Hep böyledir, Bayburt elleri!

Bayburt  yolundayız…  Erzurum’dan, içine kırk kişi kadar sıkıştığımız yerli yapı bir kasa Aşkale’den sonra, ıhlaya, oflaya tırmandığı bir tepede durdu… Hep indik… Ön sıralarda oturan birisi iner inmez biraz öteye gitti ve diz çöküp toprağı öptü. Sonra sessiz, minnet dolu, saygı dolu bir şekilde ellerini kaldırdı ve duasını yaptı.

Hep böyledir, Bayburt elleri!

Bayburt Postası - Bayburt  yolundayız…  Erzurum’dan, içine kırk kişi kadar sıkıştığımız yerli yapı bir kasa Aşkale’den sonra, ıhlaya, oflaya tırmandığı bir tepede durdu… Hep indik… Ön sıralarda oturan birisi iner inmez biraz öteye gitti ve diz çöküp toprağı öptü. Sonra sessiz, minnet dolu, saygı dolu bir şekilde ellerini kaldırdı ve duasını yaptı.

Benimle beraber bir binbaşı bu adamı dikkatle seyretti… Ve sonra binbaşı, usulca çıkardığı mendiliyle gözlerini sildi.

Nabi Çalık / 21 Şubat 1967 / Bayburt Postası

Binbaşının da, yere diz çöküp toprağı öpen adamın da kirpikleri ıslaktı. İkisinin de göz kapaklarının kenarı hafiften kızarmıştı.

Bu seremoniden hiçbir şey anlamamıştım!

Adam neden toprağı öpmüştü, neden dua etmişti? Binbaşının ve toprağı öpen adamın gözleri neden ıslanmıştı?

Burası neresiydi?
Donakalmıştım!

Ancak gördüğüm bir şey vardı. Yere diz çöküp toprağı öpen adamın da, binbaşının da ve diğer yolcuların da karşılarında bir anıt vardı. Ve bu anıtın bulunduğu yerde insanı bitiren bir tatlılıkla dalgalanan bir bayrak vardı… Masmavi bir gökyüzüne iri pamuk yığınları gibi dağılmış ak bulutların arasında bu bayrak o kadar hoş, o kadar tatlı görünüyordu ki, bunu anlatamam.

Ama şunu söyleyeyim ki, ben bu kadar etkileyici bir manzara görmedim. Hamasi bir kompozisyon vardı karşımda.

Tepede bir anıt, yanında bir Bayrak… Masmavi gökyüzü, ak bulutlar… Yere diz çöküp toprağı öpen, sonra da dua eden bir adam… Ve nemlenmiş gözlerini silen bir Binbaşı…

Hele bu manzarayı bir kerede siz düşünün, bir kerede gözünüzün önüne siz getirin… Duygulanmaz mısınız? De söyleyin bakalım?

Binbaşıya yaklaştım: “Çok duygulandığınızı gördüm. Ben buraların yabancısıyım. İlk defa geliyorum buralara. Aydın taraflarından. Egeden geldim buraya… Burası neresidir? Bu anıt ne anıtıdır? Bu adam, bu toprağı niçin öptü? Siz neden bu kadar duygulandınız?” dedim.

Binbaşı:“Burası Kop Dağı’dır, bu tepe Kop tepesidir. Bu anıt da Kop Şehitleri Anıtı’dır. Bu anıt ve bayrak Kop şehitlerinin anısı için dikilmiştir, çekilmiştir” dedi.

Binbaşı bunları söyleyince kendime geldim.

Demek ki Kurtuluş tarihimizde 'İkinci Plevne Savaşı’ olarak ün almış olan Kop savaşları burada, buralarda yapılmıştı!

Demek, o destanlarını okuduğumuz, dinlediğimiz Kop dağları buralardı!

Demek, Moskof’u, Ermeni’yi namusumuz olan, haysiyetimiz, şerefimiz olan bu can, bu kurbanı olduğumuz topraklardan sürüp çıkaran Kop yiğitleri buralarda savaşmışlardı!

Demek, o yedi bin, dokuz bin, dadaşım bu dağlarda, bu tepelerde yatıyordu şimdi ha?

Başka bir şey sormadım binbaşıya anlıyordum şimdi gördüğüm kompozisyonun manasını.

Binbaşı anlatmakta devam ediyordu: “Bu diz çöküp toprağı öpen adam, Masat deresi köylülerinden biridir… Bir Bayburtludur o… Amcasını, babasını akrabalarının çoğunu Kop savaşlarında kaybetmiş… Dokuz bin Bayburtlu yiğidin, dokuz bin dadaşın saygısını eda ediyor şimdi o… Ben mazisine bu kadar saygılı bir halk çocuğunu görünce duygulandım... İki yıldır İzmir taraflarındaymış o köylü, Bayburt toprağına girerken şehitler, gaziler toprağını öpüyor. Atalarına minnetini tekrar ediyor. Anayı, ekmeği, bayrağı, savaşta silahı öper gibi saygıyla, coşkuyla öpüyor toprağı… Ben çok gördüm; hep Dadaşlar, hep Bayburtlular böyledir işte… Kop denince, Bayburtlu’nun dadaşın yüreği daha başka çarpar. Gözü daha başka parlar. Bir Bayburtlu’ya, bir Dadaş’a hiçbir şey Kop adı kadar heyecan verici değildir."

Sustu binbaşı…
Sonra gene bindik otobüse…

Dolana dolana indik Kop dağlarından Bayburt’a… Bir kalenin dibine bıraktı otobüs bizi, kaleyi, Bayburt Kalesi’ni görünce daha… Daha çok büyüdü gözümde Kop savaşları…

Ben Kop dağlarının toprağını öpen o Bayburtlu’yu ve onu seyrederken ağlayan binbaşıyı unutmayacağım. Daha doğrusu, unutamayacağım.

Ya siz olsaydınız? Unutabilir miydiniz?

Şimdi bana dağların en sevimlisi, dağların en yiğidi, dağların en cana yakını Kop Dağı geliyor. Orada bu ulusun yurt sevgisi, dostluğu, kardeşliği, bölünmezliği, örneklerin en canlısı olarak ayakta duruyor.

Şimdi Kop Dağı’nda bir bayrak dalgalanır.

Uğruna dokuz bin Bayburtlu’nun, doksan bin Dadaş’ın can verdiği şereftir, haysiyettir, namustur o bayrak… Bu ulusun yiğitliğidir, erliğidir o bayrak.

Ben Kop Dağı’nın tepesinde her Tanrı’nın günü dalgalanıp duran bayrağa kurbanım!

Bilir misiniz, on günde, on beş günde, bilemediniz en çok ayda bir bayrak değişir Kop tepesinde… Göklerdeki bayrağı Kop rüzgarları ufacık parçalar, ufacık teller halinde Kop dağlarında yatan şehitlerin üstüne adeta serper… Onun için sık sık bayrak yenilenir Kop Anıtı’nda…

Şimdi söyleyin, Kop Anıtı, Kop tepesi sevgilerin en sevgili kadar yüreğimize işlemez mi?

Ben böyle diyorum, siz ne diyorsunuz?

Kop Dağı’ndan geçen cümle; Âdemoğlu "Selam dur!" Kop dağındaki anıt bir anıt değil, oradaki bayrak bir bayrak değil, o bir ulustur…

O bir dadaştır, o bir kirvedir, o bir seymendir o bir efedir… O bir Mehmet’tir... Ve o bir destandır…

Bayburt köylerini bir görevin sağladığı imkânla bir yıla yakın dolaştım. Bir yıla yakın Bayburtlu’yu dinledim. Kop köylerinde Masat deresi köylerinde, Pörge deresi köylerinde, Çoruh’tan aşağıdaki köylerde. Kop savaşlarının destanını, o günleri yaşayanların ve onların çocuklarının ağızlarından dinledim.

Yukarı Kırzı köyünde gösterilen kahramanlığı öğrendim.
Anladım ki, Kop dağlarının, Bayburt topraklarının her karışına bir şehit yatırmışız!

Bugün Kop köyün de Everek’te, Masat’ta, Ağveren’de, Burnaz’da… Buğday ekmek için toprağı karıştıran köylünün sabanları hâlâ mermi çıkarıyor…

Hem Dadaş’tan, hem Moskof’tan yağmur gibi mermi düşmüş Kop dağlarına. Pazahpun vadisine, Pörge dağlarına ve Orsor tepelerine, kısacası Bayburt toprağına yağmur yağar gibi mermi yağmış…

İşte o yağmur gibi mermilerin altında kurtulmuş Bayburt… Sanki yağmurun altına durur gibi korkmadan, çekinmeden ercesine mermilerin altına durmuş, mermilerin üstüne üstüne gitmiş ve Bayburt’u kurtarmış dadaşlar…

Tarihimizde ‘İkinci Plevne’ denilen Kop destanı işte böyle yaratılmış.
Dokuz bin bu! Dokuz bin can bu!
Şimdi onların hepsi şan olmuş, şeref olmuş.
Bu şerefle alnımız aktır bizim, bu şerefle başımız diktir bizim.

Kırzı deresinden, Pörge deresinden, Çoruh vadisinden, ortakol yanlarından, sonra Bayburt Kalesi üstünden esip gelen yeller derlenir toplanır Kop Dağı’na… Kop Dağı’nda Kop şehitlerinin anısına çekilmiş bayrağa gelir çarpar…

Ve sonra bayrak, Kop dağlarında "yattığı yerde belli olmayan" şehitlerimiz üzerine ufacık ufacık parçalar, teller halinde adeta serpilir…

Ve örter, bayrağın telleri şehitlerimizi…
Ve gökteki iri ak bulutlar, her gündüz-gece gelir selam durur Kop tepelerinde şehitlerimize…
Ve Çoruh,
Ve Masat deresi,
Ve Kop suyu...

İnildeyerek, köpürerek, çağlayarak her gündüz, her gece Kop şehitlerinin destanını söyler…
Selam Kop yiğitlerine, Selam Kop gazilerine…
Selam Bayburtlu'ya, selam Dadaşlar'a…
Ve selam sana ey Bayburt elleri…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.