türkiye’ye ne de Bayburt’a yeter. Derdimiz de bu zaten. 

“Eksikleri görüyorum ve bunları açık açık söylüyorum...”

- Neler anlatıyorsunuz seçmene?
- Bayburt’a kazandırılan yatırımları anlatıyorum, yapacaklarımızı anlatıyorum. Bayburt’ta gördüklerimi ve yaşadıklarımı anlatıyorum.

- Bayburt’un eksiklerinden bahsediyor musunuz? Veya şöyle sorayım: Eksik olduğunu gördüğünüz şeylerden söz ediyor musunuz?
- Tabi ki. Şunlar, şunlar eksiktir diye bizzat söylüyorum. Bazı köylerimizde bir çok eksik görüyorum, bakıyorum, daha iyi olabilirdi diyorum. Bazen kaynakların kullanımı şöyle olsaydı daha iyi olurdu dediğim yatırımlar oluyor, saklamıyorum. Eksiklikleri görmeyelim, söylemeyelim, mümkün değil. Artık Türkiye eski Türkiye değil, Amcalarımız, teyzelerimiz her şeyi bizden daha iyi biliyor, daha iyi görüyorlar. Bazen araştırıyorum, işin aslını astarını öğreniyorum, tenkit ediyorum, bunu yapmaktan da gocunmuyorum. Eleştirdiğim bir konu varsa, evet eleştiriyorum ve daha iyisini yapacağız diyorum. Bu ahlak ve erdemi bir tarafa bırakan bir siyaset anlayışını, bir seçim yarışını ise reddediyorum.

- Bayburt’un kent kimliği ile ilgili görüşleriniz nelerdir? En azından ilk izlenimleriniz...
- Bir kenti farklı kılan en önemli unsur, evet ilk izlenim ve görünüm. Şehrimizin muhteşem bir mimarisi ve duruşu var. Geziyorum, notlar alıyorum, fikirlerim oluşuyor ama şimdiden özellikle şunu yapalım veya yapacağız demekten kaçınıyorum. Düşüncelerim var, istişarelerde bulunuyorum, bu şehirde yaşayan insanlarımızdan, bu şehre sevdalı insanlardan fikirler alıyorum, yöneticilerimizle, muhtarlarla konuşuyorum. Köylerimizde de şehrimizde de yapılması gereken işler var. Bu konuları enine boyuna detaylı bir şekilde çalışmamız lazım. Ve sorun varsa mutlaka kurumsal olarak çözülmeli.

Bayburt’ta gözlemlediklerimi, hem Bayburt’ta çözmek istiyorum hem de ülke çapında nasıl çözebiliriz diye düşünüyorum. Bazı önemli konularda hemen karar alırsak, 6 ay sonra yanlış düşünmüş, yanlış karar almışız deme riskimiz var. 

Ama hemen görüp, çözümü hemen yapılabilen eksiklerimiz vardı. Daha doğrusu beklentiler. Onları da seçimleri beklemeden çözme gücümüz varsa, hemen çözdük. Çözüm yolu doğruysa, kaynak bulunabiliyorsa ve hemen yapılabiliyorsa, yarını beklemeye gerek yok. 

- “Bayburt ölçeğinden yola çıkarak ülke çapına uyarlamayı düşünüyorum” dediğinizde, buradan Bakan Ağbal portresi mi çıkıyor? Ki, neredeyse her yerde artık Bakan olarak anılıyorsunuz...
-  Sağolsunlar... (Gülüyor...) Bunlar biraz da nasip ve kısmet işi. Hangi görevde ülkeme ve şehrime hizmet edebiliyorsam, orası benim için en önemli görevdir. 

“Bazı söylemleri yadırgıyorum!”

- Rakiplerinizi takip ediyor musunuz? 
- Tabi ki, geliyor bilgiler... Ama şahsen sorarsanız, başkalarının ne yaptığından bağımsız bir duruşum var. Bürokrasideyken de temel bir kuralım vardı: Ahlak ve erdemden asla ayrılmayacağım. İster sözle, ister eylemle bir rekabet içerisinde olacaksak onun temeli ahlak ve erdeme dayanmalı. Dayanmıyorsa olmayıversin.. Almayayım, çok ta önemli değil.

- Sanırım canınızı sıkan olaylarda yaşanıyor...
- Zaman zaman duyuyoruz, karşılaşıyoruz. Bir Bayburtluya yakışmayacak, bir Bayburtlunun yapmaması gereken söylem ve sözler üzerinden siyaset yürütülüyor. Yadırgıyorum!

- Konursu’da yaptığınız konuşma çok konuşuldu... Bahsi geçen konuşmanızı dinledim, orada “oyumuza göz diken hainler ve yalancılar var” diyorsunuz... Muhalefet partileri bu söyleminizi çok eleştirdi... 
- İyi ki kayıtlar baki. Evet, ben öyle diyorum ama “AK Parti’ye oy vermeyenler vatan hainidir” demiyorum. Oyumuza göz diken hainler ve yalancılar var, oyunuzu hatırla gönülle almak isteyenler var diyorum. Bayburt’u veya Bayburt’tan herhangi  bir arkadaşı kastederek söylemiş değilim. Biliyorsunuz, katıldığımız televizyon programlarında da Türkiye’nin üzerinde oynanan oyunlara ve genel siyasete dair açıklamalar yapıyorum. Türkiye’nin genel siyasetine ilişkin bu gün çok farklı oyunlar oynanmıyor mu? Bu söylemimin Bayburt ile alakası olmadığı gibi, çarpıtarak kullananları da ayıplıyorum. 

Bizim yaptığımız siyasetin temelinde sevgi ve saygı var. Siyaseti biz ahlaka ve erdeme dayandırıyoruz. Kişilerle yaptığımız sohbet ve muhabbeti bu şekilde yapıyoruz. Bayburt ile ilgili hayallerimizi anlatıyoruz. Asla karalama üzerinden siyaset yapmıyoruz. Bayburt’ta yaşayan bütün insanlar benim kardeşimdir. Tek derdimiz var; Bayburt’un sorunlarını çözmek.

Bu hoş olmayan tavır ve ithamları Bayburt’ta hiç kimseye yakıştıramıyorum. Genel Türkiye siyaseti ve gerçekleri başkadır, Bayburt başka. Şahsen, böyle bir tartışma içerisinde olmayı da istemiyorum. 

Evet, hizmette yarışalım... Projelerde yarışalım, toplum için daha iyi bir şey vaat ediyorsanız topluma onu anlatın, ben sadece bunu yapıyorum. Bu bir yarıştır, bu bir rekabettir. Herkes vatandaşımıza gitsin ve anlatsın, kendini ifade etsin, projelerini aktarsın. Siyaseti karalama ve yalan üzerinden yapmasın. Özetlersem, sahaya indiğim günden bugüne bu yarışta olan arkadaşlarımızın hiç birisi ile ilgili tek bir kelime kullanmadım.

“Siyasete girme kararını eşim ve çocuklarımla, hep birlikte aldık”

- Aileniz Ankara’yı özlüyor mu?
- 2 kızım var, 26 yıldır Ankara’da yaşayan, mütevazi bir aileyiz. Hangi makamda olursam olayım, işten çıktığım andan itibaren insanlarımızın içindeyim. Bayburt’ta aile kültürü nasılsa, bizim ailede de o kültür vardır. Eş, aile ve dost meclisleri dışında çok görünmeyiz dışarda. Evde biz bize olmayı daha çok seviyoruz galiba. Büyük kızım Ankara’da eğitimine devam ediyor, uzmanlık sınavına girecek ve yine Ankara yazmak istiyor. Ankara’da kenetlenmek ve birbirimize destek olmak istiyoruz.

- Hanımefendi ve çocuklarınız memnun mu adaylığınızdan? Siyasete girmeniz noktasında evden destek var mıydı?
- Siyasete girme kararı, evet aile kararıdır. Bürokraside alıştığımız bir yaşam tarzı vardı, şimdi çok farklı bir yaşam tarzına geçtik, bunun farkındaydık ama kararı ailece, hep birlikte aldık. Bu kararı verirken, benim için tek bir faktör vardı, eşim de öyle düşünür: Memlekete hizmet edeceğiz. Bugüne kadar hizmet ettik. Hiç bir zaman klasik söylemle, memur zihniyetiyle yaklaşmadım görevlerime. 

O yüzden eşim ve çocuklarımın büyük ölçüde teşvikleri ve destekleri var. Bayburt’tayız ve sürekli beni izliyorlar. Her gün gazetelerde ve televizyondayız. Henüz alışmadıkları bir Naci Ağbal portresi var. (Gülüyor...) Şimdi köylere gidiyoruz, şapkalar takıyoruz, her yerde ve herkesle sarılıp fotoğraf çekiliyor, kucaklaşıyoruz. Eskiden de fotoğraf çekilir veya kucaklaşırdım ama sanırım bu ortam daha farklı geliyor ve tebessüm ediyorlar. Ailemin, çocuklarımın manevi destekleri ve duaları arkamda. Teşvikleri ve enerjileri son derece yüksek.

- Bu yoğun tempoda, kendinize zaman ayırabiliyor musunuz? Spor, müzik, kitap... Zaman oluyor mu? 
- Diğerleri için zaman bulmak şu an için çok zor ama okumayı çok seviyorum. En büyük tutkum okumaktır diyebilirim. Felsefeyi çok severim, bilim tarihini severim, medeniyetler tarihini severim… Ülke olarak kalkınacaksak mutlaka ve mutlaka tarihimizi, özellikle medeniyetler tarihimizi hepimizin çok iyi okuması gerektiğine inanırım. En son yoğunluktan öyle bir noktaya geldim ki, okumak için belirlediğim 200’e yakın kitap önümde duruyor. Ama okumaya ara vermek yok. Zaman buldukça okuyorum.


“Tuttuğunu koparan adam derler ya, o tanıma uyan bir yapım var...”

- Seçilirseniz ve meclise Bayburt Milletvekili olarak giderseniz, nasıl bir yol izleyeceksiniz? Aslında, kısa bir dönemde küçük bir ipucu verdiniz. Seçim arefesinde neredeyse tüm Ankara’yı Bayburt’a taşıyarak, bir çok vaat olabilecek konuyu ya çözdünüz, ya da çözüm sözünü aldınız... Seçilmeniz halinde, bu hızla devam edecek mi Naci Ağbal?
- Çok işimiz var Kürşat bey. Çok hayalimiz var. Ben iddialı bir adamım. Tuttuğunu koparan adam derler ya, o tanıma uyan bir yapım var. Öncelikle, şunu bilmenizi isterim, hayatım boyunca hiç bir yeni görevde hemen fikir ve proje üreten biri olmadım. Tespit, gözlem, doğru karar alma benim için çok önemli. Bir mesele ile ilgili ağzımdan bir şey çıkacaksa, onu bütün boyutları ile araştırmış olmam lazım. 

Şu anda gözlem yapıyorum. Hep yapacağım. Bayburt’ta ve köylerde gezerken, bakıyorum, dinliyorum, notlar alıyorum, sonra dönünce sorup soruşturuyorum, örneklere bakıyorum, bir bilene soruyorum... “Ya şöyle olsa” dediğim fikirlerim oluyor, yavaş yavaş olgunlaşıyor her şey.

Mesela köylerimizde bir çok şey görüyorum... Köylerimizin doğru fotoğrafını çekip o fotoğraflara göre en öncelikli konular nelerdir diye sıralamak lazım. Sonra onun kaynağını bulmak lazım. Bir çok soruna bakıyorsunuz ortak sorunlar. Bayburt’ta çözmemiz gereken konulara bakarken, sevdiğim bir tarz var, aynı şekilde devam ediyorum: Meselelere gündelik yaklaşma ve meseleyi sadece bir yerde çözme! Eğer o mesele çözülecekse bütün ülkede, bütün Bayburt’ta aynı şekilde çözülmeli.

- Hızlı tren hattı, yeni hastahane, acemi birlik, hatta zaman zaman havaalanı gibi vaadler dile getiriliyor, konuşuluyor. Siz de her platformda söylüyorsunuz. Bunları yeniden sormayacağım. İsterseniz son cümlelerinizle toplayalım....
- Önce acil işlerimizi ve ekonomik toparlanmayı sağlayacağız. Sonra projeler ve tabi ki büyük projeler. İstanbul’da yaşayan işadamlarımıza “ne isteğiniz varsa, söyleyin yeter” dedim. Sözde değil bu, samimi olan herkesi Bayburt’a davet ediyoruz. Ve yeni dönemde, “yatırım yapılabilir bir Bayburt vadediyorum” dedim. Her dinamiğimizi, küçük büyük farketmez, yeni iş sahaları ve istihdam eşliğinde Bayburt’a çekmemiz gerekiyor. Sanayi bölgemizi geliştireceğiz ve bunun için çok beklemeyeceğiz. Eksiklerini hallettik. Artık kimsenin bahanesi olmayacak.

Eskiden siyaset kolaydı, şimdi ise öyle değil. Çıta çok yükseldi. Bunu da AK Parti gerçekleştirdi. Bayburtlu hemşerim, “ne istiyorsunuz” diye sorunca, ilk başta “havaalanı” diyor. Yani, yollarda perişan olmak istemiyor. Bayburt’a, şehrine daha çabuk ulaşmak istiyor. Hakkı değil mi? Tabi ki hakkı.

Daha önce de dediğim gibi, iddialıyım, heyecanlıyım. El ele, istişare ederek, çok daha güzel bir Bayburt, çok daha güçlü bir Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz. 7 Haziran seçimlerinin ülkemize ve şehrimize hayırlar getirmesini diliyorum.

- Samimi cevaplarınız ve ayırdığınız zaman için teşekkürler...
- Bayburt Postası ailesine teşekkür ederim. Aracılığınızla tüm Bayburt’a ve Bayburtlulara selamlarımı iletiyorum. 
 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.