Muhaceret ve Ermeni mezalimi

1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’nın ardından, Ayastefanos Antlaşması'ndaki hükümleri koruyamayan Ruslar’la birlikte o dönemde Almanlar'la savaşacak durumda olamayan İngilizler ve Fransızlar, tüm diplomatik kazançlarını Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflığından elde etmeye çalıştılar. Bu zayıflığın ilk halkası olarak Millet-i Sadıka adıyla Osmanlı tebaasında yaşayan Ermeniler seçilmişti. Zira, o dönem Ermeniler'i temsil ettiği gerekçesiyle bir grup çete, kendilerine vaat edilen özerkliği, imparatorluktan terk olunmaya tercih etmişlerdi. Bu tercih, Ermeniler'i sözde tarafsızlık politikasına, Osmanlı İmparatorluğu'nu ise içinden çıkılmaz bir kapana sürükleyecekti. Dış güçlerin baskısıyla oluşan isyana teşvik örgütlenmeler ve silahlanmalar zamanla zapt edilemez boyutlara ulaştığında hiçbir savaş hazırlığı içinde olamayan Osmanlı İmparatorluğu, kendi toprakları içinde olup bitenleri politik kararlarla bertaraf etmeye çalıştı.

Muhaceret ve Ermeni mezalimi

Çıkış Bayburt’tan, varış Ayyıldızlı sancağın dibi...Bayburt Postası - 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’nın ardından, Ayastefanos Antlaşması'ndaki hükümleri koruyamayan Ruslar’la birlikte o dönemde Almanlar'la savaşacak durumda olamayan İngilizler ve Fransızlar, tüm diplomatik kazançlarını Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflığından elde etmeye çalıştılar. Bu zayıflığın ilk halkası olarak Millet-i Sadıka adıyla Osmanlı tebaasında yaşayan Ermeniler seçilmişti. Zira, o dönem Ermeniler'i temsil ettiği gerekçesiyle bir grup çete, kendilerine vaat edilen özerkliği, imparatorluktan terk olunmaya tercih etmişlerdi. Bu tercih, Ermeniler'i sözde tarafsızlık politikasına, Osmanlı İmparatorluğu'nu ise içinden çıkılmaz bir kapana sürükleyecekti. Dış güçlerin baskısıyla oluşan isyana teşvik örgütlenmeler ve silahlanmalar zamanla zapt edilemez boyutlara ulaştığında hiçbir savaş hazırlığı içinde olamayan Osmanlı İmparatorluğu, kendi toprakları içinde olup bitenleri politik kararlarla bertaraf etmeye çalıştı.

1.Dünya Savaşı'nın başlamasıyla tam bir kaos içine sürüklenen Doğu Anadolu’da, Ermeniler ordudan kaçmaya ve direniş adı altında isyana başladı. Bu durum karşısında hem isyanı bastırmak hem de isyana katılmayan Ermeniler'i korumak için 1915 yılında dünyanın en başarılı iskân hareketi (tehcir) gerçekleştirilse de artık eski gücünden ve azametinden uzak yıkılmaya doğru giden Osmanlı İmparatorluğu, dış politikada olduğu gibi iç politikaya da muvaffak olamıyordu. Savaş öncesi ve sırasında ara ara çıkan isyanlar bastırılıyor fakat her zamankinden daha güçlü bir şekilde geri dönüyordu. Buna rağmen 1.Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'na saldırıda bulunan dünya ülkelerinin psikolojisini bozan Türk müdafaası, artık yer yer ve bölge bölge hem şarkta hem garpta zayıflamaya başlamıştı. Bu bölgelerden biri 2.Plevne olarak adlandırılan Deli Halit Paşa komutasındaki dillere destan 'Kop Savunması' idi. Tüm şiddetiyle fevkalade şartlarda tutulan ve General Yudenich komutasındaki Rus ordusuna büyük bir kayıp verdiren bu cephe, 16 Temmuz 1916 günü zorunlu olarak düştü. Tam bu tarihlerde Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu, ve Güney Doğu bölgeleri ise tamamen işgal edilmişti. Bu bölgeler içinde kalan Bayburt’ta, artık  mukadderat; kanlı vahşete tanık olmak ve bu vahşetten kurtulabilmek için kanlı bir bedel ödemekten başka bir şey olmayacaktı. Mustafa Kemal Paşa’nın taltif ettiği kahramanlıklarla savunulan ve daha sonra savunmasız kalan bu topraklarda ilk önce Rus istilası, ardından 1918'de Ermeni mezalimi yaşanacaktı..

Muhaceret ve mezalim

"Evden barktan, köyden, kentten, tangir-ocaktan yok olacaksın... Yollara düşeceksin can havliyle... Muhacereti görenlerin beli bükük, bağrı yanıktır, yanık hey oğul..."

Güllü Hatun böyle anlatmış, muhacereti soranlara. O da uzayıp giden göç kervanındaki yoldaşları gibi giderken belki de bin kez geri dönüp bakmıştır, ardında bıraktığı analara babalara. Kış, soğuk, açlık, yokluk, buhran ve düşmanın sardığı memlekette, önce Moskof köyleri basacak, haneleri yakacak ve nihayetinde Ermeni komitacılarının gözü dönecekti. İşte, cephe ardında savaşın tüm ağırlığını taşıyan savunmasız Bayburt halkı, ya göçülmenin yada hunharca katledilmenin arasında yalnız Allah’a emanetti. Yolları zapt edilmiş, silahları elinden alınmış, en yiğitlerini bile cepheye göndermiş çoğunluğu yaşlı ve çocuklardan oluşan bu halk için zaten göçmekten başka bir hal yoktu...

Çıkış Bayburt’tan, varış ayyıldızlı sancağın dibi...

Sabah ezanlarının sustuğu vakit yola düştüler. Yanık tarlalardan toplanmış buğdaylarla yüklü kağnılar üstünde bir biri ardına dizilirken, karla kaplı aşınmaz dağlar sonu gelmeyen bir yol gibi önlerinde uzayıp gidecekti. Açlık, susuzluk, yorgunluk içinde ki bu ağır yürüyüş mahşer gününü andırıyordu sanki.. Kervan çoğaldıkça, gacır gucur ilerleyen kağnıların taşıdığı yük, ya hastalıktan kırılmışlarla yada yol kenarında cansız bedenin memesinden süt emmeye çalışan yavruyla değişecekti. Bu yavru, muhacirlere yüzyıllardır yaşadıkları toprakların ve ardında kalanların hangi gözü dönmüşlerin istilasına kaldığını anlatıyordu. Göçebilenler böyle göçtüler işte... Bayburt için bir başka hüzündü muhaceret...

Peki ya kalanlar? Ya da göçemeyenler! Dağların taşların ağladığı ağıt yaktığı o insanlar... Keşif kollarının dilini kesen o korkunç vahşetin kurbanları. Sıra-sıra, üst-üste, sokak-sokak uzanmış; tanınmayacak derecede parça parça savrulmuş bedenler. Kuyulardan çıkarılan cansız kızanlar, her bir taraftan yükselen dumanlar, barut ve yanık beden kokularının birbirine karıştığı dayanılmaz havayı son kez teneffüs eden bahtsız canlar...

***

18 Aralık 1917’de Erzincan Mütarekesi'ne bağlı kalan Ruslar, 17 ay boyunca işgal ettiği toprakları terk ettiğinde artık Bayburt için kelimenin tam anlamıyla vahşet daha yeni başlayacaktı. Kazak asıllı yüzbaşı Popof ve Erzincan havalisinden çete reisi Antranik’le koordineli çalışan, Varzahanlı Arşak David, Kısantalı Kirkor, Siptoroslu Misak, Nivli Hacı İbik oğlu Karakin, Hindili Kör Hamas, Lusnuklu Antranik, birâderi Gorgi, Kopuzlu Serkis, Hindili Yiğit, Azorkalı Sehak, Rumeli Karyeli Masrup, Malansalı Boğos, Çakmaslı Zekyos, Hayikli Tulumbacıoğlu Bedros ve Kopuzlu Hamparsum’la beraber maiyetindeki 484 Ermeni, Bayburt ve civar köylerde gündüzleri talim, geceleriyse komite başlarıyla savaşın gidişatına göre toplantı halinde muhakeme yapıyordu. Bu toplantıda konuşulan ileri sürülen her türlü malumatın dışarıya sızmamasına önem gösteriliyordu. Müslüman ahâliye karşı oldukça ciddi ve mütevazi davranılıyordu. Hatta Müslüman ahâliyi tatmin etmekte ne kadar başarılı oldukları; Of ve Sürmene taraflarından Ermeni çetelerine karşı talep edilen yardıma Belediye Reisi Hafız Süleyman Efendi’nin engel oluşundan belli oluyordu.

Halka karşı güven veren çete lideri Arşak, Müslüman Türk halkının saygı duyup itimat ettiği ‘’paşa’’ ünvanına sığınarak; her sokak ve mahalleye bir takım devriyeler çıkartıyor, birer bahaneyle sokaklardaki ahâliyi toplamaya başlıyor. Mahalleler arasına çıkan devriyeler, tesadüf ettikleri köylüleri keza yerli ahâliyi “Arşak Paşa çağırıyor, mühim mesele görüşülecektir.” şeklinde aldatarak topluyor ardından Rus işgalinde mahpushane yapılan Salih Hamdi Efendi’nin ticarethânesine (Taş Mağazalar) yerleştiriyorlardı. Hapishaneye götürülen her şahsın kapı önünde evvelâ üzeri aranıyor,  bulunan para ziynet eşyası alınıyor, gasp, darp ve işkenceyle hapishâneye sokuluyor. Çarşıda pazarda bulunmayanların ise zorla evlerine giriliyor, aynı suretle para, kıymetli eşya ve ziynetleri alındıktan sonra bir kısmı kapıları önünde feci bir şekilde katlediliyor. Diğer bir kısmı ise çeşitli zulümlerle yine hapishâneye sevk olunuyor. Bu hâl üç gün süreyle devam ediyor. Dördüncü günün sabahı Müslüman kadınlarının da toplanmasına başlanıyor. Toplanan on dört kadın ile iki kız çocuğu Salih Hamdi Efendi’nin ticârethânesi karşısındaki Haydar Bey’in ahşap oteline yerleştiriliyor.

Artık Arşak ve maiyetindekilerin kanlı emellerini tatbik etme vakti gelmişti. İşe önce Salih Hamdi Efendi’nin ticârethânesinde bulunanlardan başlanıyor. Salih Hamdi Efendi’nin ticârethânesinde bulunanlar sırasıyla, kapıdan girildiği zaman sağdan birinci odaya yirmi üç, soldan birinci odaya dört, ikinci odaya altmış, üçüncü odaya elli ve boşluğun sonundaki odalardan soldakine kırk sekiz ve sağdakine sekiz, toplamda yüz doksan üç kişi yerleştiriliyor. Soldan birinci odada bulunan belediye reisi Hafız Süleyman Efendi ile Kormas köylü (Polatlı) Ahmed ve Abraslı (Akbulut) İrfan ve Vağandalı (Çayırköprü) Pirî odadan çıkarılıyor. Ellerinde bulunan süngü balta ve demirle pek feci bir surette öldürülüyor, daha sonra sırasıyla diğer odalara geçerek aynı suretle katle başlanıyor. Gözleri önünde fecî bir surette ve vahşîce arkadaşlarının katledildiğini gören diğer mahpuslar canhıraş sadalarla bağırıyorlar ve kendilerine sıra gelince mümkün mertebe nefislerini müdafaaya çalışsalar da mahrum bir şekilde bin türlü işkence arasında can veriyorlardı. Tüm bunlar olurken ikinci odada bulunan altmış kişiden Murad Çavuş, Şevki Saraç Hafız ve Zâhid mahallesinden Beydioğlu Sadık (Ermeniler firar ettikten sonra yangın içinden çıkarılanlar) ölüler arasında kendilerine ölü vaziyeti vererek hayatlarını kurtarabiliyorlar. Süngü ve baltayla icrâ edilen işkence karşında yere yığılmak yetmiyormuş gibi cansız bedenlerin üzerine gazyağı döküp yakmak suretiyle arada sıkışık kalanlardan ölmemiş olanlar dahi bu suretle yakılmış oluyor.

İnsanın bu işkenceye maruz kalırken ki duyduğu acıdan daha çok, bu işkenceden dolayı yükselen feryatlar daha acı, daha dayanılmazdı. Boşluğun nihayetindeki ve soldaki odada bu feryadı duyan kırk sekiz kişiye sıra gelmişti. Dağıstan’ın Kompo şehrine bağlı Hokal kasabası ahâlisinden olup o tarihten sekiz ay evvel Bayburt’a gelerek kunduracılıkla uğraşan yirmi iki yaşındaki Mehmed oğlu Abdullah, karşısında cereyan eden feci sahneyi görür görmez arkadaşlarını müdafaa da bulunmaya sevk ediyor. Bulundukları odanın dışarıya bakan boşluktan kopardıkları demirle zemine döşenmiş kemer taşlarını sökerek kapıyı kapatmaya çalıştılar. Bu durumu gören Ermeni çetecileri kapıyı kırmaya çalışsalar da yığılan taşlardan içeriye girilmesi mümkün olmadığı için bu defa kapı arasından ve baca boşluklarından hem bomba atıyorlar, hem kurşun yağdırıyorlar. Ne olursa olsun müdafaayı elden bırakmamaktan başka çareleri olmayan bu insanlar boşluklardan bırakılan bombaları tekrar geriye atmak ve taşlarla karşı koymak suretiyle, diğer yandan odanın beton duvarında gedik açmaya çalıştılar.

Bu feci sahne devam etmekteyken diğer tarafta Haydar Bey’in oteline doldurulan on dört kadın baştan aşağıya soyulup çıplak bir halde güya teşhir etmek maksadıyla bulundukları yerden çıkarılmıştı. Haydar Bey’in oteline bitişik Çavuşoğlu’nun oteline nakledilen bu zavallılar bir bir katledilip, ardından otel ateşe verildi.

Oteli yakmadan önce bu on dört kadından üçü elbiselerinin tamamen çıkarılması hakkındaki teklife tahammül edemeyerek kendilerini pencereden dışarıya attılar. Bu kadınlardan ikisi kaçmaya çalışırken otel civarında bulunan Ermeni devriyeleri tarafından katledildi. Pencereden aşağı atlayan kadınlardan teki ayakları kırıldığı için diğerleri gibi kaçmaya yeltenemiyor, acıyla yerde kıvranıyordu. Kendisiyle birlikte otele tevkif edilen iki kızının yukarıdan bu durumu görüp feryada başlaması üzerine onlar da katlediliyor.

Bu iki yapının içinde ve etrafında tüm bu zulüm devam ederken mahalleler arasında da yağma başlamış, yangınlar çıkarılmıştı. Göğe yükselen feryatların eşliğinde, beş yüze yakın iğfal edilmiş kadınlara güya ibret olsun diye yol kenarına atılan kimi bedenler de ekleniyordu.

Tüm bu işkenceler devam ederken Bayburt’un güney batısında ve caddenin sol tarafında Rusların cephanelik olarak kullandığı binbaşı hanları mucize eseri ateşleniyor. Kadın milisler tarafından yapıldığı ileri sürülen ve yeri göğü inleten bu müthiş patlama katliâm faaliyetinde bulunan Ermeniler'i şaşırtıyor. "Kasabaya Türkler geliyor, toplar patlıyor!” sözleriyle şuursuz bir şekilde sağa sola kaçışmaya başlıyorlar. Savunmasız halka her türlü işkenceyi ve katliamı tattıran gözü dönmüşler yakıp yıktıkları Bayburt’u korkuyla, telaşla nihayet terk ediyorlar.

Daha önce Salih Hamdi Efendi’nin ticârethânesinde o zamana kadar Ermeniler'i meşgul etmeye muvaffak olan bu kırk sekiz kişi birden bire oluşan bu sessizliğe anlam veremedi.

Bekleyiş uzun sürmedi. Etraftan birkaç ses yükseldi...

–"Top patladı... Türk kıtası Bayburt’a ulaştı... Ermeniler kaçıyor..."

Etrafta gizlenenler haberdar edildi. Salih Hamdi Efendi’nin ticârethânesinde müdafaa için bekleyenler nihayet bulundukları yerden çıkarak, tüm ahâliyle birlikte Ermeniler tarafından yangına verilmiş şehri söndürmeye başlıyorlar...

***

Kop Savunması'na müteakip yaşanan Ermeni mezalimi eylem olarak bitmişti... Fakat "Ermeni soykırımı" iddiaları ile yalan ve türlü iftiralarla sözde devam ediyor!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.