Gurbette unuttuğumuz şair: Kemalettin Kamu

Hayata; 15 Eylül 1901’de babası Osman Nuri Efendi’nin memur olarak bulunduğu Bayburt’ta merhaba diyen Kemalettin Kamu’nun çocukluğu babasının görevli bulunduğu Erzurum dolaylarında geçti. 1910 yılında dışarıdan sınav vererek ortaokula o zamanki adıyla rüştiyeye girdi. Ancak; az önce sözümüzün bir yerinde de söylediğimiz gibi; bu topraklar çileli topraklardı ve pek rahat yüzü görmezdi o yıllarda bu bölgenin halkı… “Dediler; davranma, düştün kapana, / Ya çek bıçağını, ya gel amana! / Dedim ki; Dadaşı doğuran ana, / Taşır mı karnında eğilecek baş?”İsmail Bingöl’ün kaleminden…

Gurbette unuttuğumuz şair: Kemalettin Kamu

Hayata; 15 Eylül 1901’de babası Osman Nuri Efendi’nin memur olarak bulunduğu Bayburt’ta merhaba diyen Kemalettin Kamu’nun çocukluğu babasının görevli bulunduğu Erzurum dolaylarında geçti. 1910 yılında dışarıdan sınav vererek ortaokula o zamanki adıyla rüştiyeye girdi. Ancak; az önce sözümüzün bir yerinde de söylediğimiz gibi; bu topraklar çileli topraklardı ve pek rahat yüzü görmezdi o yıllarda bu bölgenin halkı… “Dediler; davranma, düştün kapana, / Ya çek bıçağını, ya gel amana! / Dedim ki; Dadaşı doğuran ana, / Taşır mı karnında eğilecek baş?”

İsmail Bingöl’ün kaleminden… 

Dadaşın vakarını, izzetini ve aman dileyene aman vermesini anlattığı  “DADAŞ” başlıklı şiir; ömür defteri 6 Mart 1948 tarihinde kapatılan, “Soğuğun nam saldığı, çilenin buram buram tüttüğü” bir diyarın, Erzurum’un çocuğu…

Bu şiirle, bir anlamda “dadaşın kim ve nasıl olması” gerektiğini de tarife çalışan şair; şehrin Kılcızade diye bilinen köklü ailelerinden… Hayata; 15 Eylül 1901’de babası Osman Nuri Efendi’nin memur olarak bulunduğu Bayburt’ta merhaba diyen Kemalettin Kamu’nun çocukluğu babasının görevli bulunduğu Erzurum dolaylarında geçti.

1910 yılında dışarıdan sınav vererek ortaokula o zamanki adıyla rüştiyeye girdi. Ancak; az önce sözümüzün bir yerinde de söylediğimiz gibi; bu topraklar çileli topraklardı ve pek rahat yüzü görmezdi o yıllarda bu bölgenin halkı…

İsmail Bingölİşte yine harp başlamıştı ve 1.Dünya Savaşı bütün hızıyla kasıp kavurmaktaydı ortalığı… Ne zaman bir karışıklık olsa, gözü daima bu topraklarda olan Ruslar, bizim son yıllardaki zayıflığımızdan da yararlanarak, uzun bir mücadelenin ardından, işte yine soluğu Erzurum’da almışlardı. Ortalama her kırk yıl da bir gerçekleşen bu kötü durumdan ötürü insanlar göç etmek zorunda kalıyor, yuvalar yıkılıyor, vatan uğrunda nice canlar toprağı mekân tutuyordu. Dünyanın düzeni bozulmuştu bir kere… Bu alt üst oluşun ortaya çıkardığı korkunç manzarada her gün yeni dramlar sahne alıyordu.

Ruslar’ın 15 Şubat 1916’da Erzurum’a girdiği günlerde, henüz ilk gençlik çağlarını yaşayan Kemalettin Kamu ailesiyle birlikte Refahiye’deydi. Erzurum’un işgal haberini alan babasının kalp sektesinden ölümü işte bu sıralarda gerçekleşir ve bu durum O’nu derinden sarsar.

Evin büyüğü ölünce, aile Refahiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Ancak kolay değildi insanın atalarının yüzyıllardır yaşadığı toprakları düşman eline terk ederek, göç yollarına düşmesi ve uzak diyarlara doğru çekip gitmesi… Daha o yaşta kendine has bir şiir damarı yakalamış olan Kemalettin Kamu; kökleriyle bağlı olduğu topraklara, içindeki büyük hüznün yankısıyla şöyle sesleniyordu: “Gönüllerin gözyaşına inandığı bir anda / Bin bahçeli beldemizi yâd ellere bıraktık, / Gölgesinde barınacak tek ağacım yok artık, / Dallarında bülbül öten bahçelere elveda!”

Önce Sivas ve Kayseri’de kaldılar. Daha sonra ağabeyinin Bursa’ya yerleşmesi üzerine, Kemalettin Kamu’da annesiyle birlikte İstanbul’a geldi ve Öğretmen Okuluna yazıldı. Burada öğrenciyken;  müttefik ordularının İstanbul’a girmesiyle, yüreğindeki vatan sevgisi, mübarek vatan toprağının düşman çizmesi tarafından çiğnenmesine daha fazla tahammül edemedi ve Ankara’ya geldi. Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi’nde, bugünkü adıyla Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünde ve Anadolu Ajansı’nda çalıştı. 1933’te tahsilini tamamlamak için Paris’e giden şair; burada siyasal bilgiler eğitimi gördü. 1938’de yurda döndü ve 6’ncı, 7’nci dönem Rize, 8’inci dönem Erzurum milletvekili oldu. 6 Mart 1948 tarihinde Ankara’da Erzurumlu yüksek öğrenim gençliği için düzenlenen Erzurum gecesinin hazırlıkları sırasında hayata veda etti.

Kemalettin Kamu, Kurtuluş Savaşı öncesi şiire başlamışsa da asıl ününü Cumhuriyet döneminde yapmıştır. İlk şiiri “Şam”, Bursa Mecmuası’nda çıktı. Ününü kazandıran ikinci şiiri “Türk’ün İlahisi” Büyük Mecmua’da yayımlandı. Hece ölçüsü kullandığı şiirleriyle Milli edebiyat akımına bağlı bir şair olarak bilinir. Şiirlerinde aşk, gurbet ve yurtseverlik konularını işlemiştir.

Yirmi beş yaşında gönlünü genç bir kıza kaptırır. Bu araya giren bazı sebepler, evlenmesine mani olur ve ondan geriye; “Sevgilim güvenme güzelliğine,/ Senin de saçların tarumar olur;/ Aldanma taliin pembe rengine,/ Hayatın uzun bir intizar olur.” mısralarıyla başlayan “İntizar” adlı ünlü şiiri kalır. Soyadı kanunu çıktığında ailesinden ayrı olarak “hep, bütün, bir ülkede yaşayanların tamamı” anlamına gelen, Kamu’yu soyadı olarak alır.

Her ne kadar iyi bir eğitim almış, büyük mevkilere gelmiş biri olsa da; şairin içindeki gurbet sızısı ve sıla hasreti ölünceye kadar dinmedi. “Gurbetleri birbirine bağlayan çetin yollarda yalnız olarak dolaştı.” ve içindeki hicranı şiirlerine yansıttı. Böylece gönlünü ferahlatmaya ve kendini avutmaya gayret etti. Ancak ne mümkün… Vatanına büyük bir aşkla bağlı olan şair; gurbetin renklerini; “Doğuda kırmızı, batıda turunç,/ Yanık bir yörüğü andıran bu tunç, “ olarak gördü ve “Şu renk âleminde ne yok ki bizden, “ diyerek toprağıyla övündü, “Mavinin rengini Marmara'dan, morun Akdeniz'den!”, “yeşilin Bursa’dan,  beyazın ise Erzurum’dan”  aldığını hayal etti hep… Değerli edebiyat adamı Prof.Dr.Orhan Okay, onunla ilgili olarak yaptığı konuşmanın bir yerinde şunları söylüyor:

“O bugün artık gurbet şairi olarak tanınıyor. Gurbet kelimesi aslen Arapça’dan dilimize girmekle beraber, tamamen bizim sözlüğümüzün has kelimelerindendir. Ne dilimizdeki, ne de başka dillerden alınacak hiçbir kelime gurbeti tam manasıyla karşılayamaz. Bilhassa şiirimizin yenileşme devresi için denilebilir ki; bütün şiirlerimiz bir çuvala konup ta içinden bir avuç çıkarılsa, bu tesadüf bizi muhakkak bir gurbet duygusu ile karşılaştırır. Rahmetli Remzi Oğuz Arık bunu çok kuvvetle bir ifade ile; “Gurbet bizim Orta Asyadan gelirken edindiğimiz ve dindiremediğimiz bir iç sızısıdır.” der. Cumhuriyet devrinde Kemalettin Kamu’nun şöhreti gurbet şiirleriyle açılır. Bunlardan gurbet adını taşıyan ilki 1920 yılında yazılmıştır. Demek ki şairimizde vatan duygusu ile beraber şiirin psikolojik derinliği de aynı yıllarda birbirine paralel olarak gelişmiştir.

Bekçisiyim bu serin ve siyah gecelerin /Gurbetten daha derin bir yara yok içimde / Korku bilmez ölmeden her gün yeniden ölen / Bir bade gibi neden biteyim bir içimde / Ne aşkım ne emelim soluk bir karanfilim / Ben gurbette değilim gurbet benim içimde.

Şiir zevkine ulaşmış hemen herkes tarafından sevilen bu şiirin bilhassa son mısraları tenkitçilerin de dikkatinden kaçmamıştır. Tanpınar bu mısralar için; “ Ne kadar alıştığımız bir dil ve ne munis bir güzellik, diyor ve ilave ediyor: “Şair bir daha bu beytin kuvvetine erişemez.” Gerçekten Kamu bu mısraları aşamamıştır.

Onun şiirlerinin azlığı kadar genç yaştaki hazin ölümünü de belki tatmin olmamış aşkların, bitip tükenmeyen sıla hasretinin verdiği yorgunlukla açıklamak yanlış olmaz zannederim.”

“Siperde Akşam, Yurda Dönüş, Memiş’ten Güllü’ye, Dadaş, Hazan Yolcusuna, Bir Çocuk, Bir İhtiyar, Erzurum, İzmir “gibi şiir adlarında da görüldüğü gibi, şairimiz hep bu yurdu ve bu toprağın insanlarını yazdı. Bunlar; “iyi niyetli, bu ülkeyi, bu milleti seven bir şairin, bir yalnız adamın şiirleri. Onun manzumelerini 1921 yılında resmî tebliğ gibi ajansla neşrederler, kasabaların duvarlarına asarlardı. Sonradan bol bol kıraat kitaplarına da almışlardı.” Turgut Uyar’ın cümleleriyle;                            

“Kemalettin Kâmi Kamu, yeteneği boşa gitmiş bir şairdir. Daha iyi söylemek gerekirse, kendisine, yaradılışına uygun olmayan bir döneme rastlamış bir şairdir. İncedir, kırık gönüllüdür, incinmelerin ve gurbetin şairidir... Ne var ki, bir savaş dönemine rastlamıştır yaşamı... Savaşın büyüklüğünü ve garipliğini sezer, gösterişli olmayan bir kahramanlığı, ince bir içlenmeyle, bir acıyla aktarır.'

Şiirleri okul kitaplarına giren, yurt genelinde tanınan., sevilen, kimi şiirleri bestelenip şarkı veya marş olan, İstiklâl Marşı seçimine de katılıp 724 şiirden son 6 şiir arasına giren şair; bağlı olduğu ve adına şiirler yazdığı beldesinin, Erzurum Yüksek Gençliğinin Tertip ettiği “Erzurum Gecesi”nin hazırlıkları içindeyken; bir kalp krizi sonucu 1948 yılı 6 Mart’ında hayata veda etti.

“Kimsesizlik” neredeyse kaderi olan “Gurbet” ustası, “Bingöl Çobanları”nın arkadaşı, “bugünle yarın arasında köprü vazifesi” gören Kemalettin Kamu’yu, bu vesileyle bir kere daha rahmetle, saygıyla yâdederken; son söz yine onun olsun:

“Saçların yine solgun / Bağrın elemle dolgun / Nereye yolculuğun / Yeni bir gurbete mi? / Ben de bir kuru yaprak /Gibi seninleyim bak / Zülfüne takılarak / Oldum gönül veremi / Gözlerim dolu melal / Yüzün bir ince hilal / Giderken beni de al / Beraberine e mi?”

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
ayşe 9 yıl önce

bu kadar büyük resim koymanız saçma olmuş....

Avatar
hikmet 7 yıl önce

resimdeki gözlüklü kişi arif nihat asya lütfen insanlara yanlış tanıtmayalım..