Türk Evi’nin babası öldü

Onun adını üniversite birinci sınıfta iken duydum. Seksenli yıllarda bizler için kitap okumak, entelektüel faaliyetten farklı bir şeydi. Bir tür kimlik oluşturma ve kente tutunmanın bilinçaltı yansıması gibiydi. Elimize geçen her kitabı iştahla okur ve okuduklarımızı çevremizle paylaşırdık. Yayınevleri kitap tercüme etmeye yetişemiyordu. Doğrusu, okuduklarımız her zaman faydalı şeyler olmuyordu. Turgut Cansever’in ‘Ev ve Şehir’ kitabını o zamanlar okumuştum. Kitap bana hitap etmiyor gibiydi. Biz yine hararetle tercüme kitaplar okumaya devam ettik. Bursa’da okulu bitirip İstanbul’a yerleşince büyük bir metropolün problemlerini yaşamaya başladım. Bu şehir ne çocukluğumun geçtiği Bayburt’a, ne de öğrencilik yıllarımda kaldığım Bursa’ya benziyordu.İhsan Aktaş’ın kaleminden…

Türk Evi’nin babası öldü

Onun adını üniversite birinci sınıfta iken duydum. Seksenli yıllarda bizler için kitap okumak, entelektüel faaliyetten farklı bir şeydi. Bir tür kimlik oluşturma ve kente tutunmanın bilinçaltı yansıması gibiydi. Elimize geçen her kitabı iştahla okur ve okuduklarımızı çevremizle paylaşırdık. Yayınevleri kitap tercüme etmeye yetişemiyordu. Doğrusu, okuduklarımız her zaman faydalı şeyler olmuyordu. Turgut Cansever’in ‘Ev ve Şehir’ kitabını o zamanlar okumuştum. Kitap bana hitap etmiyor gibiydi. Biz yine hararetle tercüme kitaplar okumaya devam ettik. Bursa’da okulu bitirip İstanbul’a yerleşince büyük bir metropolün problemlerini yaşamaya başladım. Bu şehir ne çocukluğumun geçtiği Bayburt’a, ne de öğrencilik yıllarımda kaldığım Bursa’ya benziyordu.

İhsan Aktaş’ın kaleminden…

Nehir gibi akan kalabalıklar, bir türlü çözülemeyen su sorunu, bozuk yollar, çukurlar, kazılar, içerisinden su fışkıran kaldırımlar, bitmek tükenmek bilmeyen otobüs kuyrukları, mantar gibi biten gecekondular vs. İstanbul’u tam bir keşmekeşe dönüştürmüştü.

İstanbul’da uzun yıllar kaybetmeden şehir sorunlarını iliklerime kadar hissetmeye başladım. Şehir hayatının problemleriyle yüzleşmek insanı yeni arayışlara itiyor. Bu arayışta, yükselen Refah Partisi’nin kente nasıl bir yön vereceğine dair endişeler de vardı.

İhsan AktaşBir taraftan, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Ahmet Rasim’in, Yahya Kemal’in İstanbul’unu okuyup, diğer taraftan, doksanlı yılların İstanbul’unu yaşamak beni iliklerime kadar çıkmaza sürükledi. Şehir problemleriyle esastan yüzleşmeye başlayınca, Turgut Cansever’in  ‘Ev ve Şehir’ kitabını bir kez daha okudum; o zaman elimdeki eserin ne kadar kıymetli olduğunu ancak anlayabildim. Ev ve Şehir’de bütüncül bir yaklaşım vardı. Kitapta varlık tasavvuru, kainat,  şehir,  planlama, ev ve insan arasında olağanüstü bir bütünlük sergileniyordu.

Kitabın o zamanlar bana en çarpıcı gelen yönü 60 milyonluk Türkiye’nin planlanmasından bahsediyor olmasıydı. Ülke planlaması, bölge planlaması ve şehir planlamasının bir bütün olduğunu vurgulayıp nüfus artışından sanayi bölgelerinin gelişimine, kent yerleşimi ve konut ihtiyaçlarının planlanmasını kadar her şeyi ele alıyordu.

Türk kültür ve sanatına önemli katkıda bulunan isimlere verilen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünün bu yılki sahiplerinden biri de ‘Bilge Mimar’ diye tanınan Turgut Cansever OlduOysa, modern Türkiye’de önce kentler çarpık bir şekilde kendiliğinden oluşur, akabinde yirmi yıl aradan sonra devlet kenti planlanmaya başlar.  Bir kenti yıkıp yeniden kurma imkanı olmadığına göre, bütün çabalar çarpıklığa hizmet etmekten başka bir işe yaramıyordu. Hocanın kitabı, Basra harap olmadan önce planlama öngörüyordu. Bilge mimarın öngördüğü gibi, “60 milyonluk Türkiye planı” yapılmış olsa idi, bugün kentlerin ve içinde yaşayan insanların birer kimliği olurdu. Bu öneri yapıldığı zaman ülke nüfusu 40 milyon civarında idi. O en iyi planlamanın “en sınırlı plan olduğunu” sıkça tekrarlardı. “Kamu eliyle genel planlama yapacaksınız, vatandaş gerisini kamudan daha iyi yapar” derdi. Bunu anlatırken çocukluk yıllarında babasının evini yenilerken komşuları ile nasıl istişareler yaptığından bahseder, devamında Bursa’da çöpleri mahalleli toplarken şehrin daha temiz olduğunu söylerdi.

Yerel yönetimler yasa tasarısına katkı sunmak amacıyla, İstanbul Konseyi Derneği’nde yaptığımız bir toplantıda “aman dikkat edelim, devletin küçülmesi için çalışırken her vilayeti kocaman bir devlet haline getirmeyelim, uzaktaki hiç olmazsa bize her gün müdahil olamıyor” diyerek, aşırı bürokrasiden her daim zarar gördüğümüze dikkat çekmişti.

“Bir müslümanın mekan tasavvurunun cennet tasavvurunun aynısı olduğunu söyler; bahçelerin, şadırvanların, mekanda içe dönüklüğün, bu tasavvurun bir yansıması” olduğunu vurgulardı.

Bir söyleşi için Üstadın evine gidip kendileriyle tanışma fırsatım olmuştu. Birkaç saat süren sohbetimiz İstanbul’un konut sorunuyla ilgili idi. Bu milletin, oturmak için bahçe içinde iki katlı ev tercih ettiğini, bu tür bir yapılanmanın daha ucuz olacağını ve insanları daha çok mutlu edeceğini çokça dile getirdiğinden, fakat şartlanmış idarecilere bunu anlatamadığından dert yanmıştı.

Bir de İstanbul depreminin ciddiye alınıp şehirdeki binaların üçte birinin yenilenmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştı. Trakya ve Kurtköy taraflarına birer milyonluk şehirlerin kurulabileceğinden bahsetmişti. Üstad bu fikirlerini ısrarla tekrar ederdi. Bu ısrar ve inat her bilgeye nasip olmamıştır.

Fatih Camii’nde cenazesinin başında, çoğu mimar olan bir grup insan vardı. Herkes ondan bir hatıra anlatıyordu. Söze ilk başlayan, onun hikmet kokan anekdotlarından birini dillendiriyordu. Güzel şeyler, güzel bir hayat, güzel eserler. Turgut Cansever Hoca, geride ruhunu kaybetmiş bir milleti kimlik sahibi yapmak için harcanan bir ömür bıraktı. Zengin fikirler demeti bizlere miras kaldı. İzan sahiplerinin ondan alacağı çok şey vardır. Onun arkasından çok şey söylenecek. Bu gün için bana en anlamlı gelenini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Uğur Tanyeli şöyle diyordu:

“Türkiye'de mimarlık sahnesi artık eskisi kadar ilginç olmayacak. Onun en aykırı seslerinden birini kaybettik. Aykırılık bazen başlıbaşına bir erdem değilmiş gibi görülebilir. Cansever örneğinde düpedüz bir erdemdi, marifetti. Bir camianın çoğunlukla sevmediği fikirleri inançla savunmak, üstelik de sadece aykırı değil, anlamlı sözler de söylemeyi başarmak kolay sayılmaz. Onu özleyeceğiz. Bu her yaşlı mimarın ardından söylenebilen -en azından gerekçesi kibarlık olmadan söylenebilen- bir söz değildir."

Ruhu şad olsun…

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.